28 Aralık 2012 Cuma

Yeni yilda ne olsun istiyoruz? Asutay'in Steve Jobs'dan alintiladigi gibi her gunumuzu son gunumuz gibi mi yasamaliyiz acaba? Hayir tabi ki. Ben her gun son gunum gibi yasasam hic derse gitmem. Siyaset Meydani 20. sezonuna mi ne girmis.

Ne istedigimizi ne zaman biliriz? Mutlu olmanin uzerine bir de tamamlanma hissine erismemiz gerekiyor. Ama bunu bilmemiz ne istedigimizi bildigimiz anlamina gelmiyor. Nasil mutlu olabilecegimizi, nasil tamamlanmislik hissine ulasabilecegimizi arastirmaliyiz. Kendimizi analiz etmeliyiz.

Insanlar ne kadar onemli. Insanlari uzmemek lazim, onurlarini kirmamak lazim. Hepimizin insanca yasamaya hakki olmali.

Dinden de nefret etmemeli. dinisevmekicingeckalmadiniz "hashtag"ini goruyorum ekranda.

Insanlarin karakterlerini gormeye calismali. Bunlar boyledir, sunlar soyledir demeden her insanin emsalsizligini gormeye calismali. Birbirimizden nefret etmemeliyiz. Kimseden nefret etmemeliyiz.

Her insanin kendi karakterini bina etmesi, ormesi kendine gorevi olmali. Topluluktan kopmadan kendi karakterimize dayanmaliyiz her birimiz.

Kedilere, kopeklere, kuslara ve diger hayvanlara saygi duymaliyiz.

2013'te bu tip seyler olur umarim.


23 Aralık 2012 Pazar

Su an sanirim gelecek planlarimla ilgili minik bir karara vardim. Biraz mutlu oldum.
Ankara'ya geldim. Kehribar bir tespih aldim, Adam satis fiyatinin 90 lira oldugunu ve bana 35'e birakacagini söyledi. Beni sikmedigini umuyorum.

Ankara hatrimda kaldigindan cok daha cirkin. Söylemeliyim ki devasa cirkinlikte. Her sey cirkin. Havaalaninin asfalti engebeli. Dolmuslar var. Kaldirim üzerlerinde ekseriyetle is makineleri, araclar vs. var. Camur ve su birikintileri var. Bizim ev civarindaki caminin orada tesettürlü ve/veya killi ve cirkin insanlar var. Lise ve ilkokul var ve ders aralarini haber vermek icin cok garip müzikler caliyorlar. ODTÜ'yü daha görmedim, orasi da cirkin olacak eminim. Passage'i sevdim.

Her seyi gecersek, Keciören ve Dikmen var.

Türkiye ucuz degil miydi? Ekmege 1.5 lira verdim. Kontörlü hat 35 liraymis. Kitaplara baktim, averaj olarak 20 lira. Bengü 79'luymus.

Napak, memleket burasi. Bir de buranin 3 derecesi, Münih'in -5'inden daha soguk.

Metni biraz yumusattim.

18 Aralık 2012 Salı

Insanlar neden önlerine koyulan seyden memnun olur ya da ulasmaya cabalamamiz gereken evrensel amaclar yok mu?

COK ÜZÜLÜYORUM.

8 Aralık 2012 Cumartesi

Aklima iki tane süper fikir geldi, birini su an hatirlayamiyorum.

Bilmiyorum daha önce yapilmis midir, ama araba yarisi oyunlarini gaz müziklerle senkronlamak üzerine bir oyun oldukca basarili olabilir. Örnegin,
Burada mesela müzigin gazladigi yerde bir nitro gömmek gerekiyor ya da bir yerden atlamak falan gerekiyor araba ila. Cok iyi fikir bence ehe. 

Bir de artik fotograf makinem de olduguna göre spor yaptigim her gün fotografimi cekmeye karar verdim. Böylece kaytarma ihtimalimi biraz daha azaltmayi umuyorum. Üst bölgem su sirada iyi durumda olsa da bir miktar sismanladigimi söylemeliyim ve bu durum beni cok üzüyor. Yazin sahip oldugum fitlik seviyesini, hastaligim sonucu bir ay spor yapmamam sebebiyle bir miktar kaybettim.
Yazin, mutlulukla paylasiyorum yine.
Tekrar forma girecegim tabi, fakat "Insert phrase from below video" sebebiyle her sey zor. 


Bir de bunu HD izleyince cok iyi oluyor ya, biz de böyle dans edebilsek keske. 

2 haftaya 2 haftaligina canim vatanima dönüyorum . Cükündürük ücgen dövmemi yaptiracagim ve para karsiligi seks yapacagim diye düsünüyorum. Onun disinda bir kere pavyona ya da Ankara havasi calan bir yere gitmek istiyorum. Bir kere de dubstep calan bir yere gidip malimtrak bir sekilde dans etmek istiyorum. Son olarak, her ne kadar ülkücü biyigindan ziyade Emre Belözoglu biyigina sahipsem de biyik birakmaya karar verdim ehehe. Tespih alacagim bir de Ankara'ya gidince. Bir tane vardi döküldü hep boncuklari.

Sanirim, biraz karanlik bir insanim (sanir miyim? Sanirdim yine.). Cünkü hicbir seyi begenmiyorum ve güzellikleri takdir etmiyorum yeterli bulmadigim takdirde -genelde yeterli bulmuyorum- insanlar da beni pek uygun bir arkadas olarak görmüyorlar bu sebepten. Ama yani mesela Bruno Mars dinleyen bir insani nasil ciddiye alirsin ki? Ya da mesela bu Oh Land programa gelmisti ya Okan Bayülgenin yazmistim sanirim. Kiz elf prensesi maasallah evlenilecek kiz, ama "I like looking at funny animals from internet." diyor, hangi ortak paydada bulusulabilir bu hanimla bu nokta itibari ile? 

Bir de BAKIN BU ÖNEMLI: Herkes hayatinin askini nasil buluyor? Mantikli mi insanlarin hayatlarinin askini bulmasi, makul mu, inandirici mi? Milyar tane insanin cogu mal degil mi? Bu insanlar epik asklar yasayabilir mi gercekten? (Kendi caplarinda degil, evrensel bir bakis acisindan.) Romeo ve Juliet mal  bebeler degiller mi? 
"bazen hayatınızı elinde tutan adamı görür görmez anlarsınız..o andan sonra o şansınız,aldıgınız en dogru karar,
arkanızda kocaman bi dağ olur..
o olmasa ne yapardım dediğim, 'hayatım' kelimesinin karşılıgı iyiki hersey için..
nice senelere."
Bunu lise arkadasimin duvarindan aldim. 


7 Aralık 2012 Cuma

Çok güzel kızlar va ve bu, kafamdaki ben imajını ve kendimi nasıl konumlandıracağım sorununu içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.

Bu kadar çok sayıda güzel kız olunca insan ümitsizliğe kapılmalı mı bu hayatta?

18 Kasım 2012 Pazar

Bugra Eymer kardesimiz gayet guzel bir yazi yazmis. Onu takdir edelim arkadaslar. Birkac gundur modum dusuk oldugu icin usenip yazmadim; ama ben de picin yazisina kisa bir cevap yazmak istiyorum. Bu hayatta piclerin hakkini vermezseniz nerede olursaniz olun bir gun ruyalarinizda bulurlar sizi.

Neyse simdi baska seylerden bahsetmek istiyorum. Mesela country muzik. Country dinlemeyerek buyuk olasilikla cok fazla sey kacirmadigimizi dusunuyorum. Aksine postmodern kapitalist dunyanin copluk reklamlari ve propagandarinin kusatmasi altindaki zihinlerimizin kapilarini ne kadar az seye acarsak o kadar iyi. Bu konuda elbette klasik muzigi tek gecerim (bunun sebeplerini ayri bir yazida inceleyebiliriz).

Yine  de bir seferlik istisna yapip (evet soyadi ne kadar guzel olsa da Taylor Swift dinlemeyecegiz) Johnny Cash dinlemeye cagiriyorum sizi. Tok sesli insanlara saygi duyma egilimim bilincsizce yuksek olsa da Johnny Cash beginimi yalnizca bilincalti gay egilimlerimle aciklayamayiz. Hayati, her zaman ozgur durusu, ve trajedileriyle ilginc bir adam Cash.

Dinleyin iste:

Hurt by Johnny Cash on Grooveshark


16 Kasım 2012 Cuma

"Kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır. Insan hayatı, bir tür hata olmalı." 

Schopenhauer 

15 Kasım 2012 Perşembe

Tüketici Davranislari ve Yabancilasma

Kerem Kilic daha önce bir yazisinda duygusal iliskileri Ekonomi 101 arz-talep iliskisi cercevesinde ele aldigimi söylemisti. Bunun sebebi, iktisat konusundaki bilgimin lisans sirasinda non-technical elective olarak aldigim Introduction to Economics ve iktisatla ilgili konulara dolayli olarak deginen birkac kitapla sinirli olmasi. Sonuc olarak cok progresif argümanlar öne süremeyecegim icin önceden özür diliyorum.

Varolan en önemli problemimiz olan, hayatimizi ne icin ve ne sekilde harcamaliyiz sorusuna yine yeniden dönüyorum. Öyle görünüyor ki insanlar toplumsal hiyeraside üst noktaya gelmeyi oldukca fazla önemsiyor. Artik nispeten genis bir kitle ayni peyniri ve buzdolabini alabiliyor ama bu siniflar arasi ayrimin yok oldugu anlamina gelmiyor. "Iki uc toplumsal kategori arasindaki farklilastirici harcamalar göstergelerinde, isciler/yönetici kadrolarda calisanlar ayrimi zorunlu mallar icin 1:1.35 iken, bu ayrim konut donatimi icin 1:2.45, ulasim icin 1:3.05, bos zaman etkinlikleri icin 1:3.9'dur."*


Sistem, siniflar arasi ayrimi yaratacak aygitlari her zaman olusturuyor, kapitalizm-komünizm ile ilgili bir mesele degil bu. Elemanin biri farkli sirketler görmenin yararli olacagini, onun icin stajini surada yaptiktan sonra tezini beriki yerde yapacagini anlatiyor yarim saat. "Neden anlatiyorsun bana amana yarraami soktugum?" demek istiyorum, "You're right." diyorum. Diger bir kisi gittigi soft-skill seminerinde neler yaptigini anlatiyor. Asagilamak istiyorum, "Oh, cool." diyorum. Baska bir kisi derste benden bile daha az miktarda anladigi barizken, sacma sapan sorular sormaya devam etmekten kacinmiyor. "O kadar merak ediyor olsaydin, kitaba bir bakardin, di mi?" demek istiyorum. Onun yerine not tuttugum deftere "Cok mutsuzum." falan yaziyorum renkli kalemlerle ehe, sonra da eve gidip bilgisayar oynuyorum.


Özetle, herkes kendini farkli bir noktada konumlandirmaya calisiyor. Mesela gecen gün muhabbet ederkene biri, "Almanya Baskani'nin adi ne?" diye sordu.(Aklinca teste tabi tutuyor beni pezevenk.) Cünkü, o biri de nispeten yüksek siniftan birinin politikayla ilgilenmesi gerektigini düsünüyor. Zerre sikimde degil Almanya Baskani(ya da siyaset). "Some guy." dedim.


Bir topluluk degil, ayni mekandaki bireyleriz. (Hence, yabancilasma) Onlar bir topluluk iseler de ben parcasi degilim. Fakat sanirim, insanin homo economicus olmadigini herkes kabul ediyor artik. Su ilginc mesela:


"insanoğlu gerçekten homo economicus karakteri taşıyor mu diye test etmek için bir kaç deney yapılmış. örneğin*, iki kişi arasında bir çeşit paylaşım oyunu oynanmış. bu kişilere a ve b diyelim. a kişisine 10 ytl veriyoruz ve bunu b kişisi ile kendisi arasında istediği oranda dağıtmasını istiyoruz. fakat her iki kişinin para alabilmesi için, b kişisinin bu dağıtım oranını kabul etmesi gerek. b kişisi dağıtımı kabul ederse ikisi de payına düşen parayı alıyor. eğer b kişisi dağıtımı kabul etmezse ikisi de para alamıyor, 10 ytl kasaya geri dönüyor. 


eğer a ve b kişileri gerçekten homo economicus olsalar idi, a kişisinin b kişisine 1 ytl teklif edip 9 ytl'yi kendisine ayırması, b kişisinin de bu teklifi kabul etmesi gerekirdi. zira etmez ise hiç para kazanamayacak, kabul ederse en azından 1 ytl alacak. peki pratikte ne olmuş dersiniz? pratikte, a kişileri her zaman daha adil teklifler yapmışlar. fake oyuncular tarafından kasıtlı olarak yapılan 9:1 veya 8:2 gibi teklifler ise b kişileri tarafından reddedilmiş. aynı deneyi ben çevremde de yaptım, hakikaten insanlar 9:1 gibi bir dağıtım oranını ne olursa olsun kabul etmiyorlar. hatta bir iki tanesine tokat attım, kendine gel, akıllı ol lan lavuk dedim, biraz homo economicus gibi davran, oyun teorisi, kâr maksimizasyonu dedim ama fayda etmedi. sosyologlar bu davranışın nedeninin ilkel (yüzbinlerce yıl önce) barter tüccarlarından bu yana genlerimize işlemiş adalet mefhumunun olduğunu düşünüyorlar."**


Davranissal iktisatin verdigi bir örnege göre de günesli günlerde borsa endeksi daha büyük ihtimalle artisla kapaniyormus, cünkü insanlar günesli günlerde daha umutlu oluyor diye. Saniyorum, Kerem bu konulari cok daha iyi bilir. Ama, anafikir su ki, herkes, üzerimizde egreti duran bir giysi giydigimizin farkinda.

Kendi kendime yabancilasma tribindeyim, ama tüm cevren bunlardan olusuyorsa yapacak fazla bir sey yok. Birkac yil önce hayatimin sonuna kadar muhtemelen görüsecegim kisilerin listesini yapmistim(en iyi arkadaslar manasinda degil), 17-18 falan saymistim. Su an 5 civarinda sayiyorum.


Ceyrek asirlik cinar oldum asagi yukari, hayatimin böyle gecmemesi gerektiginden eminim.


Varolmanin dayanilmaz hafifligiyle sürmeli yasamim. Agirligimi hissetmemeliyim. Ara sira mutlu olup ara sira melankoliye kapildigim hos bir rüya gibi gecip gitmeli. Sanirim. Yane, nasil gecer bilmiyorum da, "Bu insanlar kim, ben neden buradayim?" modunda olmamam gerektigi kesin en azindan. Insanin kendine sormasi lazim, "Hayatim bir dizi olsa beni kimse izler miydi?" diye. Ya da gerek yok sormasina, bilmiyorum. Normal insanlar nerede?




* Baudrillard, J. (2010), Tüketim Toplumu, s. 63, Ayrinti Yayinlari
** http://beta.eksisozluk.com/entry/13157896

1 Kasım 2012 Perşembe

Staji bitirdim. Sonra, "Oh amana yarraami soktugumun boschunu terk ediyorum." dedim, mutlu oldum. Sonra mutlulugumu paylasacagim kisilerin azligini/yoklugunu tekrar hatirlayip, üzüldüm. Pursuit of Happiness'daki Will Smith gibi eheh. Herkes öyledir herhalde. Ama yaptiklari seyleri facebook'tan ilan eden insanlar ne kadar üzücü degil mi? Ben üzülüyorum. Ilgi bekleyip bulamayan günümüz insani. Canlarim benim.

Daha sonra, Stuttgart'i terkedecegime biraz üzüldüm. Bu ilginc denebilir, cünkü bugüne kadar bir yeri terk edecegime üzülmemistim. Bu Stuttgart'a ayilip bayildigim anlamina gelmiyor. Comfort zone'umdan cikip sacma sapan yeni ortamlara girmekten yorulmaya basladigim anlamina geliyor.

Insanlarin evlenme psikolojisi de bununla paralel sanirim. Belli bir yastan sonra pata pata evleniyor insanlar. Evlenmeyenler de evlilik hakkinda konusuyorlar siklikla. Cünkü diyorlar ki, "Ölecegim, tek basima ölmemeliyim.". Ölümlülügümüze dair farkindaligimiz giderek artiyor. Hos degil. Biraz güvende hissetmek istiyoruz. Ölecek olmasak ihtiyac duymazdik böyle seylere o kadar.

Bavul hazirlamam gerekiyor. Sabah trene binmem gerekiyor. Yine. Iyrenc.

19 Ekim 2012 Cuma

Bertrand Russell


Throughout the well-to-do classes, therefore, there is nothing to mitigate the bare undiluted fight for financial success.
From quite early years American boys feel that this is the only thing that matters, and do not wish to be bothered with any kind of education that is devoid of pecuniary value. Education used to be conceived very largely as a training in the capacity for enjoyment-enjoyment, I mean, of those more delicate kinds that are not open to wholly uncultivated people. In the eighteenth century it was one of the marks of a "gentleman" to take a discriminating pleasure in literature, pictures, and music. We nowadays may disagree with his taste, but it was at least genuine. The rich man of the present day tends to be of quite a different type. He never reads. If he is creating a picture gallery with a view to enhancing his fame, he relies upon experts to choose his pictures; the pleasure that he derives from them is not the pleasure of looking at them, but the pleasure of preventing some other rich man from having them. In regard to music, if he happens to be a Jew, he may have genuine appreciation; if not, he will be as uncultivated as he is in regard to the other arts. The result of all this is that he does not know what to do with leisure. As he gets richer and richer it becomes easier and easier to make money, until at last five minutes a day will bring him more than he knows how to spend. The poor man is thus left at a loose end as a result of his success. This must inevitably be the case so long as success itself is represented as the purpose of life. Unless a man has been taught what to do with success after getting it, the achievement of it must inevitably leave him a prey to boredom.

16 Ekim 2012 Salı

Facebook'ta statusuna mal mal şeyler yazan mallar olur ya, uzaktan arkadassindir, ancak yolda görsen falan konusursun. Benim karsilastigim ecnebilerin cogu öyle insanlarmis gibi geliyor bana. Ki karsilastigim ecnebiler akademik basarisi yüksek sahislar. Tanistigim yabancilarin %83'ü gerizekali diyebilirim. Demek istedigim sey, IQ'larinin düsük olmasi degil(obviously), ama they're missing dimensions. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Ve fakat yurt disinda tanistigim Türklerin de büyük kismi gerizekali. Sanirim, insan belli bir yerde uzun yillar yasayip sosyal cevresini olusturdugunda, gerizekaliliklara daha az maruz kaldigindan, dünyada daha az gerizekali oldugu yanilgisina kapiliyor.

Sakso cekmek deyimi Clinton öncesi var miydi acaba? Dilimize o kadar dogal bir sekilde yerlesmis gibi geliyor ki.

Cok güzel bir atasözü ögrendim: Dügüne herkes gider, ama yarragi bir tek gelin yer.
Edit: Bir tane daha ögrendim. Bir amin hatri dagi tasi yatiri.(ege sivesiyle)

Bu post'u Türkce karakterlerle yazmaya calistim, basim döndü. Özür dilerim.

Hizli konusan insanlar hosuma gidiyor.

Blonde Redhead'le kafayi bozdum. Daha önceden de biliyordum, ama sadece birkac ünlü sarkilarini dinliyordum ve sanki tüm albümlerinin güzel olmasi mümkün degilmis gibi geliyordu. Yanilmisim. Kazu Makino cok seksi bir de ya, yok böyle bisey, aksani, tavirlari, göz alti torbalari, sarki söylerken dans edisi... Ilk kez bu kadar seksi cekik gözlü görüyorum. Onu da daha önce de görmüstüm ve aklimdan hicbir sey gecmemisti. Nasil kacirmisim bilemiyorum. 43 yasinda tas gibi. Italyan abiler de acayip cool, ayrica ikizler. COK ACAYIP.



Ikizler gercekten de cok ilginc bir sey ya. Özellikle birbirleriyle konusan bir cift ikiz gördügüm zaman icimi husu kapliyor, imreniyorum.

Sakalli abi davulcu. O hep böyle daha bir kenarda duruyor sanki, cool. "DRUMMERS ARE ALONE" diye bir t-shirt yaptirsam güzel olurdu. Kerem'e verirdim.


Anneme kücükken ismimin manasini sordugumda 'Güclü/kuvvetli' anlamina geldigini söylerdi. Halbuki, daha önce de belirttigim üzere ismimin manasi 'Tek hörgüclü erkek deve'. Bu durum, ben büyürken maruz kaldigim psikoloji üzerine güzel bir örnek olsa gerek. Ne cikarimlar yapmaliyim bilmiyorum.

Bosch'ta staj yapiyorum ya. Sirketten cikip otobüse yetismeye calisan beslerce insan görüyorum takim elbiseleri icinde(onlarca derdim de biraz fazla olacakti ehe). Ve tiksiniyorum. Bence bu imge, corporate hayati ve insan hayatinin yok olmasini güzel bir sekilde simgeliyor. Tabi ki daha tassakli olanlarinin hepsi hususi araclariyla geliyorlar, ama cok bir fark oldugunu düsünmüyorum. Otobüse kosan zihniyetin arabasi da olacak tabi ileride, ama zihniyet degisecek degil.

Almanya hakkinda bir aydinlanma yasadim bir süre önce. O sirada aydinlandigimi hissetmistim, ama su sirada aydinlanmamin üzerinden bir miktar vakit gectiginden ayni yogunlukta hislere sahip degilim. Aydinlanmamin konusu, Almanya'nin amiyane tabiriyle yarrak gibi bir ülke olmasi. O noktaya kadar sorunun bende oldugunu ve entegre olmam gerektigini düsünüyordum. Fakat gecen gün spor salonunun soyunma odasinda üstümü degistirirken yine o sikindirik Alman radyolarindan gelen müzigi duymamla kafama dank etti bu durum. Elabore etmek gerekirse, erkeklerin tipi gercekten cok kötü. Indie ibneler diye aciklayabilirim, adama benzeyen kimse yok. Ibneler yanlis anlamasin da, maskülenite sifir yani, offensive bisey söylemis olmak istemiyorum, pardon. Örneklerle gösterecektim, ama bulamadim internette. Ikinci olarak, gercekten coook kötü müzik zevkleri var. Zevkler kisiden kisiye farklidir muhabbetine mahal vermeyecek ölcüde kötü. Önemli klasik müzik eserlerinin büyük kisminin buradan cikmis olmasi da bir muamma olsa gerek tabi. Haksizlik ediyor olabilirim, elektronik müzikten de ben anlamiyorum mesela. Belki cok acayip elektronik müzik ortamlari vardir.

En sikintili kisim da zihniyet. Hepsinin götünde tipa var sanki. Aptalca bürokrasi ve prosedürlere yapilan isin degerinden daha fazla önem veriyorlar. Ve evet basarili oluyorlar endüstride, fakat o zihniyetle kim calissa basarili olur. Sanki sürekli, evsiz, issiz kalacagim korkusuyla calisiyorlar, mutlu olabileceklerini hic tahmin etmiyorum. Eglenen insanlar görmek istediklerini de sanmiyorum. Bir eleman "2. Dünya Savasin'ndan sonra cok zor günler gecirdiler, yine o duruma gelmekten tirstiklari icin bu zihniyetteler." gibilerinden bir seyler demisti. Bilmiyorum. Bir de üzerine, hava da her zaman bok gibi tabi.

Son olarak bir Ausländer olarak hic Alman arkadasim olmadigini belirtmeliyim. Gördügüm Almanlarin coj büyük kismi yabancilarla takilmak istemiyor. Iyi Almanca konusup Germanize olursan konusuyorlar, ama ondan önce degil. Bu her yerde böyledir denebilecek bir durum oldugunu düsünmüyorum. Cünkü gayet enternasyonel ortamlarda da bu durum devam ediyor.

Sevdigim seyleri saymak gerekirse, hamur islerinin bazilari cok güzel. Ve tabi, Alman kizlarini gercekten cok begeniyorum. Uzun boylu, uzun bacakli ve genis omuzlular. Ama beni sikmiyorlar, indie ibneleri sikiyorlar. O yüzden bu durum da irrelevant olsa gerek.

SU VÜCUDA BAKAR MISINIZ YA!!?

30 Eylül 2012 Pazar

soL gazetesi cikiyor




Aliskanliklarinizi degistirecek, sisteme karsi durusunuzun sesi olacak gunluk gazete soL yarin cikiyor.

soL okuyunuz ve okutunuz.

27 Eylül 2012 Perşembe

Kusursuz olmak için kıçımı yırtıyorum. Her girdiğim dalda en iyilerden olayım diye uğraşıyorum. Her verilen işi en iyi yapmaya çalışıyorum. Tüm kötü, uç özelliklerimi törpülemeye çalışıp kusursuz bir arkadaş, evlat, sevgili olmaya çalışıyorum. Kusursuz bir insan olmaya çalışıyorum.

Bununla gurur duymuyorum ama. Büyük olasılıkla çocukluğumdan gelen bir tür yeterince takdir edilmemekten olan özgüven eksikliği bu, eminim. Neden kusursuz olmak zorundayız ki? Kandırmacalı bir soruydu bu, dğeiliz aslında. Sikerim.

Şu tiplerden deli tiksiniyorum, eğer onlardan biriyseniz....alının işte amk:

  • günlük futbola takıntılı, man kafa fanatikler. her derbi sonrası twitter, facebook'u aptal mesajlarıyla dolduran moronlar,
  • yemek, içmek, uyumak, sıçmak dışında kalan gününün %60'ı şikayet etmekle geçen; ama hayatını iyileştirmek için saçının telini oynatmayan embesiller. ya cesur olup memnun olmadığınız şeyleri değiştirmek için bir şey yapın, ya da kapatın çenenizi. hayat kimseye kolay değil
  • küfürlü konuşan kızlar. olayınız ne sizin ya? size erkekler kafa kızlardan hoşlanır diyenler bunu kastetmemişlerdi eminim
  • kısa kollu gömlek giyen erkekler. evet kısa kollu gömlekler çok tatlı....eğer 15 yaşından küçükseniz. ulan eşek kadar olup çocuk gibi bol kollu kısa gömlekler giyiyorsunuz. hele onları giyip işe gidenleri direk doğramak istiyorum
  • ingilizce tweet atanlar. olm sizin olayınız nedir? 3-5 ay erasmus yapıp gelen tipler bile bir ingilizce tweet olayında. hayır romantizm, hüzün falan ifade etcekseniz türkçe de çok güzel sözler var, türküler arbesk şarkılar falan var.

Of neyse gün içi irinimi akıttım biraz. Akşam Berlin Filarmoni konserine gidip iyice rehabilite olmayı planlıyorum. Hadi eyvallah

25 Eylül 2012 Salı

Bugün özel günümdeyim sanırım, Outliers isimli tırt kitabı okurken 25 kere gözlerim doldu.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Bugüne kadarki en büyük başarım Tumblr'da 57 takipçiye ulaşmak diye düşünüyorum. CV'me de yazacağım. Geçen gün eleman özgeçmişinde CS'de Dust'ta b'ye çok iyi rush attığını yazdığını belirtiyordu. Blogger'ın ak bu arada.

Aksiyondan bağımsız olarak kadınlar hakkında düşünmekten çok keyif alıyorum. Zihnimdeki fantezinin gerçek hayatta deneyimleyeceklerimden daha güzel olduğunu da biliyorum. Yine de, bu hissiyatım değişmediği sürece yaşamak için asgari olarak bir sebebim olacak.

Karlie Kloss'a aşık oldum mesela. Bakıp bakıp iç geçiriyorum ehe. 

PJ Harvey keza, basit 4 dakikalık şarkılar yaparak nasıl bu kadar etkileyici olabildiğine şaşırıyorum hep. Aşk yaşasaydım PJ Harvey'le ne güzel olurdu.

Gerçek kızlar da var tabi. Amiyane tabirle, kız götürme algoritmasını henüz çözemediğimi söylemeliyim, fakat üzerine çalışıyorum, bu da  bir şeydir. Türk kimliğim ve yetersiz Almancamın, Alman kızlarıyla olan(ya da olmayan) ilişkilerimi sekteye uğrattığından kuşkulanıyorum. 

Hoşnutsuzlukla karşıladığım hayatımın iyrenç döneminden sonra gelen halihazırdaki dönem biraz daha iyi diyebilirim. Staj münasebetiyle Stuttgart'tayım. Şehir nispeten güzel, stajyerler arasında sevdiğim birkaç kişi var(ki Münih'teki sıkıntım bu sanırım, herhangi birini gerçekten sevdiğimi söylemem mümkün değil), form durumum oldukça iyi ve Almanya'dan sktir olup başka bir yere gitmeye karar verdim. Tercihen, sıcak havası olan şehirler/ülkeler.

Ukraynalı bir eleman var da bizim. Onun incilerini aslında hep paylaşasım geliyor, fakat korkarım ki, kendisinin karakterini bilmeyince  sözkonusu alıntılar fazla anlamlı olmayacak. Yine de:
"Just follow asses and they will take us to the right place." Stuttgart'ta ilk dışarı çıktığımız gün nereye gideceğimize karar veremezkene
"Number. Give it!" Kızdan barda numarasını isterken
"I don't believe in SMS" Kızı arayamazkene, benim "SMS gönder o zaman" önerim üzerine
"I know his strategy. He's gonna go to a bar, drink a lot of beer and wait for girls to come. I used this strategy for a long time." Diğer elemanı neden sallayıp başka yere gitmemiz gerektiğini açıklarken 

4 Eylül 2012 Salı

Öncelikle utanç verici bir itirafla başlayalım: Taylor Swift'i güzel buluyorum.


Şimdi de birazcık daha derin şeylerden bahsedelim: Modern insan olarak sıkıntımız, atalarımıza göre  hayatımıza yön verirken sahip olduğumuz olanakların oldukça sınırlı olması. Bu durum birey olarak varlığımızın yok olmasına sebep oluyor. Çünkü önümüzdeki bir seçeneğin diğerinden farkı olmaması geleceği düşünmekten vazgeçmemize yol açmakta. 

Modern insan, "Becerilerini koruduğu ve şirketine, derneğine ya da sendikasına sıkı sıkıya sarıldığı sürece büsbütün yok olmayacağını hissetmektedir. Böylece aklın bireysel öznesi giderek sönen, söndükçe de balon gibi buruşan bir ego haline gelir."[1] 

Dahası önümüzdeki sınırlı seçenekler bize bir örgütün üyesi olmaktan fazlasını vermiyor.(Alıntıda belirtildiği üzere, şirket, dernek ya da sendika) Bir şirket ya da diğerinde çalışmak finansal getiriden öte bir şey farkettirmiyor. Ve bu getirileri elde etmek için iyi ihtimalle günlük 8-10 saatimizi kendimizi gerçekleştirmemizi hiçbir şekilde sağlayamayacak işlere harcamamız gerekiyor. Girişimcilik ise insanların, sistemin kuralları dışına katiyen çıkmadan sürünün kalanından üstün hissetmesini sağlayan bir mastürbasyon aygıtı gibi geliyor bana. 

Hali hazırdaki sistemde, akılsız, amaçsız, kimseye yararı olmayan bir makinenin dişlilerinden biriyiz. Bundan rahatsızım. 

Karlie'yi de çook beğeniyorum. 

Bu bahsi kapatırsak, şimdi de kariyer planlarıma geçmek istiyorum. 3 fikrim var. 

1) Uni Texas at Austin'e başvuracağım: Gerçi bu dönem notlarım tarrak gibi, muhtemelen kabul edilmem, ama hayırlısı. Bu üniversiteyi isteme sebebim, Texas'ın aklımda çok güzel çağrışımlar yapması. Örneğin, havanın hiçbir zaman soğuk olmaması ne kadar güzel. Moreover, Ozan isimli meymenetsiz arkadaşımın bile orada pek çok kez sevişmiş olması da önemli bir etken.

2) Modellik Agency'e başvuracağım: Bu ara forma girdim yine. 2-3 kilo versem iyi olabilir. Biraz da yaşım geçiyor gibi, ama neden olmasın. Bunu da model kızlarla hook-up olma fırsatı yaratabileceği için düşündüm.

3) Cruise Gemisinde çalışacağım: Kafa dinlerim, para biriktirip dağ gibi olan borçlarımı öderim. Hatta, tatil yörelerinde barmenlik, garsonluk falan yapacağım.



1) Horkheimer, Max, 2010, Akıl Tutulması, s. 154, Metis Yayınları

1 Eylül 2012 Cumartesi

Hayatta neyin önemli olduğunu hala bilmiyorum. Ama neyin önemli olmadığını biliyorum. İnsanların üzerine uğraştıkları şeylerin oldukça büyük bir kısmı. Kadınlar? Düşününce prosesin içgüdüsel doğası biraz utanç verici gelebilir ama napak.

28 Ağustos 2012 Salı

Bu aralar facebook fotolarında zıplayan kızlara kafamı taktım. Neden zıplıyorsunuz amına kodumun gerizekalıları? NEDEN? Memleketim kızlarında daha moda olmadı sanırım, çok görmüyorum.

My dear P—,
You may as well come  now . D— and F— are agreed that I cannot
hold out beyond to-morrow midnight; and I think they have hit the
time very nearly.
                                                                                         Valdemar.

Civilized men refuse to adapt himself to his environment. Instead he adapts his environment  to suit him. So he built cities. Roads, vehicles, machinery and he put up power lights to run his labour saving devices. But somehow he didn’t know when to stop. The more he improved his surrounding to make the life easier, the more complicated he made it. So now his children are sentenced to 10 to 15 years of school just to learn how to survive in this complex and hazardous habitat that they were born into.
The Gods Must Be Crazy

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Düşünüyorum da, yaşlıyken cool görünmek mümkünatı düşük bir durum. Çünkü, sarkık gıdı, ağızdan akan salya, ve en iyi ihtimalle nötr, kötü ihtimalle malarmış bakışlar coolluğun önünde engel oluşturuyor.

Selma Blair kendisine yöneltilen alkış ve ereksiyonları hakediyor. Charlie Sheen'in yeni dizisi Anger Management'ta oynayan aktris, 40 yaşında seksapelinin zirvesinde. Kakül+koyu göz makyajı ikilisi neredeyse her zaman güzel, fakat kendisinde ekstra güzel.

She'd definitely get it.


23 Ağustos 2012 Perşembe

Hindsight bias

Hindsight bias, sometimes referred to colloquially as the "I-knew-it-all-along" effect, is the effect whereby people think that past events were predictable, or at least more predictable than they actually were. This is because after an event, the probability of it happening is, naturally, 100%. The bias arises because people ignore the things that didn't happen or the things that didn't cause the event - known as the "availability heuristic". This allows people to point to specific causes of an event (such as a catastrophe) and ask, "Why wasn't something done about it?"

Sonuç: Kendinize çok yüklenmeyin

Kaynak: http://rationalwiki.org/wiki/Hindsight_bias

Of Headless Mice...And Men


Last year Dolly the cloned sheep was received with wonder, titters and some vague apprehension. Last week the announcement by a Chicago physicist that he is assembling a team to produce the first human clone occasioned yet another wave of Brave New World anxiety. But the scariest news of all--and largely overlooked--comes from two obscure labs, at the University of Texas and at the University of Bath. During the past four years, one group created headless mice; the other, headless tadpoles.
For sheer Frankenstein wattage, the purposeful creation of these animal monsters has no equal. Take the mice. Researchers found the gene that tells the embryo to produce the head. They deleted it. They did this in a thousand mice embryos, four of which were born. I use the term loosely. Having no way to breathe, the mice died instantly.
...

The headless clone solves the facsimile problem. It is a gateway to the ultimate vanity: immortality. If you create a real clone, you cannot transfer your consciousness into it to truly live on. But if you create a headless clone of just your body, you have created a ready source of replacement parts to keep you--your consciousness--going indefinitely.
Which is why one form of cloning will inevitably lead to the other. Cloning is the technology of narcissism, and nothing satisfies narcissism like immortality. Headlessness will be cloning's crowning achievement.
Did I request thee, Maker, from my Clay 
To mould me Man, did I sollicite thee
From darkness to promote me? 
                                                        
                                          Paradise Lost

22 Ağustos 2012 Çarşamba

"Life, although it may only be an acummulation of anguish, is dear to me, and I will defend it."

16 Ağustos 2012 Perşembe

On Creativity



"Everything must have a beginning, to speak in Sanchean phrase; and that beginning must be linked to something that went before. The Hindoos give the world an elephant to support it, but they make the elephant stand upon a tortoise. Invention, it must be humbly admitted, does not consist in creating out of the void, but out of chaos; the materials must, in the first place, be afforded: it can give form to dark, shapeless substances, but cannot bring into being the substance itself."

Shelley

15 Ağustos 2012 Çarşamba

WHY DON'T CANNIBALS EAT CLOWNS?




Tanrı adın işitmedi ömründe; 
İnanmadan da madem yaşanıyor diye, 
Rüzgarlı bir kıyıda, sevinç içinde, 
Yaşamak dururken düşünmek niye?

Can Yücel'in Sakız Ağacı şiirinden

"3 spinsters, 3 fate sisters. Clotho who pulls out the thread.Lachesis, who measures the thread and Atropos, who cuts it: The thread of our life."




 BOAT, beneath a sunny sky
Lingering onward dreamily
In an evening of July--

Children three that nestle near,
Eager eye and willing ear,
Pleased a simple tale to hear--

Long has paled that sunny sky;
Echoes fade and memories die;
Autumn frosts have slain July.

Still she haunts me, phantomwise,
Alice moving under skies
Never seen by waking eyes.

Children yet, the tale to hear,
Eager eye and willing ear,
Lovingly shall nestle near.

In a Wonderland they lie,
Dreaming as the days go by,
Dreaming as the summers die;

Ever drifting down the stream--
Lingering in the golden gleam--
Life, what is it but a dream?



LIFE IS BUT A DREAM
by: Lewis Carroll (1832-1898)


""‘and what is the use of a book,’ thought Alice ‘without pictures or conversation?’...and sometimes she scolded herself so severely as to bring tears into her eyes."

"It was all very well to say ‘Drink me,’ but the wise little Alice was not going to do that in a hurry. ‘No, I’ll look first,’ she said, ‘and see whether it’s marked “poison” or not’; for she had read several nice little histories about children who had got burnt, and eaten up by wild beasts and other unpleasant things, all because they would not remember the simple rules their friends had taught them: such as, that a red-hot poker will burn you if you hold it too long; and that if you cut your finger very deeply with a knife, it usually bleeds; and she had never forgotten that, if you drink much from a bottle marked ‘poison,’ it is almost certain to disagree with you, sooner or later."



"Fairy tales we often think are aimed at children. Perhaps this is because children have not yet learned the cynicism attached to the recognition that all things end. "

"Children literature adopts a child-like viewpoint. Reduced knowledge, you don't worry about international affairs, you often don't worry about money, you often don't worry about sexuality, you have world, limited range of concerns and experience that one would expect in adult literature. 
...
But in adults only literature children have a very limited range that they can function within, sort of the ways dogs can."

"So how are the fairy tales with their extreme violence get told?

 Here's the grandmother, who is on her way to her end of life. She's telling the story to the child. That story scares the child. Why would the child like it? For the same reason that a child likes to be thrown into the air and caught, for the same reason that children love to be tickled, for the same reason that people get on to rollercoasters, for the same reason people go to horror movies: We're all going to die. Noone gets out of here alive. It's a scary world. Accidents happen, crazy things happen, bad people happen.

But your parent will catch you, the tickling will stop, the horror movie ends and you can go out for  ice cream at the end and you get off the rollercoaster have a frankfurter and stagger over to the next ride in the park. 

These experiences of pretend-fear give us faith that we can in fact function in the dangers of life. That's why the child gets a general compensation from the fairy tale.

But what's in it for the grandmother? The grandmother feels aggression, the grandmother knows that death is closer than it is for the child by far. There is...something attractive about tickling that kid until it screams, about pushing the swing a little bit higher. But it is your own child. And when you see that pretend half-belief terror, you become the hero by catching the child, by stopping the tickling, by giving the happy ending.  

So we have two audiences for the fairy tale: We have the child audience motivated by the need to be able to deal with the difficulties in life and we have the adult audience of the fairy tale needing somehow to blunt the aggression that we feel in the face of youth, hopefulness and promise that the young have and we have already spent. They happen to ducktail perfectly." 



"But, Lord love ye, miss, I ain’t afraid of dyin’, not a bit, only I don’t want to die if I can help it. My time must be nigh at hand now, for I be aud, and a hundred years is too much for any man to expect. And I’m so nigh it that the Aud Man is already whettin’ his scythe. But don’t ye dooal an’ greet, my deary!”— for he saw that I was crying —“if he should come this very night I’d not refuse to answer his call.  For life be, after all, only a waitin’ for somethin’ else than what we’re doin’, and death be all that we can rightly depend on."


Sex=Youth&Immortality
"The poor fucker didn't have a cunt. I threw his letter into the wastebasket."

"We undressed and climbed in. She was 6 feet tall. I'd always had small women. It was strange - every place I reached seemed to be more woman."



"I was naturally a loner, content just to live with a woman, eat with her, sleep with her. I didn't want conversation, or to go anywhere except the racetrack or boxing matches. I didn't understand t.v. I felt foolish paying money to go into a movie theatre and sit with other people to share their emotions. Parties sickened me. I hated the game-playing, the dirty play, the flirting, the amateur drunks, the bores."



"I disliked weekends. Everybody was out on the streets. Everybody was playing Ping-Pong or mowing their lawn or polishing their car or going to the supermarket or the beach or to the park. Crowds everywhere. Monday was my favorite day. Everybody was back on the job and out of sight."

Son olarak alıntıyı bulmaya üşendim, ama 80 yaşında olup 18 yaşında bir kızı sikmek çok mantıklı.



Düzenli antremanın yararı, gündelik bir ego tatmini sağlayarak kendine güveni yenilemesi ve yaşam üzerinde kontrol sahibiymiş hissi vermesi. Spor izlemenin güzelliği ise kazanmayı her şeyden çok isteyen sporcularla özdeşleşerek onların duygularına ortak olmak.

Son bir haftadır çok başarılı sıçıyorum. Durumu, düzenli içtiğim Ensinger Sport marka mineral suyuna bağlıyorum. 




24 Temmuz 2012 Salı

Bu güzel mi? Yanıt veriyorum: Hayır, skimsonik Alman sokakları ve binaları.

Bu da onun kadar güzel işte.(Bu da güzel değil, bizim evin oralar.)

Belli bir noktaya varmayacaksam sıkıntılarım hakkında yazmaktan hoşlanmıyorum bu bloga. Ama hayatımı okul yarıyıllarına göre bölersek, hayatımın en kötü yarıyılını geçirdim.Tam bitmedi hatta daha.

Sonuç olarak, söylemek istediğim şu ki; o kadar da kötü değildi. Amına korum akıllı olsuın hayat. Format atıyorum.





23 Temmuz 2012 Pazartesi

Şu amına kodumun sınavlarını bitirdikten sonra paternlerimi değiştirmeye odaklanacağım. Daha esnek bir insan olacağım. Farklı şeylerle uğraşacağım. Almanca çalışacağım. Kitap okuyacağım, İngilizcemi geliştireceğim. Hayvan gibi spor yapıp hayatımın en fit durumuna geleceğim. Akşam eve geldiğimde kendime vakit ayırabileceğim bir hayat istiyorum, çok şey mi? 11 aydır buradayım, 11 gün geçmiş gibi geliyor sadece. Yaşamın hızını düşürmesi lazım.

Bu arada: KEREM İBNESİ, emekli olunca ne yapacağını planlamaya başlama abi. Seni anlıyorum, ama böyle düşüneceksek zaten her şey bitti yane.

22 Temmuz 2012 Pazar

Tour de France 2012

Önceki yıllara göre sönük geçen Tour de France'ı cool favorileriyle Bradley Wiggins kazandı. Favorilerin eksikliğine(facial hair olan değil de insan olanlar) ve tırmanış etaplarının azlığına rağmen haketti de denebilir. Çok sağlam zamana karşı performansları gösterdi.Wiggins'le ilgili güzel bir yazı: http://tr.eurosport.com/bisiklet/fransa-bisiklet-turu/2012/bradley-wiggins_sto3356730/story.shtml


Sky takımı genel olarak turda çocuğu koydu denebilir. Chris Froome genel klasmanda ikinci olurken, Cavendish bugünkü Champs-Elysees'de iyice uzaklardan başladığı sprinti ile turdaki 3. etap galibiyetini aldı. Çok sağlam çocuk, maaşallah. Sonuç olarak Britanyalı bisikletçiler bu sene tarihinin en başarılı turunu geçirmiş oldu.

Wiggins'in, Sky takımıyla ilgili doping dedikodularına basın toplantısında "Cunts!" şeklindeki çıkışı, kameralara ve Froome dallamasına karşı genel tavrı hoştu.

Voeckler de kırmızı benekli mayoyu aldı, pek sevmiyorum ibneyi, ama tura renk kattı denebilir.

Cadel Evans sıçtı, Frank Schleck'in yasaklı madde kullandığı ortaya çıktı. Üzücü.

2013'te, Tour de France'ın 100. yılında Andy Schleck ve Contador'un dönüşüyle efsane bir tur bekliyorum. Şimdiden heyecanla hopluyorum.

20 Temmuz 2012 Cuma

Cinler Periler

Sınavıma kabaca 12 saat kaldı. Yeterli miktarda çalışmadım, pilim bitti sayılır. Gerilimi iyiden iyiye hissetmeye başladığım şu anlarda bloga yazmanın iyi bir fikir olacağını düşündüm.

Hayaletler, cinler gibi hedelerin varlığının imkansız olduğunu düşünmedim hiçbir zaman. Olmadıklarını tahmin etmekle birlikte, var olmalarını umdum bile. Çünkü tahayyül edemediğimiz şeylerin varlığı, hali hazırdaki anlamsızlığı belirsizliğe çevirebilir. 9 yaşımdayken ufo gibi bir şey gördüm yıldızlara bakarken. Yegane metafizik deneyimim bu. Öcüler yok sanırım, var olsalardı her şey daha az korkunç olurdu.

Evren gerçekten(GERÇEKTEN) dehşet verici büyüklükte bir yer. 600 ışık yılı öteden bizi izleyenler varsa İstanbul'un fethini falan görüyorlar. Ki 600 ışık yılı uzaklık yakın gayet.

Rosenhan deneyinde psikolog eleman 8 kişi seçmiş ve bunların kafalarında pat diye bir ses duyduklarını söyleyerek akıl hastanelerine başvurmalarını istemiş. İsimleri ve meslekleri dışında tüm hayatlarını olduğu gibi anlatmış başvuranlar. 7'si şizofreni 1'i bipolar bozukluk teşhisiyle kliniğe yatırılmış. Klinikte normal davranmalarına ve artık bir ses duymadıklarını söylemelerine rağmen taburcu edilmemişler, ağır ilaçlar kullanmışlar, 2 ay klinikte tutulanlar olmuş. 30 yıl sonra aynı deneyi başka biri yapmış. Bu sefer de hastaların hepsi depresyon teşhisiyle kliniğe yatırılmışlar. Bu deney bence psikiyatri ve psikolojinin yararsızlığını göstermekten ziyade psikiyatristlerin dallamalığını gösteriyor. Genel olarak insanların dallamalığını da gösteriyor hatta. Benim çıkardığım bir diğer sonuç ise normal insanlar ağır ilaçlara maruz kalıyorlarsa, biz de bir takım kimyasallar kullanabiliriz.

Kerem'in bloga yazdığı Limon Pazarı başlıklı yazı blog istatistiklerine bakarsak çok okundu. Kendisine yazdığı için teşekkür ediyorum, daha çok yazsın. Ben de kesinlikle aşk ilişkilerine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Ama, benim için önemli bir noktayı tekrar vurgulamak gerekirse, her şeyimizi o nokta üzerine kurmamalıyız. Çünkü yeterince sabit bir nokta değil.

Bir de, astrolojiyi sürekli aşağılayan insanlardan rahatsız olduğumu söylemek istiyorum. Özellikle de, aşağılayan kişi dindarsa iyice komik oluyor, ama dindar değilse bile, dinin amına koyıyım diye dolaşmadığına göre astrolojinin amına koyıyım diye de dolaşmamalı.

Bence ama az, ama fazla, hepimiz malız.

Hadi ders çalışıyorum. Eyyorlamam bu kadar.

19 Temmuz 2012 Perşembe

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Kahve guzel sey. Kokusu guzel, tadi guzel, bir fincani bitirdikten sonra verdigi haz ve canlilik guzel. Kahve icelim. Her kahveyi icmeyelim ama. Americano gibi harbi kahveler icelim, icince carpsin soyle.

Bugra hasta oldu, bir turlu iyilesemedi adam.

Bir de klasik muzik calan kafe aciyorum emekli olunca. Net.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Limon pazari

Merhaba ben Kerem. Bugranin asagidaki yazida siraladigi tum niteliklere sahibim. Arti olarak kitap okuyan guzel kiz fotograflari gordugumda yeniden bloglama, her yemekten sonra tatli isteme, A konusu kafamin icinde evirip cevirip 100A boyutuna getirmek gibi ozelliklerim de var. Her neyse bu blogun konusu ben degilim elbette. Bugra da degil bu blogun konusu. Bence bu blogun konusu zeka seviyemize ve hayat gorusumuze gore hepimizin bazen az bazen sik sordugu sorulari yinelemek, belki bir kac tanesine ucundan cevap vermeye calismak, ve verdigimiz cevaplari belirli bir sure sonra begenmeyip kendi malligimizi tescillemek olabilir. Olmayabilir de tabii.

Bugranin duygusal iliskileri Ekonomi 101 arz-talep cercevesinde ele almasi ilgimi cekti. Peki insanlar arasinda, bilincli ya da bilincsiz, boyle bir dinamik oldugunu kabul edersek sonumuz nereye varir? Ekonomi ders kitaplarindaki gibi bir denge bulabilir miyiz? Bence bulamayiz.

Nedenini iktisatta en sevdigim teorilerden olan ve 2001 yilinda Nobel odulune layik gorulen Market for Lemons teorisiyle aciklamaya calisalim.

Bir suru limon
Teorinin ana fikrine sabit kalarak onu insan iliskilerine uygulamaya calisirsak soyle tanimlamalar yapabiliriz:

  • Varsayalim ki yalnizca iki tip sevgili var: iyi sevgililer (IS) ve kotu sevgililer (KS). Kotu sevgilileri iyice yerin dibine sokmak icin onlara limon diyelim (orjinal makalede limon kalitesiz arabalar icin kullanilan bir benzetme)
  • Diyelim ki dunyamiz materyalistligin dibine sonunda vurmus ve artik her seyin degeri olculebiliyor. Bu durumda varsayalim ki iyi sevgilileri tavlamak icin onlara 10 waffle ismarlamamiz gerekiyor. Limonlari ise 5 waffle'a kapatabiliyoruz. (Waffle burada sadece ben yemeyi cok sevdigim icin kullanilmistir)
  • Biz biliyoruz ki piyasada esit sayida IS ve limon var ve bu sayi herkes tarafindan biliyor (iste bu varsayim gercek hayata hic uymuyor)
  • Ancak gelin gorun ki pazara cikan bir kisi karsisina cikan kisinin iyi sevgili mi yoksa limon mu oldugunu ilk bakista anlayamiyor.
  • Son olarak diyelim ki bu pazardaki herkes kokune kadar yengec burcu ve inanilmaz kirilganlar. Yani boyle deneme-yanilma iliskileri yapamiyorlar. Her iliskiyi kafalarinda buyutup kendinlerine sonsuz azaplar cektiriyorlar.
Bu durumda saf bir sekilde pazara cikan ve kendine sevgili arayan bir insan, pazarda karsisina cikan her aday icin her bir tip sevgilinin sayisina ve degerine bagli olarak bir ortalama deger bicecektir. Bu deger sudur:
Beklenen deger= (IS orani*IS'lerin degeri) + (limonlarin orani*limonlarin degeri) 
                        =0,5*10+0,5*5
                        =7,5 waffle 
Yani pazara yeni dusen bir yengec, karsisina cikan her adaya 7,5 waffle degerinde bir deger bicecektir. Aslinda adil gozuken bir degerlendirme degil mi? Peki her onumuze gelene 7,5 waffle deger bicersek ne olur?


Cevabi maalesef hic olumlu degil sayin okuyucu. Kendi degerinin 10 waffle oldugunu bilen iyi sevgililer, yengec olduklari da goz onunde bulundurulursa asiri alinganlik yapacak, iclerine kapanacak ve kendilerini pazardan cekeceklerdir. :(


Bunun olacagini ongoren diger yengecler ise sadece limonlarin oldugu bu pazara girmekten vazgecip kendi koselerine cekilecek ve Turk Internet altyapisi elverdigince masturbasyon yapmaya devam edeceklerdir. Gordugunuz gibi sirf karsimizdaki insanin ne tur bir sevgili oldugunu bilmedigimizden koskoca bir sevgili pazari coktu ve sonunda kazananlar yalniz ucretli porno siteleri ve birahaneler oldu.


Bu nacizane analizimizi varsayimlarimizin cok ucuk olmasi sebebiyle yerebilirsiniz, begenmeyebilirsiniz. Buyuk olcude hakli da olursunuz bence. Yine de birkac milyon ihtimalde bir de olsa boyle bir dinamik gerceklesebilir ve dunyanin bir kosesinde kalbi kirik yengecler masturbasyon yapmaya mecbur kalabilir. Bu durumu da goz ardi etmeyinin derim. 


Neyse bu kutsal bloga ilk yazimi da bu vesileyle yazmis oldum. Onumuzdeki yazilarimin daha az nerd icerikli, daha cok kufurlu ya da daha cok am-meme fotograflari olacagini garanti edemem ama bir seyi garanti edebilirim: sevismeyi ben de en az sizin kadar seviyorum. hehe


Neyse bence en iyisi hepimiz buna konsantre olalim:


Limonlu turta. Oh mis




6 Temmuz 2012 Cuma

Arz-Talep ve İlişkiler Üzerine

Nasıl ki, aslında çukulata değil mutluluk, araba değil prestij satın alıyorsak ilişkilerde de karşı taraftaki kişiyi değil, mutluluk, güven ve kendini değerli hissetme hislerini almak istiyoruz.

Çukulata bize hiçbir zaman vaadettiği mutluluğu vermiyor. Çünkü çukulata her ne kadar parayla satın alınabilecek mutluluk simgelerinden olsa da nihayetinde tatlı bir besin maddesinden ibaret.  

İlişkilerde de karşı taraf bizim egomuzu tatmin etmemizi sağlayacak bir makine değil, (ne yazık ki) kanlı canlı bir insan. 

Her ne kadar hayatın anlamına vakıf olmamızı sağlayamasa da daha sonra üretilen şu çukulatalar baya güzel ve bunu almayı tercih ediyorum.(Önce arz sonra talep)
İnsanları da "hm en azından şöyle davranıyor şöyle davranmak yerine" ya da memesi daha güzel vs. diye tercih edebiliriz. Fakat asıl aradığımız şeyi bulamayacağız. Sanırım aradığımız şey de sonsuz güven, mutluluk ve huzur. 

Şu açık ki, çukulata, pasta ve insanlar ancak bizi oyalayıp yaramızı kaşımamızı engelliyor. Çok cool bir insan olmadığım için Ekşi Sözlük ve Ekşi Duyuru'yu takip ediyorum. O duyuru sitesinde, onlarca onlarca insanın her gün paylaştığı onlarca "Unutamıyorum", "Özlüyorum", "Şöyle olsun isterdim ama böyle oluyor.", "Çok kötü hissediyorum.", "Mutsuzum", "Hiçbir şey yapmak istemiyorum." vb. temalı yazıyı sapıkça bir keyifle okuyorum. 

Bilmiyorum. Bence beynin çalışma şeklini iyice çözüp, uygun yerleri uygun şekilde uyaracak ilaçlar yapıp sürekli mutlu olabiliriz. Zaten medeniyetimiz antidepresanlar ve uyaranlar üzerine kurulu sanırım. Ay neyse YOLO.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Ünlü ekonomist, düşünür ve iflah olmaz yengeç Kerem Kılıç'ı konuk yazar olarak bloguma ekledim. İlerleyen günlerde İngiltere deneyimi, kariyer, aşk ve ontolojik meseleler ile ilgili yazılar yazacak.

Master yorucu bir modda ilerlemeye devam ediyor. Özellikle, bu yoğunluğun sadece fen bilimleri ve stres yönetimi alanlarında gelişmeme yardımcı olmasından oldukça rahatsızım. Gelecekte kendimi diğer yönlerden de geliştirebileceğim ortamlar bulacağımı umuyorum.

Bildiğiniz üzre öznel akıl kavramının nesnel akıl kavramı üzerinde egemen olması her şeyi değersizleştirdi. In other words, akıl - ve diğer erdemler -  bize maksimum fayda sağlaması, araçlar ve amaçlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi için kullandığımız bir araçtan ibaret artık. İnanç, erdemler, insanlar ve her şey izafileşti. İnsanlar yaşamlarını hangi değerler üzerine kuracaklarını bilmiyorlar, çoğunlukla arayıştalar. Her şeyin izafi olması kitlelerin kolayca manipüle edilebilmesi sonucunu da doğurdu.

Doğru kavramı relatif olabilir. Ama bu egemen çıkarlarca eğilip bükülebilmesi gerektiği anlamına gelmiyor. En azından hep beraber, sürdürülebilir bir şekilde yaşayabilmek için bir sistem kurmalıyız.

Laboratuvar staj raporumu yazmaya devam etmem gerekiyor haftalardır yaptığım gibi. Ama bu yazıyı yazmak eğlenceliydi.

20 Haziran 2012 Çarşamba

Rüya

Saaat 3:37

Rüyamda televizyonda film var. Ama hiç bitmeyen bir film sanki. çünkü günler geçiyor, ben yemek yapıyorum, ev işi yapıyorum ve film ekranda oynamaya devam ediyor. "Dear Ana" diye başlıyor, neden bilmiyorum. Zihnim bu fonetiği beğenmiş heralde. Bej bir arkaplanın önünde küçücük beyaz bir topçuk var hafifçe büyüyüp küçülen ve titreşen. Anlatıcı bize, hissi verebilmek için filmin bu şekilde çekildiğini söylüyor ve ben yemek yapmaya devam ediyorum, donmuş gıdaları buzluğa yerleştiriyorum.

Farketmeden izlediğim film gerçekliğin bir parçası olmuş, öyle ki olayları ben mi yaşıyorum yoksa 3. gözden mi izliyorum emin olamıyorum. Bir adam var. Camının önünde bir tenis topunun çeyreği kadar büyüklükte, tenis topunun yeşilliğinde bir topçuk bir bardak suyun içinde duruyor. Bu bir simge, adamın karısı ölmüş/gitmiş ve o topçuk o zamandan beri orada. Günler geçiyor, aylar geçiyor. Adamın tek yaptığı yaşamak, yemek yapmak, donmuş gıdaları buzluğa yerleştirmek. Gidiyor geliyor mutfağa, ben ise genelde mutfağı izliyorum.

Sonra taşınıyor, ama taşındığı yerde yaşanmışlıklar olduğunu hissediyorsunuz. Bağırıyorum, "Başka yere taşınsana" diye. Dışarıda güneş varken bile içerisi güneş görmüyor, cam kenarında su bardağı ve içinde yeşil topçuk durmaya devam ediyor. Zaman geçmeye devam ediyor.

Bir yerden donmuş gıdalar geliyor yine. Kurban bayramında verilen etler gibi belki, ama bunlar şinitzel. Farklı büyüklük ve dimensionlarda şinitzeller, her birinin paketinden küçük kağıt parçaları çıkıyor. Hepsini birleştirdiğimde yırtık bir kağıt parçasını tamamlayacağım. Kağıtları ayırıp yana koyuyorum ve çok çok titiz bir şekilde bu kadar şinitzeli hangi geometrik şekle sokarak buzluğa sokmayı başarabileceğimi düşünüyorum. O sırada dünyadaki en önemli iş o.

Ve zaman geçiyor. Topçukta sanki eskimekten gözenekler oluşmuş gibi. "10 yıl oldu!" diyor adam, haykırıyor ya da bilmiyorum. "11 yıl olmadı mı? Olsun yılların geçmesine bir achievement olarak bak." diyorum.

Ve biraz daha zaman geçiyor. Top gözümün önünde titreşmeye başlıyor. Şu an bile ürperiyorum. Adam melodik bir şekilde "Eyvah Tanrım, I'm still missing!" cümlesini tekrar ediyor. Topçuk  titreşiyor, gözeneklerinden ışık sızdırıyor ve o başta gördüğüm küçücük beyaz topa dönüşüyor. O beyaz top hala küçücükken aynı zamanda sonsuz büyüklüğe ulaşıyor, "Eyvah Tanrım I'm still missing!" cümlesini duymaya devam ederken ruhumu ve her şeyi emiyor. Ve tekrar baştaki, bej arkaplanlı minicik beyaz top görüntüsü.

Belki yarın okuduğumda çok saçma olduğunu düşüneceğim, ama şu anda bir şeyin içine çekilme hissini hala canlı olarak hissediyorum ve yazdıklarımı tekrar okumayacağım. Ayrıca bilinç altı götünü sikiyim, bırak bu işleri.  

Saat 4:00.

17 Haziran 2012 Pazar

Dünya Kürek Kupası 2012

Kürek ile alakalı olimpiyatlardan önceki son büyük organizasyon Dünya Kürek Kupası bu haftasonu Münih'teydi. Ben de Münih'te yaşayan bir kişi olarak izleyiciler arasında yerimi aldım.

Öncelikle çağırdığım 20 küsür kişiden hiçbirinin teklifime olumlu yanıt vermediğini ve hatta yalnızca dördünün teklifime yanıt verdiğini belirtmeliyim. Puştlar!

Yarış alanına shuttle otobüs kaldırıyorlardı, trenden inip otobüse bindim. Otobüsteki insanlar genelde yaşlı Almanlardı. British ve Avustralyalı kitle de yok değildi, yavşak aksanlarıyla konuşuyorlardı. 

Yarış yerine yaklaştıkça heyecanlandım doğrusu. Güneş ve rüzgar yoktu, hava çok hafifçe serindi. Yanımızdan, ısınan bayan sporcular geçti, hepsi gayet görkemliydi tabi.

Samsung event'in sponsoru olduğundan çeşitli atraksiyonlar yapmış. Birbirine vurunca ses çıkaran balonumsu uzun şeylerden verdiler bize. Elektronikler vs. vardı bir standda. Aynı zamanda mini bir street rowing yarışması düzenliyorlardı bebeler arasında.

ahanda bu şekilde.
Erkekler 2 çifte yarışını kazanan Norveç ekibi tam vikingdi, hırladılar kameraya. Ayrıca foto daha net olsa taytın içinden fırlayan 6pack'leri görürsünüz. Dev gibi bu elemanlar bu arada. 

Almanlar ise maldı, madalya alan herkesin boynuna üzerinde "London 2012 we're coming" gibi bir şeyler yazan Herzlebkuchen taktılar.

3. olan Fransız Hafif Kilo 2 Çifte ekibi böyle şirinlikler yaptılar. Bilmem katılır mısınız, kürekçiden ziyade sözel bilimlerde okuyan piçlere benziyolar. Şu turunculu balık-etli bayan olmasa beni görebilirdiniz sanırım bu fotoda. 

Hafif kilo sporcular çook zayıf görünüyorlardı, üzüldüm. Çöp gibi bacaklar, her yer damar.

Buradan tam olarak anlaşılmıyor. Ama Hırvat 4 Çiftesinin bacakları İNANILMAZ kalındı. Oha yani.
Birinci gelen Ukrayna Bayan 4 Çiftesi. Bu kızlar da dev gibiydi. Bir hareketlenmeye sebep oldular eheh.
Eric Murray'nin olduğu 2 Tek, yarışı aldı tabi ki.

Dünya gözüyle Marcel Hacker'ı gördük. Artist pezevenk yarışı aldı. Olaf Tufte ise ancak altıncı olabildi.
Böyle pozlar verdi Hacker, çok mutlu oldu madalya alırken. İkinci ve üçüncü gelenler adamı omuzlarına aldılar. Buralarda biraz halk kahramanı modunda eleman sanırım, herkesle el sıkıştı, birilerine öpücük gönderdi. Baya fazla alkış aldı.
Hafif Kilo 2 Çifte Yavrular
Mahe Drysdale birkaç gün önce bir trafik kazası geçirmiş olmasına rağmen yarış çekmek istiyor.

Birinci gelen Britanyalı Hafif Kilo Erkek 4 Tek ekibinden yarış öncesi bromance.

Bu kadın küreği çok zahmetsizce çekiyormuş gibi görünüyor. Geriden gelip sakin sakin birinci oldu yine.

Bunun dışında, madalyalarda genelde Britanya ve Avustralya ambargosu varkene; İngilizler, Almanya'nın olmadığı 8+ yarışında Polonya kafalarına verince baya göt oldular, ayrıca taytları da çirkindi.

Uygun foto bulamadım, ama açık renk tayt giyen takımlarda, özellikle Avustralya ve İtalya, yine 'Yiğidin malı meydandadır.' lafını tecrübe ettik. Ne tarafa yatırdıklarını gözlemledik. Kızların da kuku çizgisini gördük.

Amerika gelmemiş yarışlara sanırım. Ayrıca elemeleri izlemedim, fakat finallerde 1 tane bile Türk ekibi yoktu maalesef. Tek çifte bayanlarda Azeri bir sporcu vardı. 

Son olarak, dünya kupası 10 yıldır Münih'te yapılıyormuş. Fakat artık buna bir ara verileceğini ve yarışların başka bir yerde yapılacağını söyledi FISA başkanı. Ben de "La seneye değiştirseydiniz keşke kardaş." dedim. Ayrıca yarışların sonlarına doğru ortaya çıkan güneş yine amele yanıklarına sebebiyet verdi.


12 Haziran 2012 Salı


Ben Lebron James’i çok severim, lige ilk girdiği günden beri seviyorum. Hareketlerini estetik bulurum. Karakterinde sıkıntılar olabilir, kafası ne kadar çalışıyor bilemiyorum, ama gülmeyi, eğlenmeyi seven biri olması hoşuma gidiyor. Bu yılki playofflarda daha sessiz, daha az sevinen bir tip. “Negatif enerjiden beslenmeyi öğrenmeye başladı.” gibi bir yorum gördüm bir blogda. Bir anda hayatı ne kadar karanlık bir tondan yaşadığımı düşündüm.(Çünkü blogda yazdığım şeylere bak aq) Bunun ne kadarı şartlardan, ne kadarını kendim yaratıyorum merak ediyorum. İrade gücümle istemediğim şeyleri yapmaya devam ediyorum, sonunda mutlu bir noktaya varacağım umuduyla. Yaptığın şeyden/işten hoşnut değilsen tek ödülün başarı olabilir sanırım. Yalnız ölmek istiyorum, mutsuz olmayacağım, çünkü insanları seviyorum.

5 Haziran 2012 Salı

Gregory House hayatta en çok ne istiyordu? Hepimizin en çok istediği şeyleri: Sevilmek, acı çekmemek, anlaşılmak. Fakat çevresindeki insanlar onu anlamadılar. "Sen 'miserable' olmak istiyorsun. Jerk'sün, duygusuzsun." gibi can sıkıcı laflar ettiler, özellikle miserable kelimesinden tiksindirdiler. Gerçi yan karakterlerin hiçbiri için gerçek bir karakter yazılmadı senaristler tarafından, ama bu yazıya dizi analizi yapmak amacıyla başlamadığımdan bu konuyu geçiyorum. 8 sezonda House'ın boku çıktı, dizinin değil Gregory House isimli dizi kişisinin. Neden çıkmasın ki? Gerçek insanlar da 8 sezon dayanacak kadar ilginç değiller.


Döne dolaşa aynı şeyleri düşünüyormuşum gibi geliyor. Ama bu blogun bir noktada olduğum kişiyi yansıttığını düşünüyorum ve olduğum kişi hala buysa bu kişiyi yazmaya devam etmeliyim. 


"Everything is energy and that’s all there is to it. Match the frequency of the reality you want and you cannot help but get that reality. It can be no other way. This is not philosophy. This is physics." şeklinde  hafifçe lame bir söz var Einstein'a atfedilen fakat muhtemelen Einstein'ın söylemediği.Yine de bu şekilde düşünmek ilginç. Doğru frekanstaki foton, maddenin yüksek enerji seviyelerine atlamasına sebep olur. Bunu 2 doğru insanın birbirini bulması olarak hayal edebiliriz. Gerçi kulağımda bayağı bir benzetme gibi çınladı, ama devam ediyorum. 

Malzemenin abzorbladığı enerji hiçbir zaman içeride kalmaz, ısı, ışık, elektrik ya da fonon vibrasyonları olarak emisyona uğrar. Sonuç olarak başladığımız noktaya döneriz. Mutluluk, Schopenhauer'in belirttiği şekliyle negatif değer taşıyan bir histir, bizi mutlu edecek bir şey olduğunda sadece o an için mutlu oluruz. Mutlu olmaya devam etmeyiz. Mutsuzluk ise pozitif değer taşıyan bir histir. Mutsuzluk kaynağı aktif olduğu sürece mutsuzluğumuz devam eder, mutsuzluğumuzu hissederiz. Bu yüzden Schopenhauer mutluluğu mutsuz olmamak şeklinde tanımlamıştı sanırım. 


Anlaşılmak istiyoruz. Ama anlaşıldığımızı hissettiğimiz anlar atomun enerjiyi abzorbe ettiği anlar gibi bir an sonra yok oluyor. Yalnız kalmamak istiyoruz, ama sadece bir an için bütünün parçası olabiliriz. Daha anlamlı bir hayat yaşamak istiyoruz, ama anlamın ne demek olduğunu bilmiyoruz.(Ya da din, millet ya da sevgili üzerinden bir anlam üretmeye çalışıyoruz, ama başka ne yapabiliriz ki?)  Yalnızca anlara sahip olabiliriz. 


Sonuç olarak sadece House dallaması acı çekmiyor.


Açıkçası üzgünüm. Herkesin aynı şeyleri hissettiğini bilerek çok yalnız hissediyorum. Çünkü bu yalnızlığın geçecek bir şey olmadığının ve hayatım boyunca oyalanacak bir şeyler bulamadığım her seferinde üzerime çörekleneceğinin bilinci öylece duruyor orada(ve şu an oyalanacak bir şeyim yok). Bunu düşündüğümde tüm insanlara karşı sevgi ve acıma hissediyorum. Yazık, yok yere ne kadar acı çekiyoruz hepimiz ve birbirimize yardım etmek için elimizden hiçbir şey gelmiyor.


Bilimsel benzetmelerle bir yazı yazdım sonunda ak. Umarım yıllar sonra bu düşüncelerimi daha cool şekillerde yazıya dökebilirim.