29 Kasım 2008 Cumartesi

28 Kasım 2008 Cuma

Hım, düzenli yazmalıyım düşüncem çerçevesinde yazıyorum. Ama lab raporu uğraşım sebebiyle beynim allak bullak oldu, kısa geçeyim.
Yalnız hissediyorum bir süredir. Bunun sebeplerini düşündüm, üç şey geldi aklıma. İlki, cidden de bir miktar yalnız olduğum. Yani, birkaç arkadaşım var; ama, konjonktür gereği pek görüşemiyorum onlarla bu sıralar. Sonra dedim ki "E ama arkadaşlarla sürekli görüşülmemesi normal birşey de olabilir pekala" Bu da beni ikinci sebep olma ihtimali olan şeye getirdi. O da yeterince pohpohlanmıyor oluşum, veyahut egomu yeterince tatmin edemiyor oluşum. (İnsanlar yeterince değerimi bilmiyor, anlaşılmıyorum vs. şeklinde) (Sebep muhtemelen budur heralde bu arada) Egoyu kim tatmin eder? Sevgili tatmin eder. Zaten ego tatmini sebebi dışında da bir kız arkadaşa ihtiyaç duyuyorum sanırsam. Yani değer verebileceğim değerde birini bulayım, sonra dünyada varlığının detaylarının farkında olacağım biri olsun o da benim varlığımın farkında olsun falan. Ama sürekli aynı ortamlarda bulunarak nasıl kız bulayım di mi? Bulamam, evet. Hım neyse, üçüncü ihtimal olarak da abazanlığı buldum, ama yok o değildir heralde. O mu yoksa? yok değil.

Ondan sonra, Yemekteyiz programı süper. Çok sevdim. Yarışmacı interaksiyonları süper. Yalancı tiramisunun tarifini alcaktım geçen gün, ama sonra annemin yaptığının daha güzel olduğuna karar verdim. Ondan alırım dedim.

Hım, bir de Emrah'lar dallama oluyor diye bir hipotezim var ve ben o Emrah'lara Osman diyorum. Dallama olmayan bir Emrah tanırsam ona Emrah diyebilirim.

Son olarak da Tuncay Güney'in Mit'çi çıkması?

26 Kasım 2008 Çarşamba

Bir Yazı

Yazıyı bugünkü Cumhuriyet'te okudum, duygulandırdı beni. Kızın gerçi birazcık psikopatça bir anadil aşkı var gibi geldi, ama ülkemizde hala böyle gençlerin yetişebiliyor olması güzel..



AYNA

ADNAN BİNYAZAR

Bir İletinin Duyumsattıkları...

Köşe yazıları, düşünceleri yorumlayıp okurlara iletmenin ötesinde yararlı etkileşimlere de yol açıyor. Bugünkü yazım böyle bir etkileşimle ilgili.

Derya Ece Şencanın şu iletisiyle başladı yazışmamız:

Bugünkü yazınızda, bir şiirden Taş atılmış kuşlar gibi perişandizesini aktarmışsınız. Bu dize ilgimi çok çekti ama şiiri ve şairini bulamadım. Onca işiniz arasında iki dakikanızı ayırıp bana şairinin adını bildirirseniz çok sevinirim. Bildiremezseniz de canınız sağ olsun. İyi çalışmalar.

Ecenin sonraki iletisinden 18 yaşında olduğunu, İstanbul Aydın Üniversitesi hazırlık sınıfında İngilizce eğitimi gördüğünü de öğrendim.

***

Bir şiirde Taş atılmış kuşlar gibi perişandizesinin sarsıcı içeriğini duyumsayabilen bir okurun ayrıcalığı vardır(işte bu, çok güzel bir cümle-BK); emekli de olsam, Ecenin iletisi, öğretmenliğimi daha derin bir sorumlulukla yerine getirmem gerektiğini duyumsattı bana. Cahit Külebinin Biz ve Amerikabaşlıklı şiirinin yalnızca adını yazıp şairini belirtmekle yetinmedim, tümünü ilettim.

Külebinin şiirlerinden bir seçmenin İngilizceye çevrilip Bilgi Yayınevince yayımlandığını duymuştum. Kitap elime geçince şiirin İngilizcesini göndereceğimi de yazdım Eceye.

***

Ecenin yanıtının, Külebinin toprak altında sürme olmuşkemiklerini titreteceğini söylemem abartı sayılmasın!..

Az önce eklemeyi unuttum! Cahit Külebinin İngilizce çevirilerinin hoşuma gidebileceğini düşünüp haberdar etmişiniz. Çok teşekkür ederim! Şiirlerimizin ve şairlerimizin yurtdışında da tanınmalarını sağlayan bu çevirilerden sonsuz gurur duyar, onlara kütüphanemde sevinçle yer ayırırım! Ama tahmin ettiğiniz gibi, Senin dudakların pembe/Ellerin beyaz,/Al tut ellerimi bebek/Tut biraz!dizelerini binlerce kez Türkçe okumayı iki defa İngilizce okumaya tercih ederim. Böylece şairin duygu dünyasına daha çok yaklaşmış olurum! İnceliğinize teşekkür ederim. Saygılarımla.

İletisine şunu da ekliyor Ece:

Psikolojiyi Türkçe okuyabilmek için bu üniversiteyi seçtim. Şimdi İngilizce öğreniyoruz; çalışma kaynaklarımızın bazıları İngilizce yazılı olabilir diye. Ama psikolojiyi Türkçe okuyacağım. Yani dersleri Türkçe işleyeceğiz. Aksini asla istemedim.

YÖK Başkanı, rektörler, profesörler... Türkçenin kavram yönünden yetersizliğini sorumsuzca savunanlara, Ecenin bu dediklerini iletin!

***

Okuma dünyasını yansıtsın diye sözü yine Eceye verelim:

Benim okuma sevincim beş altı yaşlarında bana okumayı öğreten dedem sayesinde; gözlerini bahane edip elindeki gazeteyi ya da kitabı; Hadi sen bana oku!diye vermesiyle başladı. O bir şeyler okurken ben de elime kitabımı alır, yanından ayrılmazdım; elindekini bana uzatıp sesli okutsun diye...

Edebiyatçıların kütüphanelerinden bile büyük bir kütüphanem olacak ilerde! Kütüphaneden kitap alıp okusam da, aynı kitapları satın alır, kendi kütüphaneme de koyarım. Bu yüzden hasta olduğumu düşünenler bile var.

Kendimi yalnız hissettiğimde kendimle konuşur gibi yazarım. Yazmak, bende günah çıkartmak gibi bir duygu.

***

İletisinin sonunda, bana,Berlinde sıkılmanıza üzüldüm. Siz her şeyin en iyisine layıksınız; yalnızlığın bile...diyen Ecenin yazarlığını şimdiden ilan etmek erken mi olur?..

binyazar@gmail.com

Piskopat Hatun


Karen O


Değişik. Baya değişik.
Güzel de değil, seksi mi değil mi emin olamıyorum. Ama inanılmaz bir sesi var. Yeah Yeah Yeahs'i çok sevdim bu ara. Kafama eserse yazayım birşeyler grup hakkında.

Everybody Loves CHP ya da CHP Loves Everybody?




Bu sıralar Chp'nin kara çarşaf açılımı gündemin ön sıralarında. Konu hakkında olumlu yorum yapan kimse yok neredeyse.

Eh, bence de nereden bakarsan bak pek bir yere açılmayan bir açılım olmuş bu kara çarşaf hedesi. Öyle ki, Baykal'ın Chp politikalarını "rüyalanmak" tabir edilen metod ile oluşturduğuna inanmaya başlayacağım*. Kendisi ve kadrosu herhalde yüzyıllardır partinin başında; ama Chp'nin savunduğu çizgileri anlamlandırabilmek halen mümkün değil.

Bazen neredeyse ırkçılığa kayacak derecede ulusalcı görünürlerken, akabinde Kürt açılımı yapabiliyorlar. Ha, aslında eyleme geçen birşey yok tabi, ama bu açılımın lafının edilmesi bile bir kazanım sayılabilir. (Sosyalist enternasyonal'e üye partiye olan beklentilerimize bak eheh)

Şimdi de "Tehlikenin farkında mısınız? zın zın zın" diye gezinirlerken, bir anda "Kara çarşaflı da insan. Hepimiz eşitiz." gibi bir söylem oluşturuverdiler.

Kara çarşaflı insanın, normal insanla eşit olamayacağı bir yana(Zira, başta "kara çarşaflı kadın", kendini kocasıyla ve diğer erkeklerle eşit tutmaz.) CHP'nin bu söylemini geçerleyebilmemiz için, partinin nüdistlerle, kara çarşaflıları aynı kefeye koyabilecek kadar açık görüşlü bir politikaya sahip olduğunu varsaymamız gerekiyor. Bu varsayıma denk bir varsayım, AKP'nin parti içi toplantılarında sekizli onlu orgy'lerin döndüğü varsayımı olabilir sanırım.(daha absürd birşey bulursam onu yazarım ehe)

Kısacası, eğer mesele oy kazanmaksa kara çarşaflı cemaat original çarşafçı partiler dururken, CHP'ye oy vermez. Yok; bu, parti içindeki bir politika değişiminin göstergesi ise 70(yetmiş) yaşın yeni politikalar oluşturmak için az da olsa geç olduğunu düşünüyor insan ister istemez.

Bu, meselenin bir yönü tabi. Sonuçta, Halk Partisi misyonu gereği, belli konularda kırmızı çizgilere sahip olması gereken ve bi'kaç oy için söylem değiştirme lüksü olmayan bir parti. Ama; sol, bana göre sürekli yeni açılımlar yapılması gereken kaotikliğini koruması gereken bir yapı.

Sürekli yeni politikalar üretilmeli, birleşmeler, ayrılıklar olmalı. Hedef kitle yoksul kesim olmalı, halk bilinçlendirilmeli, özgür düşünce savunulmalı, her konu tartışılabilmeli. Sürekli bir devinim olmalı.. Ta ki yeterince güçlü bir hareket oluşturulabilene kadar! Ve işte ancak o zaman solun varlığının bir sebebi olabilir. Çünkü; daha iyi bir düzenin yaratılması, sadece değişim sayesinde gerçekleştirilebilir.



* : Rüyalanmak derken tabi kamyon deviren ergenin rüyalanması değil de , Nostradamus'un gelecek kehanetleri tadında bir rüyalanmadan bahsediliyor.

Sonradan Edit: Politika diye bir şey olduğunu öğrenen Buğra yazı yazmaya karar veriyor Vol:1. İğrenç sığlıkta, iğrenç bir yazı.

23 Kasım 2008 Pazar

Bring on the Lucie

Pek iyi yazamadığımı düşünüyorum, ama buraya kafama göre yazmaya çalışacağım. Silerim sonra da. Düzgün yazabildiğimi düşündüğüm zaman da birilerine gösteririm blogu belki.

Geçici personel olarak çalışıyorum şu sırada yine. Giysi katlamak pek kafa yoran bir iş değil takdir edersiniz ki. Ama en azından sistemin işleyişini yakından görüyor insan. Neyse, böyle insanlar öbek öbek doluşuyolar içeri, yaşamda giysi almaktan başka ihtiyacları yokmuş gibi dolaşıyorlar çevrede.(Tabi, aslında vardır başka ihtiyaçları, neden olmasın di mi) "lan" diyorum kendi kendime "benim hayatımda mı böyle olacak? Kıçından ter akana kadar çalış, sonra kazandığın paraları şuursuzca harca. ( Çünkü paranı coşku içinde harcayamayacaksan neyi coşkuyla yapacaksın? para kazanmaya çalışmak dışında hiçbir şey yapmıyorsun sonuçta) Sonra daha fazla çalış ki daha fazla insanın üstüne basarak yükselebilesin ve daha çok para kazanabilesin. Oh ne güzel, artık sistem hakkında düşünmene gerek kalmadı, çünkü sen de sistemin kaymağını yiyenlerden oldun. "
İnsanlar doğsun, çalışsın, tüketsin, ölsün. Süper bişey..
Mezar taşılarına da "para kazandım, öldüm sonra, şimdi de çürüyorum" falan yazsınlar.

Henüz dünyayı yok etmeye yeterince yaklaşamadık. İnsanlık biraz daha acı çekmeli dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için. Ya kendimizi yok edeceğiz ya da azıcık daha iyi bir sistem getireceğiz.
O zamana kadar bunu okuyabilecek yaştaki herkes ölmüş olur sanırım. Ama en azından dünyanın birazcık daha iyi bir yer olabilmesi için hepimiz uğraşmalıyız. Küçücük birşey de olur.

"Ben yaşamasam insanlığın karması daha yüksek olurdu." gibi bir düşünce hoş değil

Sonradan Edit: LC Waikiki'de parasını şuursuzca harcayan insanlar olduğunu düşünüyormuşum.

Efsane



What can change the nature of a man?
Belief mi? Pain de olabilir? Yaşanmışlıkların tortusu ya da ehe

Türk Gençliği

Dünyanın En Güzel Kadını No:1


Özge Özpirinççi

Bu kızla Deniz dallamasının karşılaşması dizi icabı mı, yoksa gerçek hayatta da dallamalar böyle kızlar buluyor? Dallamalık, kız bulmakla bağıntılı mı yoksa bağımsız bir değişken mi?

Selam vereyim

Robotlar sayesinde sefalet giderilecek, kara cahiller eğitilecek, mesai saatleri düşecek.
Ben Robot - Dr. Hüso