26 Şubat 2009 Perşembe

Genç Bakış!

Genç Bakış'ı izlerken cidden duygu seli oluyorum. Pek hoş duygular olmuyor genelde, ama algılarım açılıyor resmen ya. Gözlerim fıldır fıldır oluyor.

Forum ya da söyleşi tarzı fikirlerin tartışıldığı bir program olması güzel.

Üniversite gençliğinin halini gösteriyor hem.

Maşaallah kanları kaynıyor, bentlerine sığmıyor taşıyorlar. Ama hangi düşünceyi savunursa savunsun, akılcı bir zihniyete sahip kimse yok.

Birkaç akılcı kelam edenin niyeti de fanatikçe adandığı düşünceyi rasyonelize etmek için bir yol bulmak. Bindirilmiş kıtalar.

Ay, bir de bazı bazı sorular çıkıyor, şaka gibi. Nasıl anlatsam?

Hani, "Uçak düştüğünde kara kutulara birşey olmuyorsa, neden bütün uçağı kara kutulardan yapmıyoruz? eki eki" diyen so-called komedyen zihniyeti vardır ya. Aynı öyle.

Bir de mesela kürsüde konuşan adam güzel ve mantıklı olduğu evrensel olarak herkes tarafından kabul edilecek bir lakırdı dillendiriyor. Kendisiyle aynı siyasi görüşte olmayan adanmış gençlerimiz ise iş olsun diye muhalefet ediyorlar ona. Zaten ülkemizde düşmanının ak dediğine kara demeyen yok gibi.

Abbas Güçlü'yü seviyorum ama ya. Aynı Rocky Balboa karakterinde bir adam bence. Espri anlayışı falan tıpkısının aynısı. Aynı zamanda ablak falan bir şahıs, düşüncelerine de katılmayabilirim, ama hoşgörü sahibi bir adam. Özünde iyi biri.[hehe]

Kadrolu Genç Bakış katılımcısı Ahmet Özal'a da bayılıyorum. Turgut Özal'ın politikalarını savunmak için ürettiği ultra-zekice argümanları huşuyla izliyorum. Salondaki insanların beyefendinin sözlerini ciddiyetle dinlemelerini de oldukça eğlenceli buluyorum.

Sonra da Ebruli'yi açtım. Ebru Şallı. Pilates yapıyor.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Final Fantasy VIII



Çıkalı tam on yıl olmuş, özlemişim...

Rondonun aklı yoktur.



Rajon Rondo ne zaman bizim Phoenix'e karşı oynasa bir coşuyor, bir kendine güveni geliyor ki sormayın. Ayaklı özgüven pompası mübarek. Tabi defans yok birşey yok bizim takımda. Bugün de 32 sayı 10 asist yapmış. En nefret ettiğim oyuncu tipi, kırılgan, mental olarak güçsüz, ama havaya girince böyle coşan. Adam gibi savunma yapıldığında da görüyoruz, o zaman da arkadan pas atma feyki yapıp potaya gitse ya. O arkaya kıvırdığı kolu aynı patern üzerinden boynuna sarmak istiyorum. Asabımı bozdu zibidi.

21 Şubat 2009 Cumartesi

Art, like knowledge, should be free to the world.

Bahsetmek istediğim birkaç şey var.

İlki internette bulduğum Lost Children Net Label. Başlıkta okuduğunuz şiarla(ki ilham verici, güzel bir düşünce bu bence) hareket eden bu net label'dan birkaç albüm indirdim ve post rock/post metal türlerinde gerçekten güzel müzik yapan gruplar keşfetmiş oldum. Sleepmakeswaves, Wecollectskies ve Loss of a Child isimli olanlarını tavsiye etmekteyim. Ayrıca gördüğünüz gibi post rock gruplarının isimleri oldukça çetrefilli ve karizmatik oluyor, ben de profilimde görünen ismimi değiştirdim bir post rock grubuymuşçasına.

Bugün Verimlilik Topluluğu'nun düzenlediği bir konferanslar silsilesi içerisinde bir arkadaşımı bekliyordum. Konferansta gördüğüm tiplerden, standlardan vs. kısaca herşeyden tiksindiğimi söyleyeceğim, ama haksızlık etmek istemiyorum. Neden böyle hissettiğimi açıklamaya çalışayım. Bu insanlar yarının yöneticileriler muhtemelen. Bugün üzerlerinde hafif sakil duran prezentabl cici kıyafetleri, ileride derileriymişçisine doğal gelecek onlara.
Ve hayır, rahatsız olduğum şey stereotip bir güzellik ya da moda anlayışına sahip olmaları, sürü psikolojisiyle hareket etmeleri değil.
Sistemin kendilerine biçtiği rolden o kadar memnunlar ki.
Sistemin kendilerine biçtiği elbiseyi giymek için o kadar hevesliler ki.
Kapitalizm makinesinin minik dişlileri, sistemin küçük bekçileri olmaya hazırlar.
Gelecekte, düşüncelerinin sınırı " ev alayım, araba alayım, koltuk takımını değiştireyim, daha çok sevişeyim"den ileri gitmeyecek muhtemelen. Bu kadarı yeterli olacak onlar için.
Dünyadaki yerlerini, dünyanın gittiği yeri falan sorgulamayacaklar filan falan. Bu arada söylemeliyim ki burada kendime dert ettiğim durum kapitalizm değil tam olarak, başka bir sistemle yönetilseydi ülke yine bazı sistem adamcıkları olacaktı sanırım. Buradaki problemim birey olmayan, romantik değerlerden yoksun insanlarla.

Neyse çok takılıyorum bu konuya ya, ahkam kesip duruyorum.

20 Şubat 2009 Cuma

Doğan Grubu'na Verilen Ceza ve Psikolojik Savaş


"İyinin doğruya yenilmesi gibi özgür irade de psikolojik savaşa yenik düşecek mi?"

Doğan Grubu'na verilen cezadan sonra böyle bir soru not almışım.

Medya iktidarın elde tutulabilmesi için sahip olunması gereken birincil kalelerden. Ülkemizde bugün medyanın gücü değil güçlerin medyası olduğu ve bu güçlerin savaş halinde olduğunu iddia etmek yanlış olmaz sanırım. Kimin kazanacağı o kadar da önemli sayılır mı emin değilim; ama bu savaş dünyanın ilerlediği noktayı ifade eden binlerce vahim alametten biri.

İlmi metodların ilerlemesiyle, iktidarı elde tutmakta askeri yöntemlerden daha önemli bir hale geldi propaganda. Bugün gelinmiş olan noktada, Cesur Yeni Dünya ya da 1984'teki benzeri, halinden memnun, devletin isteğine uygun karakter, düşünüş ve inanış tarzına sahip insan sürülerinin koşullandırılarak yaratılması sadece bir hayalden ibaret değil.

Ve totaliter bir rejim altında özgür iradeye sahip olmayan, koşullandırılmış insanlardan oluşan bir dünya düşüncesi birbirini toplu yıkım silahlarıyla yok eden insanlar düşüncesinden bile daha korkunç.

Bir ütopya falan da sayılmaz bu düşünce. Bugün demokrasi ile yönetildiği söylenen yerlerde bile demokrasinin varlığı bir yanılsamadan ibaret sayılabilir. İnsanlar mutlaka bir şekilde manipüle ediliyor.

Avrupalılar özgürlükleri ve demokratik haklarıyla övünürken, sahip oldukları refahın az gelişmiş milletlerin sömürülmesi üzerine kurulduğunu akıllarına getirmiyorlar. Ya da ABD, halkının birliğini sağlamak için terör faaliyetleri kartını kullanıyor.

Yazıyı geliştirmekte oldukça zorlanıyorum. Kendimi daha da zorlamadan, iyinin doğruya yenik düşmesinden bahsedip yazıyı bitireyim mümkünse.

Biliyorsunuz, ilmi metodların köpeği olan medeniyetler, takdire şayan bir hızla gelişip diğer medeniyetler üzerinde güce sahip oldular efenim. Bu da akılcılığa tapmak gibi bir sonuç doğurdu. Hım biraz daha açayım. Bilimsel yöntem belli bir soruna çözüm bulmaya yarar, sorunu çözmenin akılcı yöntemleri dışında hiçbir şey ile ilgilenmez. Kendi için tamamen tutarlı, şüphe edilemeyecek bir yöntem olması dolayısıyla huşu uyandırıcı bir hödödür.

Hıh, ama işte, bilim somut şeylerle uğraşır, "Bu sorunu neden çözmeliyiz?" diye sormaz asla, ya da "Bu sorunu çözmek insanlığın iyiliğine mi olur?" demez. Etik değerleri yoktur.

Günümüz toplumu, işte bu bilime tapan eğitim sistemi tarafından yetiştirildiği için etik anlayışı yetersiz, bencil, birbirini öldüren insanlardan oluşuyor işte. Dünyanın kapitalizm ile işleme sebebi de bu. Etik diye bir ders yok mesela ilköğretim ya da lise öğrencilerinin ders programında, felsefe de üstünkörü gösteriliyor yalnızca. "Din Kültürü" hedesinden ise bahsetmek bile istemiyorum.

Demem o ki, insanlara, genel olarak insanlığın iyiliğini düşünmeyi öğretebilmiş olsaydık, onları birarada tutabilmek için milliyetçilik, din, çıkar vs. gibi sırasıyla, nefret, göt korkusu, bencillik temalı olguları kullanmak zorunda kalmazdık. Güzel güzel yaşayıp giderdik.

Yazı oldukça kötü oldu ama toparlayamayacağım. Sevgiler:)

Sonradan Edit: Politika diye bir şey olduğunu öğrenen Buğra yazı yazmaya karar veriyor Vol:4

15 Şubat 2009 Pazar

All-Star Cumartesi Gecesi

İzledim, uykum çok. Bol uykum var. Cüce kazandı yine smaç yarışmasını. Amına koyıyım. Rudy'e büyük ayıp ettiler. Smaç tarihinin en güzel smaçlarından birine 42 puan ha, pöhürt. Hem de jüri Phoenix'li, büyük hayal kırıklığı. Dwight'in smacı da şahaneydi. Of cüce kazandı ya. Hem de arkadaşının sırtına bastı, utanç verici bir hareket o ya. Ayıp lan, sakatlanacaksınız hem. En mutlu olduğum olay ise Tony Parker'ın kendine ait olan, Playstation Skills Challenge'daki en kötü derece rekorunu geliştirmesi oldu. Eva da utancından gülümsedi. Zaten aldatır o kadın Tony'i. Ben Tony'nin karısı olsam kesin aldatırım.

13 Şubat 2009 Cuma

Özen Göstermek Üzerine


"Ben çok televizyon izlerim." diye bir giriş yapayım. Hiç izlediğiniz şahane-eğlence dolu programı kapatıp bir şey yapmadan öylece durduğunuz oldu mu? Meditasyondan falan bahsetmiyorum. Zihni herhangi birşey yapmaya zorlamadan serbest bırakmak, oradan oraya dolaşmasına izin vermek. Bir an öncesinde, ambale bir şekilde önümdeki kutuya bakarken, diğer anda düşüncelerin beynime hücum etmeleri ve kendiliğinden gezinmeleri beni makul bir seviyede etkiledi dün.[Evet dün oldu bu, ilk kez dün düşündüm.]

Okuduğum kitaptan bir cümle geldi aklıma. Düşünmek gibi eğlenceli bir faaliyet dururken, insanların neden televizyon izlediğini sorguluyordu. Şimdi de birazcık alakasız olarak, Ford Prefect'in insanları gözlemleyip, önce, bu canlı türünün beyin fonksiyonlarını devam ettirebilmesi için hiç durmadan konuşması gerektiği izlenimi edindiği, sonrasında aslen çeneleri durduğu zaman beyinlerinin çalışmaya başladığı sonucuna vardığını hatırlıyorum. Gülümsüyorum.

Hareket etmemen gerekiyorsa hareket etmemek sıkıcı bir iştir. Ama, motivasyon ile eylem kesiştiği sürece hiçbir iş sıkıcı olmaz sanırım. Sadece durup düşünmek her ne kadar sıkıcı görünse de, bu yüzden sıkıcı değil işte. Bu noktada şu an okuduğum kitapta da tartışılan özen göstermek üzerine konuşmak istiyorum.[ve bunu yaparken katiyen özen göstermediğimi söylemeliyim bu cümleyi yazmam 15 dakika falan sürdü çevremdeki girişimlerden dolayı.]

Benden çok süpersonik imam olurdu. Dediğimi yapın, yaptığımı yapmayın efenim. Şu diyeceğimi iyi dinleyin örneğin: Özen göstermek, hayatınızda en çok özen göstermeniz gereken eylemdir.[ehe]

Özne ile nesnenin bir olması, bu da kitaptan bir kavram. "Özne ile nesnenin bir olduğu anlar için yaşıyoruz." desem çok da yanlış birşey söylemiş olmam. Sanatın amacı da bu, sporun da. Gerçekten iyi bir kitap okuduğunuz zaman onunla bir olursunuz, aklınızda başka hiçbir şey olmaz. Kendim için bir örnek vermem gerekirse, yeterince sağlam bir antreman yapıyorken tek düşündüğüm şey bir sonraki kürektir.

Söz konusu nesne diğer insanlar olduğunda da pek farklı sayılmaz bu durum. Belli bir molekül, sadece kati olarak belirlenmiş bir frekansta gönderilen ışığa tepki verir. Dalga boyunun bir nanometre artması ya da azalması tepkinin yok olmasına sebep olur. Karşınızdaki kimseyle tamamen aynı frekansta olduğunuzu hissettiğiniz oldu mu hiç?[Olmadıysa, samimi olarak üzgünüm sizin için.] O frekansı yakaladğınız sırada ne kadar harika hissettiğiniz hatırlıyor musunuz?

Özen göstermek burada giriyor devreye. Nesnenize odaklanmadığınız sürece, "özen göstermediğiniz" sürece asla erişemezsiniz o birlik durumuna. Yapılan her eylem, en küçüğü bile özen gösterilecek kadar değerlidir. Daha ötesi, o değeri verirseniz, karşılığını da fazlasıyla aldığınızı göreceksiniz. Ben herhangi birşey yaparken, örneğin ders çalışırken müzik dinlerim mesela. Buna rağmen, bu iki eylemden birini tek başına yaptığımda hem verimimin hem de aldığım keyfin daha fazla olduğunu yadsıyamam.

Ders çalışmayı ele alalım mesela. Neden "sadece" ders çalışamıyorum? Bu soruya vereceğim yanıt çok açık. Çünkü ders çalışmanın getireceği bilgiyi küçümsüyorum, ÖSS'nin sonucunda bu bölüme girmiş olmasaydım asla çalıştığım kitapların kapaklarını açmayacaktım. Halbuki artık üçüncü sınıfın sonuna geliyorum ve görmeye başladım ki, bu düşünceler büyük bir haksızlık. Hem kitaptaki bilgiye, hem de kendime karşı. Bu şekilde düşünmeye devam edersem asla mutlu olamam ve dahası öğrendiklerim güzel ve değerli şeyler. Aslına bakarsanız tüm bilgiler öyle, ama ezberlendiği zaman değil. Duyumsandığı ve algılandığı zaman. Başka bir şey için değil de, sadece öğrenmek için öğrendiğiniz zaman. Özen gösterdiğiniz zaman.

İnsanlar için de bir fark yok. Sadece değer verdiklerimize mi özen gösteririz, yoksa özen gösterdiğimiz insanlar mı değerli olur bizim için? Paradoksumsu birşey oldu bu sanırım, ama ikinci kısımdaki doğruluk payının daha fazla olduğunu seziyorum. Bu bakımdan düşünüldüğünde aynı frekansı en çok yakaladığımız kişinin kız ya da erkek arkadaşlarımız olması pek süpriz sayılmaz sanırım. Çünkü, en çok özen gösterdiklerimiz onlar.

Özen göstermeyi başardığımızda dünyanın hem manevi hem de maddi anlamda çok daha iyi bir yer olacağına inanıyorum.

8 Şubat 2009 Pazar

Her şeyi özelleştirsek ne kadar harika olur di mi?


Hakikaten çok harika olur. Hiçbir sıkıntımız kalmaz. Özellikle eğitimi kesinlikle özelleştirmek lazım. Dersaneler ne kadar fevkalade çalışıyor değil mi, devlet okulları öyle değil hiç, Allah Allah niye ki? Hmm, tabi ya, çünkü özelleştirilmemişler.

"Hiç gördünüz mü? Özel dershanede öğretmeninden dayak yiyen öğrenci. Ya da özel okulda. Hiç duydunuz mu? Özel üniversitede farklı ideolojik gruplara mensup, çatışma yaratan öğrenciler. Ya da sopalarla eylem yapan öğrenciler."

Bloglarda gezerken gördüğüm bir yazıdan alıntı bu. Benden 20 yaş kadar büyük bir gümrük müşaviri yardımcısıymış bu bey, devlet memuru yani. Kişilere cevap vermek değil amacım, sıkıntım bu zihniyetle ilgili. Dünyanın problemlerinin sebebini hala sol uygulamalarda arayan, kapitalizmi ne kadar geliştirirsek o kadar şahane olacağını düşünen zihniyet.

"Özel üniversitede eğitim almak için ayda bilmem kaç bin dolar ödeyen hiçbir öğrenci, asıl sorumluluğu olan derslerini bir kenara iterek memleketi kurtarmaya kalkacak kadar salak değildir. Ancak devlet üniversitesinde bedava eğitim alan (okul harcı akla gelmesin, onun da kredisini alıp geri ödeyen yoktur) öğrenci kendini nimetten sayıp, ya yeni yetme bir devrimci ya da Malkoçoğlu rolüne soyunabilir. Çünkü eğitim imkanları için bedel ödememiştir, devletin bu imkanlarından bedelsiz faydalanmıştır."

Beyimizin tuzu ne kadar kuru, ne kadar habersiz dünya dinamiklerinden. Öğrencileri devlete tehdit olarak gören memur zihniyeti ile devletin yok edilmesi gerektiğini düşünen liberal zihniyet bir arada. Üzerine, piramidin tepesindekilerin, altlarındakiler için devrimcilik, Malkoçoğluculuk[o ne demek lan eheuh] yapmama sebebinin paranın değerini bilmeleri olduğunu iddia ediyor. Hmm, mantıklı aslında; onlara da paraları yeterli gelmiyormuş, tüm okulun Bugatti Veyron'lara binebileceği bir gün düşlüyorlarmış. O değil de, Malkoçoğlu rolü demiş müşavir yardımcısı bey; ama bizim sol fraksiyonlarımız çeşit çeşit odaklardan yedikleri dayaklarla ancak Bizans askeri olabilir.[Solcuların dövüş sporları federasyonu içinde kadrolaşması gerekliliği var bir de, ama farklı bir zamanın konusu bu.]

Kabul edilen bir gerçektir ki, kapitalizm yalnızca kar edebileceği alanlarda hüküm sürer, karın bittiği yerde sınırını çizmiştir. Sonrasında sefalet ve açlık vardır. Aslında sağlam çalışan bir sistemdir, kendi içindeki fazlalıkları yok eder, bir denge durumuna gelir her seferinde. Ama bu yeterli mi?

"Büyük yığınların yoksulluğu üstüne kurulmuş bir azınlığın mutluluğu sağlayabileceği günler geçmiştir. O zamanlar geçmişte kaldı. İnsanlar katlanamaz artık buna." Sahi, katlanabilir miyiz buna gerçekten?

Parası olmayanın hiçbir şey yapamayacağı bir dünya düşleyen, o dünyayı legalize etmeye çalışan(yok burs varmış, verimlilikmiş, ekonomik gelişimmiş vs.) insanların varlığından utanç duyuyorum. Atatürk'ün devletçilik ilkesinin yerini sermayeciliğin almasına karşı durulmalı! Devletin; paralı parasız tüm yurttaşlarına eğitim-sağlık hizmeti verme görevi, tüm vatandaşların da gururunu kaybetmeden, onurlu bir yaşam sürdürebilme hakkı vardır.

7 Şubat 2009 Cumartesi


Remember when you were young, you shone like the sun. Shine on you crazy diamond. Now there's a look in your eyes, like black holes in the sky. Shine on you crazy diamond. You were caught on the crossfire of childhood and stardom, blown on the steel breeze. Come on you target for faraway laughter, come on you stranger, you legend, you martyr, and shine!

Dün Syd Barrett'in doğum günüydü. Kutlu olsun Syd...

Anarşist Pogo Partisi

26 gün sonra Almanya'ya gideceğim ya.
Sözlükte Almanya'yla ilgili başlıklara bakınıyordum.
Anarşist Pogo Partisi diye parti varmış Almanya'da, belediye seçimlerinde Hamburg'da %5 küsür oy almış. Sözlükten aldığım bilgileri aktarayım.
Dünya görüşleri kısmında 2 yıl boyunca ölmüş annesinin kılığına girerek bankadan emekli maaşını çeken Şerafettin Gencel'e geniş yer vermiş ve Türklerden öğrenecekleri çok şey olduğunu belirtmişler.
Çok şahane sloganları var: "Çalışmak Boktur." ya da "İçmek, içmek, bütün gün sadece içmek." gibi.

Partinin vaadleri ve hedefleri de şöyle:
-Tüm insanlığın tekrardan aptallaştırılması
-İşsizlere tam maaş ödenmesi
-Gençlerin de emekli olabilmesi ve maaş alması
-Yaşlılara emekli maaşının kaldırılması
-Parti ülke genelinde %0.5'i geçerse tüm devlet desteği biraya yatırılacakmış.
-Tüm yurda grup seks merkezleri kurulması.

Bir de iktidara gelirlerse, ülkenin; naziler, çalışmayan asalaklar ve işkolikler olarak üç bölgeye ayrılacağını söylemişler. Şiddete meyilliler kendilerine ait bölgede birbirlerini gönüllerince katlederken, çalışanlar asalaklara kaynak sağlayacak, asalaklar ise sex&drugs&rock n roll yapacaklarmış.

Bu hedeflerin aslında anarşizmle pek alakası olmadığını biliyorum. Ama mantıklı olabilecek düşünceler de var. Örneğin, "Tüm insanlığın tekrardan aptallaştırılması".

Delicesine çalışıyoruz, teknoloji gelişsin, ekonomi büyüsün, dünya kaynakları bir an önce bitsin diye. Gelişim devam etsin, daha çok kıyafet alabilelim ya da cep telefonumuz son model olsun.

Daha az çalışıp daha az tüketsek daha mutlu insanlar olmaz mıydık? Medeniyetler kuruyoruz, ama dünya er geç yok olacak. Daha da büyük bir spektrumdan bakarsak evrenimiz de eninde sonunda sonlanacak. Nereye yetişmeye çalışıyoruz ki?

Ehe, ben Alman olsam oyumu kesin bu partiye verirdim ama.

6 Şubat 2009 Cuma

Son Dakika Haberi

Biraz önce aldığımız bir habere göre başbakanımız, Nur Anket Şirketinin verilerine göre an itibariyle ülkemizde geçim sıkıntısının tamamen bittiğini, sıkıntının bize teğet geçtiğini söyledi. İktidarlarının en önemli projesini başardıklarını söyleyen başbakan, "Şu anda, ülkemizde sıradan yurttaşın en büyük sorunu, Gülşen ile Bengü rekabeti." dedi. Kendisine yöneltilen, rekabetin hangi cephesinde yer aldığı soruları üzerine "Şahsen ben Bengü'yü tercih ederim, adı skandala karışmamış hanım hanımcık bir kız zira, ama Gülşen'i seçenleri de dışlamıyoruz. Ben herkesin başbakanıyım. Gülşen'in de sonuçta bugüne bugün Bengü'den daha fit bir vücuda sahip olduğu yadsınamaz." şeklinde konuştu. Muhalefet lideri "O değil de, Sinem Kobal'da fena değil." dedi.

4 Şubat 2009 Çarşamba

I'm Fucking Matt Damon

Mp3 player'ımda var bu şarkı. Kaç gündür güle coşa dinliyordum, bloga'da videosunu koyayım madem dedim.

Önce şu: Jimmy Kimmel diye bir eleman var, talk-showcu dallamanın biri. Espri yapıyor aklı sıra "Sorry Matt Damon, we're out of time." deyü.


Ve I'm Fucking Matt Damon..


Ahahdsauhaskm:) Özellikle Matt Damon'ın,
on the bed, on the floor
on a towel by the door
in the tub, in the car
up against the mini-bar
dörtlüğünü söylerken yaptığı hareketler falan. Gösteriyo mini-bar'ı eliyle eheuhe.

Daha sonra, Jimmy bey'in şu klibi var. Ama taklit orjinalini yaşatır, Sarah Silverman'ın ki çok daha yaratıcı, komik, şahane tabi. I'm Fucking Ben Affleck.


Son olarak Matt Bey'in olayla ilgili açıklamaları

3 Şubat 2009 Salı

Allahıma çok şükür, şu julebox benzeri aparatı eklemeyi başardım bloga ya. Öyle bir rahatlık, sevinç ve tükenmişlik karışımı duygular içerisindeyim ki. İyi bir maç çıkarmış, süper muz ortalar yapmış Sabri Sarıoğlu gibiyim. Şu dinsiz bünyem dine imana geldi. Oh şükür, amin.

2.17

Dönem notları belli oldu ve ortalamam "2.17"'ye yükselmiş. İlginç bir not ifade etmek gerekirse hiç bir dönemde kümülatifim genel kümülatifimin üzerine çıkamamış. Kerem bey ise 3.8 ortalamasını beğenmemiş. Kendisini, idealizmi, mükemmeliyetçiliği, ışıldayan zekası ve otokontrölünden ötürü kutluyorum. Hiç bir şekilde iğneleme yapmadım efendim[valla lan]. Kim istemez ortalaması 4 olsun.

Yine de buradan önemli düşünürlerin sözlerini alıntılayayım Kerem için.

"4 gpa is the path to the dark side. 4 gpa leads to anger. Anger leads to hate. Hate leads to suffering.”

"With great gpa, comes great responsibility."

"4 gpa is the opium of people."

"Ne yiyecek bu çocuklar. Devlete girip de ihale mi almışlar? Adama, 'soyadımı taşıma' mı diyeceğim? Soyadını mı değiştirecek, babası Maliye Bakanı oldu diye?"