27 Ağustos 2011 Cumartesi

Müzik

Merabaaaaaa,

Bayramın ilk günü Almanya'ya hareket ediyorum. Önce dil kursu için Freiburg, sonra Münih'te master başlıyor. "Vedalardan hoşlanmam." diye laf vardır ya, kim hoşlanır ki la vedalardan? Neyse, ben vedaları rahatsız edici buldum, hoşlanmadım eheh. Daha az iç bunaltıcı hatta oldukça sevindirici bir durum şu ki, 10 dakika sonra Doctor Who'nun yeni bölümü yayınlanacak.

Kişisel hayatımı çağlara bölersek, son 2 yılımı bir çağ olarak nitelendirebiliriz belki. Örneğin son 2 yıldan öncesi Taş Devri ve Maden Devri ise, son 2 yılım ilk çağ, şimdi de orta çağa giriyor olabilirim. Orta çağda derebeylikler falan yüzünden fazla gelişme olmamıştı amk.

Ben de bu son iki yılda etkilendiğim müziik grupları ve şarkıcılardan bahsetmeye karar verdim. Neden olmasın. Geriye sayım yapıyorum.

12) Uffie

Uffie hakkında, müzik olarak o kadar da bir olayı olmadığına dair falan bişeyler okudum. Gerçekten de o kadar bir olayı yok sanırım, ama bir ara baya bir eğlendirdi beni. Bir olayı olan pek çok şarkıcıya falan tercih ederim. Uffie Fransız/Amerikanmış, Hong Kong'da büyümüş. 87'li, evli. Yane ilginç işte Pop the Glock ve MCs Can Kiss'i seviyorum en çok.

Uffie - MCs Can Kiss

11) Can

Can 60'ların sonunda kurulmuş Alman Krautrock grubu. Baya iyiler. Bunlar saatlerce jam session yaparlarmış, sonra da çaldıkları şeylerin en güzel kısımlarından albüm çıkarırlarmış. Ege Bamyası diye albümleri var eheh.

Can - Little Star of Bethlehem

10) The Duke Spirit

The Duke Spirit o kadar da iyi bir grup değil sanırım aslında, ama kızın sesi çok güzel. UNKLE'ın War Stories'inde Mayday isimli şarkıyı söyleyen de bu kız. Onun linkini koyayım hatta.

UNKLE - Mayday

9) Nada
Nada'yı ben sevdim, cadı gibiler. Güçlü kadın imajı falan. Güzel atmosferli müzik yapıyorlar, tarzları da güzel. Şöyle bir sıkıntıları var last.fm'den bakanlar için: Bin tane grup var ismi Nada olan. Ayrıca imajlarını kesinlikle biraz daha geliştirmeleri lazım. Finally, soldaki kızcağız canlı söylerken güzel söylemek için çok fazla kasıyormuş gibi görünüyor. Biraz daha böyle ellerini kollarını nereye koyacaklarına önceden karar verirlerse iyi olur. Bir de psikopat gibi görünsünler biraz, sağdaki kız daha iyi beceriyor o işleri.

Nada - Gece Düştü

8) The XX - XXXX
Bu kadar emo ve loser görünümlü tiplerin bu kadar güzel ve minimalist müzik yapabildiklerini görmek baya şaşırtıcı aslında. Ama hem çok sessiz sakin, hem de çok etkileyiciler. İkisini nasıl beraber yapıyorlar lan?(İngilizler tabi)

The XX - Infinity

7) Oh Land
Oh Land grubun adı ya da daha doğrusu şu kızın sahne ismi. Gerçek ismi Nanna Øland Fabricius, Danimarka gibi soğuk ve küçük bir yerden geliyor(elflerin memleketi, iskandinav işte). Bir sakatlık sonrası asıl mesleği olan baleyi bırakmış, müziğe eğilmiş ve piyasadaki tüm kadın şarkıcılardan daha güzel sanırım. Diğer şarkıları da oldukça kulağa hoş geliyor, eğlenceli. Ama Wolf&I isimli şarkısını çok farklı bir yere koymak lazım benca.


Oh Land - Wolf & I

6) IAMX
Indie - Emo arası bir pezevenk işte, ama sesi çok güzel. The Alternative albümü çok güzel değil diye düşünüyorum; fakat Kingdom of Welcome Addiction albümünde bir şarkısı bile başarısız değil.

IAMX - I Am Terrified

5) Disturbed
Bu adamlara nu metal grubu diyorlar. Benim bildiğim nu metal yarrak kürek bir şeydir. Disturbed çok iyi, çok gaz. Yarrak kürek demişken, bu sene değil ama geçen sene yarışlara hazırlanırken bir ara her antreman Disturbed dinleyip gaza geliyordum, özellikle de The Night.

Disturbed - The Night

4) UNKLE
Sıkıldım lan. Neyse. Ben müzik yapabilseydim, UNKLE'ın yaptığı gibi yapardım. Özellikle War Stories albümlerini çok dinledim geçen yıl.

UNKLE - Broken (Gavin Clark'ın sesi de çok iyi)

3) Cranes
SON ÜÇ GRUP, YEAH! Cranes'i nispeten yeni keşfettim 1986'da kurulan Shoegaze grubu ve bence daha ünlü olmayı hakediyorlarmış. Alison Shaw çok ilginç, kız çocuğuvari etkileyici bir sese sahip.

Cranes - Lilies

2) Pati Yang

Polonyalı hanım Pati Yang'ın da çok daha ünlü olması gerekir bence. 


Pati Yang - Timebomb

1) Florence + The Machine
Florenceeeeeeeeeee!! Blogun başlık altı yazısında da yazıyor. Florence + The Machine'i çıktığından beri çok fazla dinledim, bokunu çıkardım da denebilir. Hala sıkmadı ama. İlginç olan bir şey de şu ki, Florence+The Machine'i HERKES seviyor. Biraz sürekli merchandising modunda olmaları rahatsız edici sadece. Florence duyup duyabileceğimiz en inanılmaz, etkileyici, güçlü seslerden birine sahip. Her biri etkileyici şarkılar da yapmayı başarıyorlar, vasat bir şarkılarını duymadım, belki Kiss With a Fist dışında.(O da bence yani)
Kasımda yeni albüm de çıkarıyorlarmış, ne mutlu.

Florence+The Machine - Rabbit Heart(Raise It Up)

Bu da yeni single:





17 Ağustos 2011 Çarşamba

Bu baba tarafındaki akrabalarımdan neden bu kadar rahatsız olduğumu buldum. Birçok arkadaşımdan neden rahatsızsam aynı sebepten. Benim belli kalıplara göre davranmamı bekliyorlar, ben de pragmatik bir kişi olaraktan o kalıplara göre davranmayı kolayca başarıyorum. Fakat o şekilde davranmak bir yerde kendine ihanet olduğundan o insanların hiçbiriyle görüşmek istemiyorum. Ve BENİ GERİYORLAR diyorum. Germelerinin sebebi de bu.

Bu sınır polislerinin, kapıda bekleyen bodyguardların falan işi çok kötü ya. Sürekli birilerini içeri almamaya falan çalıştıkları için sürekli olumsuz ve önleyici bir tutum takınmaları gerekiyor. Oldukça yorucu olsa gerek. Halbuki öğretmen mesela, insanlara yardım ediyor.
Şöyle bir sorunum var sanırım. Son yıllarda baya bir fakirlik çektim. (Sorun bu değil bi sn açıklıyorum) Benim kadar fakir sürüyle insan vardı tabi, fakat o fakir insanlar beraber mutlu mutlu takılıyorlar. Çevremde benim fakirliğimde hiç arkadaşım yok sanırım, hatta çoğu arkadaşımın arabası falan ar. Bu da kendime karşı bir acıma duygusuna kapılmama sebep olmuş olabilir(Henüz soruna gelmedim). Şöyle ki, benim gibi bir fakir olunca oldukça yalnız kalıyorsun gibi geliyor. Çünkü, mesela burs mülakatına gittiğimde de oradaki kadın fakirliğime inanmayaraktan "Mankenlik falan yapsana." dedi. Sebebi şu ki; fakirlerin, zeki olsalar mühendislik falan okuyor olsalar bile, pek de haksız sayılmayacak bir şekilde kültür yoksunu, doğulu görünümlü, kötü giyinen, zevksiz insanlar olduğu düşünülüyor. (Genelleme tabi)
Fakirlerin Vazgeçilmezi: Yandan Çizgili Penye Tişört

Sonuç olarak onlar da, kendileri gibi kötü giyinen arkadaşlarıyla bir komün oluşturuyorlar, öğle yemeklerini beraber yemekhanede yiyorlar. Yemekleri alırken "Hocam biraz daha koy üstüne" falan diyorlar. Burs alıyor olsalar bile gidip yine yandan çizgili penye tişört satın alıyorlar.

Ben ise biraz tek başıma kalmış oluyorum bu durumda, hence kendine acıma duygusu. Asuş da eşlik ediyor bana gerçi; ama o gerçek manada fakir sayılmaz. Sonuç olarak sorunumu açıklayabilirim artık. Fakir insanlara, toplumun alt seviyelerine karşı empati duygumu sanırım ciddi anlamda yitirmiş olabilirim ya da hiç sahip olmamış da olabilirim. Gerçi, şimdi böyle kelimelere dökünce tam olarak ikna olmadım yitirdiğime, fakat bu durumdan korkuyorum, evet.

Aynı şekilde, bu Somali'deki insanlara karşı falan da çok büyük bir acıma hissetmiyorum. Televizyonda zayıf çocukları görünce biraz üzülüyorum. Ama "Orada insanlar ölüyor." gibi bir cümle duyunca içimde çok bir şey kıpırdamıyor. Bu da empati duygusunun kaybıyla ilgili bir sorun sanırım. Fakat öte yandan, orada her zaman insanlar ölüyor. Kimsenin de sikinde değil. Batı uygarlığı(Türkiye'yi de katalım) orayı sömürmüş, gelişmemişliğe, açlığa mahkum etmiş; hiçbir insan da bunlara sebep olmuş sistemimizden şikayetçi değil. O yüzden de, orada olanların hiç farkında değilmiş gibi davranıp, 5 lira para göndermek ikiyüzlü ve ahlaksız bir davranış diye düşünüyorum.(Durumun farkındaysa np)

Ayrıcana, hayatımı başarı odaklı yörüngesinden kesinlikle çıkarmalıyım. Bunu bir şekilde aşmam lazım, sanırım sürekli başka şeylere ağırlık vermeye çalışmak işe yarayabilir. İçinde olduğum andan daha çok memnun olmaya çalışmalıyım.

Bir de dönüp bakıyorum da, bu seneki kaptanlığım beni bir noktada rahatsız ediyor. Kendimi yönetici kademesinin adamı gibi hissettim bazı anlarda, aslında pek öyle olduğumu düşünmesem de. Sorumluluk almak çok güzel ama, sorumluluğun başkaları tarafından verilmesi o kadar güzel değil. Şöyle bir durum var: İktidar insanın biraz hoşuna gidiyor. Doğru olan gitmemesi. Yönetici ve idarecilerle takılırken -belirsizce de olsa- onaylayıcı davranman gerektiğini, esprilere gülmen gerektiğini falan hissediyorsun. Sırf nezaketten değil de, sahip olduğun iktidarı da güven altında tutmak istediğin için. Bu da rahatsız edici bir hissiyat.

Toplumumuz, başarıyı ve iktidarı insanın değer ölçüsü olarak görüyor. Ben de hatta, bir ara hayatın amacının başarılı olmak olduğu ile ilgili bir yazı yazmıştım. Daha uygun bir değer ölçüsü nedir bilmiyorum, ama bu noktada bir yanlışlık var.

Çok süper çözümlemeler yaptım, yatıyorum. İyi geceler xoxo

12 Ağustos 2011 Cuma

Çok yavaş konuşuyorum, daha hızlı konuşmalıyım.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bence ülkeyi terkedelim.

Algıda seçicilik sanırım, son günlerde sapık Türk erkeklerinin kızlara bakışlarına dikkat ediyorum.Korkunç, ürkütücü. Ve yane, baktıkları tipler maksimum diz hizasında etek, kalın askılı body falan giyiyorlar. Kabul edilen min. kısalık hafif geniş sıfır yakalı tişört ve streç olmayan kapri falan. Son 2 yılda falan bu muhafazakarlık hedesinin boku çıktı zaten. Ramazanda da ortamın iyice çivisi çıkıyor. Hayatım belediye otobüslerinde geçtiği için çok süper gözlemliyorum. Açık açık da söylüyor millet, müslüman toplumda böyle giyinemezsiniz, içki içiyorsanız saklanarak için, ramazanda açıkta yemek yiyecekseniz tetikte olun falan diye. Bunu da koyayım: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=28484&y=HayrettinKaraman 

Demokrasimizin önündeki tek engeli kemalizm ve ordu olarak gören liberal ya da solcu arkadaşlar vardı. Neyse sktiret, din faşist bir şey. E öyle, bu insanların böyle yapması gayet normal. Bana kalsa bunlara karşı savaşmak isteyebilirdim uygarlık ışığının taşıyıcısı olarak, ama Ford Prefect'in dediği gibi,

" 'Biz hiçbir şeye kafayı takmıyoruz, tamam mı?' diye üsteledi Ford.
'...'
'Ve bu sonucu belirleyen unsurdur. Biz takıntıya karşı kazanamayız. Onların umrunda, bizimse değil. Kazanan onlar.'
'Benim umrumda olan birçok şey var,' dedi Slartibartfast, sesi biraz kızgınlık ve biraz tereddütle titriyordu.
'Ne gibi?'
'Eee,' dedi yaşlı adam, 'hayat, Evren. Her şey, aslında. Fiyordlar.'
'Bunlar uğruna ölür müydün?'
'Fiyordlar uğruna mı?' diye şaşkınlık içine gözlerini kırpıştırdı Slartibartfast. 'Hayır.'
'Tamam işte' "

Ayrıcana da 80 milyonun 79'u falan böyle. Onlar da bizim gibilerin burada bulunmasını istemiyorlar zaten. Sonuç olarak sktirip gidelim. Evrimde geri kalmış yobaz bir ortamda yaşamak zorunda mıyız amk. Kurtarılmış bölgelerde yaşayıp sonra, yok ööle şey diyenler de otobüse falan binsin amuğa goyıyım. İmkanı olanlara ülkeden gitmeyi öneriyorum, dışarıda da radikal sağ fraksiyonlar bolca var ama %90küsür falan değiller en azından. Herkesin psikolojisi bozuluyor burada. Kızlar, bir miktar da haklı olarak tüm erkekleri potansiyel tecavüzcü sapık olarak görüyor, korumaları gereken önemli şeylere sahip olduklarını düşünüyorlar. Erkekler, kendilerine biraz yakınlık gösteren kızlara 'bu verir lan' diyor, biraz ten görünce boşalıyor falan.

İnsanlar iktidara tabi olmak için benliklerinden vazgeçiyorlar ve farklı olan şeylere saldırıyorlar. Bu da psikolojik analizi olabilirdir umarım. Neyse.