31 Aralık 2011 Cumartesi

Terapi ile ilgili bir dizi izlediğimi söylemiştim ya, sanırım dream job'umu buldum. Yazık ki biraz geç kaldım, ama bence çok iyi bir terapist olurdum. Milli piyango falan çıkarsa okuyup terapist olacağım.

29 Aralık 2011 Perşembe

Amuğa koyıyım yaa bu üniversitenin yapacağı işin. Beni durduk yerde inanılmaz gerilimlere sokuyorlar oçler.

İstediğim şeyler: Bir King-size yatak, küvet, Playstation, bilgisayar.

Bunları istiyorum.

Son iki-üç gündür kürekle ilgili kendimi kötü hissetmeme yol açan şeyler gördüm.  Önce antreman yaparken kızın biri geldi, (hiç ısınma falan da yapmıyolar doğru dürüst burada onu da anlamadım) 2.06-2.07 falan 20 dk çekti 2 tane 26 tempo. Ben de "Hm, iyi çekiyorsun." gibi bir şey dedim, kız da yoo falan dedi. Bugün de hk elemanlardan biri gözümün önünde yarım saat 20 tempo 1.47-1.48 çekti. Ben de 5 yıldır falan aynı dereceyi çekiyorum sanırım.

Şu sıralarda bir terapi dizisi izliyorum. Düşündüm, benim bir spor terapistim olsa gitsem konuşsam onunla, bana herhalde her şey kafanda falan demezdi. Nasıl kafamda olsun ki ya.

Antremana devam edeyim, belki bir 5 yıla falan gelişir. Ama, bir terapiste gitmek isterdim. Bana "Ne kadar da süper bir karakteriniz var Buğra bey, kendimden geçtim." gibi şeyler desin diye.

”Beyond the very extreme of fatigue and distress, we may find amounts of ease and power we never dreamed ourselves to own; sources of strength never taxed at all because we never push through the obstruction” – Scott Jurek

8 Aralık 2011 Perşembe

uyuyamadım pokemonun ilk bölmünü izledim ehe bütün hepsini izleyeceğim ilerleyen günlerde

Ash'in ilk cümlesi:
-Yes, I am Ash!

ehe

Ben küçükkene bilmiyorum ortaokulda sanırım, pikaçunun resmini bile çizmiştim pastel boyalarımla haha. Yapmam yani öyle şeyler aslında Şuna baksanıza ama çoook şirin



ÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖö HASTAYIIIIIIIIIIIIM HASTAAAAAAAAAAAAAA ÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜÜ

4 Aralık 2011 Pazar

Merhaba,


Bakın biletime! Ne güzel, sanırım bileti aldıktan birkaç saat sonra tüm biletler bitti hem de. YEAH!

Sanırım kör oluyorum. Üzücü bir durum, bir gözüm diğer gözümden daha aydınlık görüyor. Ne ki bu? Kör olursam yapacağım şeylerin çoğunu yapamam sanırım, kürek çekebilir miyim acaba, çekerim herhalde.
Genlerim çok başarılı değil ya, as can be seen from below photo:
Bir de çok üşüyorum her zaman, boyum da yeterince uzun değil. Ama annemde de babamda da göz problemi yok aq, miyop bile yane. Evet, en azından dünyayı gördüm belli bir süre için. Bununla avunayım.

Bugün ders çalışacağım artık sanırım. Temizlik yapmak ne kadar zor ya, evin sürekli kirlenmesi ne garip. 2 gün bakmıyorsun bir yerlerden tozlar fışkırmaya başlıyor. Ne kadar canlı bir gezegenimiz var.

Hava hakkında mızmızlanmayı gerçekten çok istiyorum. Sonuçta Almanya soğuğun ve yağışın harman olduğu bir yer. Ama şimdiye kadar hiçbir şey yağmadı, sıcaklık da 8 derece falan hahah.

Bu diffraction, reciprocal lattice, stereographic projection falan kendi kendine anlaması zor konular ya ööööh.

Ben de yurduma dönmek isterdim christmas'da, ama yeterli paraya sahip değilim. Neyse uçaktan korkuyorum zaten.

Sınıfımdaki insanlardan eskisi kadar tiksinmiyorum. Alıştım. Girdiğim her ortamda ilk reaksiyonumun insanlardan tiksinmek olması nasıl bir psikolojik problemi açığa vuruyor acaba? Ya da normal mi? Yeni girdiğim ortamda yeterince ilgi görmediğim için böyle hissettiğimi söyleyebilirim; ama bu doğru olmaz açıkçası. Düşündüm bunu.

Alman elemanlardan biri dedi ki, Türkler Türkçe konuştuklarında kulağa hep ö ö ö ü ü ü diyorlarmış gibi geliyormuş. Diyene bak, ibnelerin sözlüklerinden w'yi s'i çıkar, sözlüğün yarısı gidiyor. Bu 9gag patlaması ne bi de ya, tamam komik şeyler var da ne ki yane?

Bu amqodumun Münih'lileri ne kadar zengin, konser bileti almak için sırada beklerken gözlemler yaptım. Zaten, herhalde adamların başka derdi yok, ajandalarına yazmışlar şu event'e gitcem bu event'e gitcem diye, 8'er 10'ar bilet alıyorlar, bir de ucuz olsa. Bayern Münih maçına gitsem dedim, baktım biletler 60-70 euro'dan başlıyor+bu sezonun bütün biletleri sold out'mış zaten. Zenginler işte, her yer bmw falan.

Madmen spoiler'ı şimdi.==>  Don Draper o son yaptığın hareket tam bir karaktersizlikti. O noktaya kadar seni desteklemiştim. Karaktersiz herif. 2 kere bafilediğin sekreterle evlenilir mi lan. Sen Faye gibi kendine eşit olarak görebileceğin insanları kaldıramıyorsun işte. Betty de Don'u sktiretti ama şimdi eski kocam ne kadar sikiciydi, bu kocam hiç öyle değil diye hayıflanıyor. O da ayrı bir ruh hastası. Peggy'i baya seviyorum ama. Dizinin güzelliği gerçekçi, gerçekte de varolan karakter tiplerine sahip olması, Sopranos da öyleydi sanırım. İzleyince insan, "Hm hayat işte şöyle, hayat böyle." diye düşünüyor. Bir de, tamam Joan hoş gerçekten, ama bu şişman olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Ya bir de  bişey gördüm geçen gün internette komikti, tam nasıl hatırlamıyorum da, şöyle bir şey: "Kankalar Steve Jobs ile Nejat İşler akraba mı yoksa isim benzerliği mi?" ehe.

edit: Hah bir de ayak parmağımı kanattım koşarken pöh.

xoxoxo

25 Kasım 2011 Cuma

- I watched the sunrise today, couldn't sleep.
- How was it?
- Average.
It's about letting things go so that you can get what you want. Hayatın %75'i.

23 Kasım 2011 Çarşamba

Almanlar anlamıyor: İngilizce dilinde ö, ä, ü harfleri yok. "Molecule" "molekül" şeklinde yazılmıyor. "Steady State Theory"'e onlardan başka kimse "Bodenstein-Bilmemne" teorisi demiyor. Koskoca doktor olmuşlar amk. I'm terribly dissappointed by the teaching quality. dallamalar

Ayrıca Almanlar dans ettiklerini düşündüklerinde kolbastı yapıyorlar. Çok ciddi bir edayla yapıyorlar hem de.

18 Kasım 2011 Cuma

İnsan hayatta olduğu sürece her şeye katlanır. Son anlarımı korkuyla geçirmek istemiyorum. Bunu da herhangi bir duygunun etkisiyle yazmıyorum.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Merhaba! Artık tüm postlarıma selam vererek başlıyorum. Önceki postumda belirttiğim insanlardan tiksinme hissiyatı all that culture shock experience'ının bir parçası diye düşünüyorum. Ve fakat, artık görebiliyorum ki, her ırkın gerçekten de farklı özellikleri var ve bu da her birinden farklı şeyler alabileceğimizi ifade ediyor. ( Her ırkın(ırk derken milletler falan tabi) değişik olması ilginç gerçekten de, sadece farklı renkli insanlar olduğunu düşünürdüm ben, ama öyle değil. Certainly, elf, cüce falan olsalar daha cool olurdu.) Örneğin, tüm ırkları sınıfımda bulunan söz konusu ırkların mensuplarından(genelde her ırk için 1 kişi, çinliler için 4) tümevararak genelledim. Örneğin Çinli olmak cool, çünkü sadece ders çalışıyorsun ve kendi kriterlerinden öte insanların hakkında ne düşündüğünü farketmiyorsun bile. İnsanların senin hakkında ne düşündüğü irrelevant. Belki Çinlilerin senin hakkında ne düşündüğü önemli olabilir, bilmiyorum. Ama sonuç olarak, yeni bir ortama girdiklerinde genel ahlak ve yaşama biçimlerinde bir sorgulamaya gitmedikleri aşikar. Bu da ilginç(ve iyi?). Ruslar(2 kişi) genel olarak gerizekalılar ve aptalca sorular sormaya hevesliler. Ayrıca tüm ders kaynaklarına, kullanmayacak olsalar bile, sahip olmaya oldukça hevesliler. Fakat, çok nadir de olsa benim de aklımdan geçen çok aptal bir soruyu sorabiliyorlar.

Türkler için net bir şey söyleyemiyorum. Örneğin ben cool bir şekilde dersi izleyip yorum yapmazken, hocaya, kendisine biçtiğim değeri gözlerim ve vücut dilimle iletiyorum. Diğer bir Türk, pek akıllı değil, bazı şeyleri iyi yaptığını düşünüyor, fakat yapamıyor. Diğer Türk ise sessiz inek kategorisinde.
Almanlar da keza, "artık burada da bir şey sorulamaz" denilen noktada kişiyi şaşırtmayı başarıyorlar ve overconfidence. USA aynı şekil overconfidence. Aynı zamanda Alman Makine Mühendisi majorlı şahıslar(1) inanılmaz derecede aptalca sorular bulmayı başarabiliyorlar.
Hm, daha uzatmayacağım, hoş bir yere gitmiyor daha kucaklayıcı olacaktım.


Ülkeyi terketme zamanlamam iyiydi bence. Zira evimdeki, Suç ve Ceza'daki Raskolnikov'un yaşadığı benzeri fakirlik atmosferinden, ülkedeki aşırı muhafazakarlıktan ve genel olarak ülkemdeki insanlardan iyice tiksinmiştim. Fakat, yine de Türk olmanın oldukça cool olduğunu düşünüyorum, özellikle yurtdışındayken(yani herkes Türk değilken ehe) Çok sevilen bir millet olmak o kadar da cool olmazdı, ayrıca kuvvetsiz, dandik bir ülke olmak da (Koskoca bir ekonomiyiz yeah), ayrıca işlerin yolunda gittiği bir yerde yaşamamız da yeterince eğlenceli olmazdı.. Evet, belki "Türk'üm." dediğimiz zaman, Balkanlar, Rusya, Almanya ve aslında çoğu dünya milletinin kızları dekoltelerini iliklemeye başlıyor olabilir, belki "Ben Türk'üm." dediğimiz zaman bazı bazı, ilginç bir yüz ifadesi eşliğinde "A, öyle mi?" şeklinde bir cevap alıyor olabiliriz, belki insanlar bize iltifat etmek için "Hiç Türk'e benzemiyorsun." diyor. Ama, çok güzel(ama gerçekten çok güzel) küfrediyoruz. Girişimci(apaçi) ruhumuzla dünyanın her yerindeyiz. Ve aynı kültürel altyapıyı paylaşıyoruz ki bu oldukça önemli bir şey. Bu yüzden bir gün yurtdışında başarılı olmuş bir Türk olmak güzel olurdu. Cemaatin olması gibi bir şey işte, herkesin Türk olduğu yerde başarılı olmak o kadar da eğlenceli olamaz, cemaatin yok.


Haha, bu yazı inanılmaz iğrenç oldu. Bence hayatta birbirimize söyleyemeyeceğimiz şeyler yapmalı, sonra da onları söylemeliyiz. Ne olup bittiğini görmeliyiz, settle down'a daha az odaklanmalıyız. Birbirimizi sevmeliyiz ve birbirimiz için bir şeyler yapmalıyız, sadece kendimiz için değil. Ama küçük şeylerden bahsetmiyorum, büyük şeylerden bahsediyorum. Mutlu olabileceğimize, olmaya devam edebileceğimize, bir gün tek başına takılan orta yaşlı garip ve sapık vs. gibi bir insan olmayacağımıza inanmalıyız. Eöh daha da iğrençleşti.

15 Kasım 2011 Salı

merhaba,

Bir buçuk aydır Münih'teyim, daha hiçbir şey yazmamışım. Dandik de olsa yazıvereyim şimdi. Sınıfımdaki insanlardan bir miktar rahatsız oluyordum genel olarak, çünkü herkes bir çok bilme triplerinde idi. Giderek alışıyor insan ama. Söylemek istedğim şu ki, ilk 3 star wars filmi awesome falan değildi, günümüzde çekilen yeni triloji o kadar da kötü değil. Anakin'in "you're underestimating my powers." falan dedikten sonra yandığı sahne falan baya iyiydi bence.) Ayrıca burada Burger King ve Mcdonald's'a ağız birliği ederek tadı çok kötü falan diye burun kıvırıyorlar; ama bu fast food restoranları hem ucuz hem de relatively lezzetliler, ayrıca miktar bakımından da tatmin sağlıyorlar.

Sanırım minimum 1 insana ihtiyaç duyuyorum bonding içinde olmak için, bu yüzden çevremdeki çok ciddiye almadan ahbaplık etmem gereken insanlarla ahbaplık ederken çok fazla düşünüyorum. Bence sosyal ihtiyaçlarımı çok basit bir matematikle formulize edebilirim. Ama tabi ki birilerine ihtiyaç duyuyorum diye dandik insanlarla yetinmeyeceğim. Birileriyle yetinmek hoş değil. Yane takılınabilir normalde çok takılınmayacak insanlarla, ama bu durumun yeterince farkında olunduğu sürece.

Sanırım, yarın neredeyse 2 aydan sonra internetim bağlancak. Ayrıca burası 3. dünya ülkesi olmadığı için, her yerde iş ilanı var.

Florence'ın yeni albümünde, What the Water Gave Me dışında atmosfere giremedim henüz. Martta buraya geliyorlarmış ama, net giderim. Evanescence dinliyorum ehe, çok cool bir şey olmayabilir bu, ama son albümleri güzel. The Change'i sevdim.30 Rock süper bir de. Jack Donaghy kral, Kerem ibnesi sen de izle seversin.

Aslında o kadar çok tespit yaptım ki son 1 buçuk ayda. Ama yazmayınca unutuluyor tabi, neyse sktret. Ayrıca burda Türk var bikaç tane de, hiçbiri gardeş, la gibi kelimeler kullanmıyor, ihtiyaç duyuyorum resmen. Materyal bilimi nedir lan bi de, napcam ben materyal bilimcisi olup. Bu arada Berlusconi de gitti.Yandaki şeyleri de değiştiriyim la bi sürü kitap falan okudum.

16 Eylül 2011 Cuma

Selam! Sabah 6.40'da kalkıp hızlı bir tempoda12 km koştum. Şu an kendimi çok iyi hissediyorum. Biraz soğuktu(7 derece civarında) ama çok güzel bir sabahtı. Hafif sis, güneş. Almanya genel olarak koşmak için çok güzel bir yer.  Biraz uyuyacağım sanırım. Öpüyorum herkesi.

8 Eylül 2011 Perşembe

Merhaba,

Aklımda kalan şeyleri yazayım, sıkıldım.

Freiburg'dayım.  Tam olarak şurdayım, restoranda değil de aynı binada misafirevi var işte.  Bir spor salonuna kaydoldum, spor yapabiliyorum böylece. Çok değişik aletler var. Aletlere kartını sokuyorsun, ağırlığı ve oturduğun yerin yüksekliğini falan otomatik ayarlıyor. Ortada bir su şelalesi gibi bişey var. 30 sn kabarcıklı 30 sn kabarcıksız oluyor. Kabarcıksızken hareket değiştiriyorsun, kabarcıklıyken hareketi yapıyosun.
56 euro verdim 3 hafta için. Pazarlık bile yaptım Almanca olarak, önce 98 euro demişti.

Onun dışında, Freiburg daha önce kaldığım Regensburg'dan daha güzel bir şehir sanırım. İnsanlar sanki birazcık daha az kuralcı ve rahat görünüyorlar. Hala Almanlar ama tabi. Ama Almanları az çok seviyorum sanırım. Ehe spor salonunun sauna kısmı falan var bir de terasa bakıyor. Eleman orayı bana göstercekti, çıktık terasta bir tane kadın tamamen çırılçıplak yatıyordu. Ama kadın 65 yaşında falan eheh, buruşuk ten garip bişey. Hallo dedik kadına.

Bunun dışında Goethe Institut de güzel, geliştiriyorum dilimi işte. Hocamız çok iyi, dil hocaları mı çok iyi oluyor nedir, niye öyle acaba.

İdare etmeye çalışıyorum işte. Kafamı vurdum, boynuz çıktı mınıskiyim, kanadı bir de. 2 haftadır hafif hastayım, kulağımın teki tıkanık sürekli, bir de midem bulanıyor. Yemeklere falan alışmadığım için heralde. Dişimin biri daha hafif kırılmış. Heralde 30 yaşına kadar hiç dişim kalmayacak. Tüm bunlara rağmen mutsuz değilim. Neden mi? Çünkü hayat süper.

Nereye süper. Mutsuzum tabi mınıskyım. Neyse, ev bulursam biraz daha memnun olacağım. Amına kodumun Mısırlıları içki falan içmiyorrlar tabi, amk onların.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Müzik

Merabaaaaaa,

Bayramın ilk günü Almanya'ya hareket ediyorum. Önce dil kursu için Freiburg, sonra Münih'te master başlıyor. "Vedalardan hoşlanmam." diye laf vardır ya, kim hoşlanır ki la vedalardan? Neyse, ben vedaları rahatsız edici buldum, hoşlanmadım eheh. Daha az iç bunaltıcı hatta oldukça sevindirici bir durum şu ki, 10 dakika sonra Doctor Who'nun yeni bölümü yayınlanacak.

Kişisel hayatımı çağlara bölersek, son 2 yılımı bir çağ olarak nitelendirebiliriz belki. Örneğin son 2 yıldan öncesi Taş Devri ve Maden Devri ise, son 2 yılım ilk çağ, şimdi de orta çağa giriyor olabilirim. Orta çağda derebeylikler falan yüzünden fazla gelişme olmamıştı amk.

Ben de bu son iki yılda etkilendiğim müziik grupları ve şarkıcılardan bahsetmeye karar verdim. Neden olmasın. Geriye sayım yapıyorum.

12) Uffie

Uffie hakkında, müzik olarak o kadar da bir olayı olmadığına dair falan bişeyler okudum. Gerçekten de o kadar bir olayı yok sanırım, ama bir ara baya bir eğlendirdi beni. Bir olayı olan pek çok şarkıcıya falan tercih ederim. Uffie Fransız/Amerikanmış, Hong Kong'da büyümüş. 87'li, evli. Yane ilginç işte Pop the Glock ve MCs Can Kiss'i seviyorum en çok.

Uffie - MCs Can Kiss

11) Can

Can 60'ların sonunda kurulmuş Alman Krautrock grubu. Baya iyiler. Bunlar saatlerce jam session yaparlarmış, sonra da çaldıkları şeylerin en güzel kısımlarından albüm çıkarırlarmış. Ege Bamyası diye albümleri var eheh.

Can - Little Star of Bethlehem

10) The Duke Spirit

The Duke Spirit o kadar da iyi bir grup değil sanırım aslında, ama kızın sesi çok güzel. UNKLE'ın War Stories'inde Mayday isimli şarkıyı söyleyen de bu kız. Onun linkini koyayım hatta.

UNKLE - Mayday

9) Nada
Nada'yı ben sevdim, cadı gibiler. Güçlü kadın imajı falan. Güzel atmosferli müzik yapıyorlar, tarzları da güzel. Şöyle bir sıkıntıları var last.fm'den bakanlar için: Bin tane grup var ismi Nada olan. Ayrıca imajlarını kesinlikle biraz daha geliştirmeleri lazım. Finally, soldaki kızcağız canlı söylerken güzel söylemek için çok fazla kasıyormuş gibi görünüyor. Biraz daha böyle ellerini kollarını nereye koyacaklarına önceden karar verirlerse iyi olur. Bir de psikopat gibi görünsünler biraz, sağdaki kız daha iyi beceriyor o işleri.

Nada - Gece Düştü

8) The XX - XXXX
Bu kadar emo ve loser görünümlü tiplerin bu kadar güzel ve minimalist müzik yapabildiklerini görmek baya şaşırtıcı aslında. Ama hem çok sessiz sakin, hem de çok etkileyiciler. İkisini nasıl beraber yapıyorlar lan?(İngilizler tabi)

The XX - Infinity

7) Oh Land
Oh Land grubun adı ya da daha doğrusu şu kızın sahne ismi. Gerçek ismi Nanna Øland Fabricius, Danimarka gibi soğuk ve küçük bir yerden geliyor(elflerin memleketi, iskandinav işte). Bir sakatlık sonrası asıl mesleği olan baleyi bırakmış, müziğe eğilmiş ve piyasadaki tüm kadın şarkıcılardan daha güzel sanırım. Diğer şarkıları da oldukça kulağa hoş geliyor, eğlenceli. Ama Wolf&I isimli şarkısını çok farklı bir yere koymak lazım benca.


Oh Land - Wolf & I

6) IAMX
Indie - Emo arası bir pezevenk işte, ama sesi çok güzel. The Alternative albümü çok güzel değil diye düşünüyorum; fakat Kingdom of Welcome Addiction albümünde bir şarkısı bile başarısız değil.

IAMX - I Am Terrified

5) Disturbed
Bu adamlara nu metal grubu diyorlar. Benim bildiğim nu metal yarrak kürek bir şeydir. Disturbed çok iyi, çok gaz. Yarrak kürek demişken, bu sene değil ama geçen sene yarışlara hazırlanırken bir ara her antreman Disturbed dinleyip gaza geliyordum, özellikle de The Night.

Disturbed - The Night

4) UNKLE
Sıkıldım lan. Neyse. Ben müzik yapabilseydim, UNKLE'ın yaptığı gibi yapardım. Özellikle War Stories albümlerini çok dinledim geçen yıl.

UNKLE - Broken (Gavin Clark'ın sesi de çok iyi)

3) Cranes
SON ÜÇ GRUP, YEAH! Cranes'i nispeten yeni keşfettim 1986'da kurulan Shoegaze grubu ve bence daha ünlü olmayı hakediyorlarmış. Alison Shaw çok ilginç, kız çocuğuvari etkileyici bir sese sahip.

Cranes - Lilies

2) Pati Yang

Polonyalı hanım Pati Yang'ın da çok daha ünlü olması gerekir bence. 


Pati Yang - Timebomb

1) Florence + The Machine
Florenceeeeeeeeeee!! Blogun başlık altı yazısında da yazıyor. Florence + The Machine'i çıktığından beri çok fazla dinledim, bokunu çıkardım da denebilir. Hala sıkmadı ama. İlginç olan bir şey de şu ki, Florence+The Machine'i HERKES seviyor. Biraz sürekli merchandising modunda olmaları rahatsız edici sadece. Florence duyup duyabileceğimiz en inanılmaz, etkileyici, güçlü seslerden birine sahip. Her biri etkileyici şarkılar da yapmayı başarıyorlar, vasat bir şarkılarını duymadım, belki Kiss With a Fist dışında.(O da bence yani)
Kasımda yeni albüm de çıkarıyorlarmış, ne mutlu.

Florence+The Machine - Rabbit Heart(Raise It Up)

Bu da yeni single:





17 Ağustos 2011 Çarşamba

Bu baba tarafındaki akrabalarımdan neden bu kadar rahatsız olduğumu buldum. Birçok arkadaşımdan neden rahatsızsam aynı sebepten. Benim belli kalıplara göre davranmamı bekliyorlar, ben de pragmatik bir kişi olaraktan o kalıplara göre davranmayı kolayca başarıyorum. Fakat o şekilde davranmak bir yerde kendine ihanet olduğundan o insanların hiçbiriyle görüşmek istemiyorum. Ve BENİ GERİYORLAR diyorum. Germelerinin sebebi de bu.

Bu sınır polislerinin, kapıda bekleyen bodyguardların falan işi çok kötü ya. Sürekli birilerini içeri almamaya falan çalıştıkları için sürekli olumsuz ve önleyici bir tutum takınmaları gerekiyor. Oldukça yorucu olsa gerek. Halbuki öğretmen mesela, insanlara yardım ediyor.
Şöyle bir sorunum var sanırım. Son yıllarda baya bir fakirlik çektim. (Sorun bu değil bi sn açıklıyorum) Benim kadar fakir sürüyle insan vardı tabi, fakat o fakir insanlar beraber mutlu mutlu takılıyorlar. Çevremde benim fakirliğimde hiç arkadaşım yok sanırım, hatta çoğu arkadaşımın arabası falan ar. Bu da kendime karşı bir acıma duygusuna kapılmama sebep olmuş olabilir(Henüz soruna gelmedim). Şöyle ki, benim gibi bir fakir olunca oldukça yalnız kalıyorsun gibi geliyor. Çünkü, mesela burs mülakatına gittiğimde de oradaki kadın fakirliğime inanmayaraktan "Mankenlik falan yapsana." dedi. Sebebi şu ki; fakirlerin, zeki olsalar mühendislik falan okuyor olsalar bile, pek de haksız sayılmayacak bir şekilde kültür yoksunu, doğulu görünümlü, kötü giyinen, zevksiz insanlar olduğu düşünülüyor. (Genelleme tabi)
Fakirlerin Vazgeçilmezi: Yandan Çizgili Penye Tişört

Sonuç olarak onlar da, kendileri gibi kötü giyinen arkadaşlarıyla bir komün oluşturuyorlar, öğle yemeklerini beraber yemekhanede yiyorlar. Yemekleri alırken "Hocam biraz daha koy üstüne" falan diyorlar. Burs alıyor olsalar bile gidip yine yandan çizgili penye tişört satın alıyorlar.

Ben ise biraz tek başıma kalmış oluyorum bu durumda, hence kendine acıma duygusu. Asuş da eşlik ediyor bana gerçi; ama o gerçek manada fakir sayılmaz. Sonuç olarak sorunumu açıklayabilirim artık. Fakir insanlara, toplumun alt seviyelerine karşı empati duygumu sanırım ciddi anlamda yitirmiş olabilirim ya da hiç sahip olmamış da olabilirim. Gerçi, şimdi böyle kelimelere dökünce tam olarak ikna olmadım yitirdiğime, fakat bu durumdan korkuyorum, evet.

Aynı şekilde, bu Somali'deki insanlara karşı falan da çok büyük bir acıma hissetmiyorum. Televizyonda zayıf çocukları görünce biraz üzülüyorum. Ama "Orada insanlar ölüyor." gibi bir cümle duyunca içimde çok bir şey kıpırdamıyor. Bu da empati duygusunun kaybıyla ilgili bir sorun sanırım. Fakat öte yandan, orada her zaman insanlar ölüyor. Kimsenin de sikinde değil. Batı uygarlığı(Türkiye'yi de katalım) orayı sömürmüş, gelişmemişliğe, açlığa mahkum etmiş; hiçbir insan da bunlara sebep olmuş sistemimizden şikayetçi değil. O yüzden de, orada olanların hiç farkında değilmiş gibi davranıp, 5 lira para göndermek ikiyüzlü ve ahlaksız bir davranış diye düşünüyorum.(Durumun farkındaysa np)

Ayrıcana, hayatımı başarı odaklı yörüngesinden kesinlikle çıkarmalıyım. Bunu bir şekilde aşmam lazım, sanırım sürekli başka şeylere ağırlık vermeye çalışmak işe yarayabilir. İçinde olduğum andan daha çok memnun olmaya çalışmalıyım.

Bir de dönüp bakıyorum da, bu seneki kaptanlığım beni bir noktada rahatsız ediyor. Kendimi yönetici kademesinin adamı gibi hissettim bazı anlarda, aslında pek öyle olduğumu düşünmesem de. Sorumluluk almak çok güzel ama, sorumluluğun başkaları tarafından verilmesi o kadar güzel değil. Şöyle bir durum var: İktidar insanın biraz hoşuna gidiyor. Doğru olan gitmemesi. Yönetici ve idarecilerle takılırken -belirsizce de olsa- onaylayıcı davranman gerektiğini, esprilere gülmen gerektiğini falan hissediyorsun. Sırf nezaketten değil de, sahip olduğun iktidarı da güven altında tutmak istediğin için. Bu da rahatsız edici bir hissiyat.

Toplumumuz, başarıyı ve iktidarı insanın değer ölçüsü olarak görüyor. Ben de hatta, bir ara hayatın amacının başarılı olmak olduğu ile ilgili bir yazı yazmıştım. Daha uygun bir değer ölçüsü nedir bilmiyorum, ama bu noktada bir yanlışlık var.

Çok süper çözümlemeler yaptım, yatıyorum. İyi geceler xoxo

12 Ağustos 2011 Cuma

Çok yavaş konuşuyorum, daha hızlı konuşmalıyım.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bence ülkeyi terkedelim.

Algıda seçicilik sanırım, son günlerde sapık Türk erkeklerinin kızlara bakışlarına dikkat ediyorum.Korkunç, ürkütücü. Ve yane, baktıkları tipler maksimum diz hizasında etek, kalın askılı body falan giyiyorlar. Kabul edilen min. kısalık hafif geniş sıfır yakalı tişört ve streç olmayan kapri falan. Son 2 yılda falan bu muhafazakarlık hedesinin boku çıktı zaten. Ramazanda da ortamın iyice çivisi çıkıyor. Hayatım belediye otobüslerinde geçtiği için çok süper gözlemliyorum. Açık açık da söylüyor millet, müslüman toplumda böyle giyinemezsiniz, içki içiyorsanız saklanarak için, ramazanda açıkta yemek yiyecekseniz tetikte olun falan diye. Bunu da koyayım: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=28484&y=HayrettinKaraman 

Demokrasimizin önündeki tek engeli kemalizm ve ordu olarak gören liberal ya da solcu arkadaşlar vardı. Neyse sktiret, din faşist bir şey. E öyle, bu insanların böyle yapması gayet normal. Bana kalsa bunlara karşı savaşmak isteyebilirdim uygarlık ışığının taşıyıcısı olarak, ama Ford Prefect'in dediği gibi,

" 'Biz hiçbir şeye kafayı takmıyoruz, tamam mı?' diye üsteledi Ford.
'...'
'Ve bu sonucu belirleyen unsurdur. Biz takıntıya karşı kazanamayız. Onların umrunda, bizimse değil. Kazanan onlar.'
'Benim umrumda olan birçok şey var,' dedi Slartibartfast, sesi biraz kızgınlık ve biraz tereddütle titriyordu.
'Ne gibi?'
'Eee,' dedi yaşlı adam, 'hayat, Evren. Her şey, aslında. Fiyordlar.'
'Bunlar uğruna ölür müydün?'
'Fiyordlar uğruna mı?' diye şaşkınlık içine gözlerini kırpıştırdı Slartibartfast. 'Hayır.'
'Tamam işte' "

Ayrıcana da 80 milyonun 79'u falan böyle. Onlar da bizim gibilerin burada bulunmasını istemiyorlar zaten. Sonuç olarak sktirip gidelim. Evrimde geri kalmış yobaz bir ortamda yaşamak zorunda mıyız amk. Kurtarılmış bölgelerde yaşayıp sonra, yok ööle şey diyenler de otobüse falan binsin amuğa goyıyım. İmkanı olanlara ülkeden gitmeyi öneriyorum, dışarıda da radikal sağ fraksiyonlar bolca var ama %90küsür falan değiller en azından. Herkesin psikolojisi bozuluyor burada. Kızlar, bir miktar da haklı olarak tüm erkekleri potansiyel tecavüzcü sapık olarak görüyor, korumaları gereken önemli şeylere sahip olduklarını düşünüyorlar. Erkekler, kendilerine biraz yakınlık gösteren kızlara 'bu verir lan' diyor, biraz ten görünce boşalıyor falan.

İnsanlar iktidara tabi olmak için benliklerinden vazgeçiyorlar ve farklı olan şeylere saldırıyorlar. Bu da psikolojik analizi olabilirdir umarım. Neyse.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Şu an itibariyle fiziksel konforum her gün, yeni rekor minimum seviyeleri görüyor. Ruhsal bunalımları da küçümsemekle birlikte, diş ağrısı, bel ağrısı etc. gibi fiziksel durumlar çok daha büyük mutsuzluk kaynakları bence.

Almanya'da başlayacağım içedönük ve asosyal yaşamımın ayrıntılarını buradan anlatmak için sabırsızlanıyorum. 

Gözlemlediğim şeylerden biri de şu ki, farklı milletlerden insanlar, sosyal ilişkilerini geliştirmek için birbirlerine komik youtube videoları gösteriyorlar. Bununla beraber, gelecekte yapılacaklar ve spor takımları hakkındaki muhabbetler de konuşulan konular arasında.

Bir de hadi itiraf edelim: Cool insanların hepsi Tumblr'da, blogger ezik.

Bir de geçen gün düşündüm de iyi bir Fransa Bisiklet Turu'nu diğer tüm müsabakalara tercih edebilirim. Daha çok draması ve hikayesi olan, sürprize açık başka bir müsabaka yok. Andy şimdi kesin düşünüyordur yatağa yattığında, "Pirenelerde de kaçsaydım keşke aq" ya da "Contador'un peşinden gitmeyecektim Alpe D'Huez de amuniym" diye çocukcağız.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Ankara’nın yaz gecelerinde, neredeyse her zaman  serin, tatlı bir esinti olur. Bu esintiden bir yandan haz duyarım, diğer yandan ise içimi hep tanımlayamadığım bir özlem kaplar. Böyle zamanlarda aradığımız şeyi asla bulamayacağımızı düşünürüm. Belki gerçekten de ana rahmine özlem duyuyoruzdur, ama ana rahmi sıcak bir yer değil mi, esmiyordur da. Gece olması da önemli sanırım, çünkü geceleri yetişmemiz gereken yerler ya da yapacak işlerimiz yoktur, kendimizle baş başa kalırız. Biraz lame oldu sanki bu paragraf.
Sevdiğim kişiler var, keşke daha fazla sevdiğim insan olsaydı, keşke daha fazla insanla daha anlamlı bağlar kurabilseydim/kurabilsem. Şu an düşünüyorum da, ne yapmak istersin diye sorsalar, tatlı, serin bir esintiye sahip bir yaz gecesinde, çevremde birçok insan olsun ve birbirimizle iletişim kuralım isterim. Ama iletişim. 
Bir de insanların gerçekten iletişim kurması ne kadar zor. İletişim zorlamayla olmaz kine, insanların muhabbet etmek için kafelerde oturması falan düşününce pek de sonuç vermiyor. Çünkü kafede oturmak kişiler arasında direkt olarak beklenti yaratıyor, “Burada, şimdi, muhabbet etmeliyiz.” Ve bu muhabbet olaylarının birçok dinamiği var, sonuç olarak bu yapılan şey de başlı başına bir iş. Ve insanın kafası bir işle meşgulken gerçek manada iletişim kuramaz, yalnızca dinamiklerin gereklerini yerine getirebilirler gibi geliyor bana. Of.
Takımımın durumuna üzülüyorum, çıkış noktası da pek yok gibi görünüyor. Kısmet.
Genç Werther’in Acıları’nı okuyorum şimdi(Almanya’ya gitcem ya), genç Werther ağır mal. Goethe bu kitabı yazınca intiharlar falan artmış ya bir sürü, bu durum Model’in Değmesin Ellerimiz şarkısının büyük sükse yapmasıyla büyük paralellik taşıyor. Burada, sanatın, insanların ortak yaşadığı hislerden bahsederek insanları birleştirmesi işlevini görüyoruz, bu ortak hisler her ne kadar denyoca hisler olsa da . Bir de o Model’deki kızın normal hali hadi bir derece de, şarkı söylemek için yüzünü buruştururken ya da gülerken burnu hakikaten korkunç görünüyor. 

Bir de bu Twitter olayı nedir kardeş, dur onu da yazcam

21 Haziran 2011 Salı

Bu amına kodumun münih teknik üniversitesi cevap versin lan artık

19 Haziran 2011 Pazar

İşte birkaç fikir:

Bağlanmakla ve özgür hissetmekle alakalı problemlerim var. Oldukça ileri seviyede yaşıyorum, kendimi Jean-Paul Sartre'ın Mathieu'sü ile özdeşleştiriyorum falan.(Yani tam özdeşleştirmiyorum da özdeşleştirdiğim bir dönem yaşadım.) Şu sırada okuduğum kitap gösteriyor ki, artisliğe lüzum yok, piskolojide var böyle şeyler.

Bir şeye bağlandığım takdirde, kişisel tarihimin sonuna gelinecekmiş gibi hissediyorum

Rock müziğin olayı da buymuş. Hareketsizliğe, evcimenliğe karşı bir başkaldırı. (Born to Run, Wherever I May Roam, Babe I'm Gonna Leave You gibin) Rokçular evcimenliği ruhun ölümü olarak görüyorlar. Bu doğru mu?
Amına kodumun çelimsiz rokçuları
Aşk, eylemciliğe tahsis edilmesi gereken enerjiyi gasp eden bir sakatlayıcı mı? Dinin 21. yüzyıldaki muadili mi? Bu önermeler kesinlikle abartılı bence, ama üzerine bir düşünmek lazım.

"Aşk, seks, hayatı birileriyle paylaşma gibi şeylerin hepsinin gerçekte bir hayli müphem olduğuna bir şekilde inanıyorum." demiş Morrissey - hiç sevmem gerçi. "Kendi başına kalmanız çok daha yoğun duygular doğurabilir. Bu tatminsizlik haline hiçbir şeyin müdahale etmesini istemiyorum." Doğru söylemiş pezevenk, ama ben sürekli olarak böyle bir hayat yaşamak istemem. 

Kitapta diyor ki: "Robert Bly'a göre, erkeklerin sorunları kadınlarla, bilhassa anneleriyle çok güçlü bir tarzda özdeşleşmelerinden kaynaklanır. Bu sorunları halletmek için Yüce Anneyi tepip İblis'le özdeşleşmeleri gerekir."

Annesine düşkün erkeklerin settle down olayına girmeye pek bir meraklı olduğu aşikar.

Piki, bu bağlanmak istememe problemi bir problem mi? Olabilir, bilmiyorum. Ama yane, bağlanmak kelime anlamı olarak da oldukça rahatsızlık verici geliyor kulağa; daha fazla konfor için birilerini nesne olarak kullanmak gibi, duygularla alakası yok, içgüdüsel bir pragmatizm.

Dünya, hala erkeklerin dünyası. Kadınların daha etken rollerde olması gerekiyor ve özgürleşmeleri. Sosyal evrim süreci, yetiştirilme şekilleri, çocuk doğurma rolü vs. bunu nasıl olanaklı kılar bilmiyorum. Ya da düşündüğümden daha etken bir konumdalar da ben mi bilmiyorum, hiçbir şey de okumadım bu konuda.

Tunç malı için:

"Yüksek hızın etkisi, öznenin herhangi bir uzamsal-zamansal bağlamdan biteviye kaçırılması olarak ifade edilebilir. Saf hızın yüceltilmesi ego'nun çözülmesi kadar, benliğin hipererkeksi bir tarzda ortaya koyuluşudur. Kabarıp akma dürtüsü ile karışıp birleşme dürtüsü, kasıp kavuran bir okyanus duygusunda kaynaşır."

Yani:Mala vurabilirsen - bir gün -,  biraz daha yavaş kullanmaya başlarsın diye umuyorum.

29 Mayıs 2011 Pazar

Türkçeyi öğrenip bir şey söylediğinde "Eyvallah" diye cevap veren yabancılar çok komik değil mi ya.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

"Bu bedenlerle öleceğiz. Önümde yaşadığınızı görüyorum, kardeşler, beynimin gözleriyle cesetlerinizi görüyorum. Önümde oturan bu aynı bedenler ceset sıraları olacak. Ve sizinle konuşan şu ben, işitip görüyorsunuz beni, soluduğumu ve devindiğimi görüyorsunuz; bu soluyan beden cesedimdir benim ve ben mezarımda yaşıyorum. Ölüm yeriniz için tek bir kesin şey var: Şimdi oradasınız, cesetlerinizde oturuyorsunuz; ileriye bakmayın, olduğunuz yerde öleceksiniz."

"Çoğulcu bir toplum özgürlüğünün pahasını karışıklık ve yabancılaşmayla öder."

"Kültür, dünya üstünü kaplamış olan, önceleri yok sayılan umutların, korkuların ve isteklerin büyük bulutuna bir biçim bulmaya uğraşmaktadır."

Düşününce kültür cidden çok ilginç bir olgu(ya da hede) Ortalamanın etik ve ahlak anlayışını kabullenmeye programlanıyoruz, bazı dürtülerimiz kendimizden şüphe etmemize sebep oluyor. Ya da tam tersi falan.

Afişlerde ve gazetelerde gerçek fotoğraflar yerine çizgiroman tarzı görüntüler kullanılsa güzel olabilir, değişik de olur günümüz için.

Bazen elimdeki gücü artislik yapmak için kullanmak istiyorum, ya da böyle, bir laf etmek istiyorum, çözülmesi gereken sorun boka sarsa bile cool bir şey söylemiş olayım diye, ama kendimi dizginliyorum. Dizginlemeliyim sanırım. 

Bir de bugün genel olarak hayatla ilgili bir şey daha öğrendim. Ya da kabullenmeyi başardım sonunda da denebilir. Ben sevmediğim insanları silip atmayı çok severim. Sevmediğim kişilerle herhangi bir şekilde de olsa ilişkimi korumaya çalışmamın gerekmesi beni rahatsız eder. Uzun süredir bunu belli platformlarda rahatsız ola ola sürdürüyordum. Bugün sonunda dedim ki, ya gardeş dedim(kendime dedim), sevmediğin insanlarla muhattap olduğun için kendini haksızlıklara uğrayan süper bir insan olarak görüyorsun da, dedim, bu gayet normal bir şey dedim. Bi daa adam ol da sevmediğin insanlarla ilişkini sürdürmeyi gayet normal bir şey, bir hayat gerçeği olarak karşıla, dedim, herkes yapıyor lan bunu artislik yapma bebe, dedim. Adeta bir aydınlanma anı idi, ama o kadar da glamorous duygular içine girmedim yane.

Türkçe dersinde sunumumu Rene Magritte üzerine yapmak istiyorum, sunumu hazırladıktan sonra buraya da koyarım belki. Kerem ara la gardeş bir ara.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Göl kenarı ya da deniz kenarında yaşamak istiyorum.

6 Mayıs 2011 Cuma

Devlet Bahçeli iyi ki var bence. R. T. Erdoğan ve Bülent Arınç falan gerçekten de çok terbiyesiz ve seviyesiz insanlar.Söyledikleri bazı şeylere ben onlar yerine utanıyorum. Kılıçdaroğlu ise biraz vasat açıkçası.
http://www.swfcabin.com/swf-files/1285011426.swf



Youporn kapandığında sesimi çıkarmadım, o siteyi kullanmıyordum. Xvideos kapandığında sesimi çıkarmadım, Turkish arşivi beni ilgilendirmiyordu. Youjizz'i kapatmaya geldiklerinde, pornomu savunacak kimse kalmamıştı...

14 Nisan 2011 Perşembe

Merhaba,

Olabildiğince çok şey hissetmek gerekiyor. Çok şey yapmak mesele değil.

Tunç gerizekalısı, sevdiğim birkaç insandan birisin ve ölmezsen sevinirim.

Nolursa olsun elimden geleni yapacağım. Çünkü savrulmaya başlamak biraz korkutucu. İnsan en azından kaderini elinde tutmaya çalışmalı.

1 yıldan fazladır. O sıkılarak okuduğum roman sürekli takılıyor aklıma. Kişinin hayattaki amacının, dünyadaki tüm limanların resmini yapıp, bu resimlerin yapbozlarını yaptırıp, yapbozları çözmeyi başardıktan sonra da onları hiç var olmamışlarcasına yok etmek olması oldukça yerinde. Düşündüğüm zaman "Şunu yapmak daha yerinde olur." diyebileceğim bir şey bulamıyorum. Sonra, bir dönem okula gelip sonra kimsenin haberini alamadığı üniversite öğrencisi geldi aklıma şimdi.

Kitabın güzelliği, yaşam mekaniğinin özünü sunabilmesiydi.(Kötülüğü ise dairelerdeki her bir siki uzun uzun betimlemesiydi.)  Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği de tam bu yüzden güzeldi diye düşünüyorum(ben).

Bence; insanların sonsuza dek yaşayacakmış gibi hayatlarına devam etmeleri, daha sonra sarsıcı bir şey olması(ölüm, hastalık ya da hayatın akışını değiştirecek diğer şeyler) ve dünyanın bütün bu sarsıcı şeyler sonucu durmaması, gayet normal dönmesi kadar çarpıcı bir şey yok. Ben etkileniyorum bunu düşündüğüm zaman :)

Yaşam ya da ne bileyim dünya melankolik de değil, neşeli de değil, nötr.

Ayrıca, bence bu Survivor Taner'e laf edenler Taner'den daha mal çok bariz. Masterchef'deki Batuhan Chef de gayet süper bir insan.

3 Nisan 2011 Pazar

Sevgili kankalar bence hepinizin, kimseye söylemediğiniz küçük ya da büyük bir sapıklığınız var.

27 Mart 2011 Pazar

Hocalar oha yane benim antenler nasıl açık ya eheh, en son 2 sene mi 3 sene mi önce ne maceraya takıl isimli programda görmüştüm bu hatunu. ow çok iyi demiştim, kasığına doğru giden dövmesi de çok hoştu ehe. ondan sonra dün değil evvelsi gün ntv'de şu antipatik ve çok iyi zevklere sahip olduğunu düşünen adamın sunduğu programda gördüm, yekta kopan sanırım evet. ben bu kızceğizi bir yerden görmüştüm dedim. Caz eserleri icra ediyormuş, caz falan açmaz beni de, kız baya iyi.

YA bu amına kodumun dizileri filmleri programlar falan ne kadar da bizim ahlakımızı falan şekillendirmek üzerine kurulmuş, belli durumlarda nasıl davranmamız gerektiğini nasıl hissetmemiz gerektiğini falan bize gösteriyorlar. Hiç hoş değil bu, siz de rahatsız olmuyor musunuz bu durumdan?

Ondan sonra bazen içim sevgiyle doluyor insanlığa karşı, nadir olmakla beraber. Her ne kadar insanların hatrı sayılır bir çoğunluğundan, nazik bir şekilde belirtmek gerekirse, hiç hoşlanmıyor olsam da, diğerleri tarafından sevilmek saygı duyulmak falan istiyorum. Bu da günümüz insanının şeysi işte. Bu arada da bazen insanlara haksız yere kötü mü davranıyorum diye düşünüyorum bazılarına, ama sonra diyorum ki bu yanlış soru. Bu diğer insanlara haksız yere iyi davranıyorum ben diyorum ben.

Masterchef bence gayet süper bir program, jüri falan da gayet iyi. Eleştiren herkese kafam girsin.

Ya neyse öyle işte, umarım iyileşip forma girerim yine. Ölücem hastalıktan amk. Bir süper lüzumsuz yazı daha yazdım, okuyan bunları da sktirsin gitsin burdan.

20 Mart 2011 Pazar

Düş sokağı sakini bet sesli bir herif var ya murat yılmazyıldırım
Aha şu
Farkındalığını artırmak istiyor bu eleman halkın. Kardeş senin farkındalığının amına koyıyım. Ne diyordum tipe bak ya. Orta parmak da gözümden kaçmadı fotoda, başka akor mu yok lan akıllı?

Aspirin süper bir şey. Çok iyi 1 lira olm sadece. 1 lira lan 10 paket alsan 10 lira. Hiçbir şey değil. Tadı da çok iyi.

Aklıma şey geldi. Bu İbrahim Tatlıses bey beyninin sağ lobundan vuruldu ya. Bu arada Hülya Avşar çirkin bence, hadi çok haksızlık yapmayayım, zamanında da ortalama bir tipmiş. Bölümde görsem benim yaş grubumdaykene, şöyle bir adet yerini bulsun diye süzerim. Neyse ne diyordum, işte vuruldun falan ölüyorsun neredeyse. Bu ABD'de bir tane kadın yargıçpluskongreüyesi vuruldu ya beyninden 24 gün mü ne komada kalmıştı sanırsam. Şu üstte resmi görülen kadın, Gabrielle (Gabby) Giffords.Şimdi bakın, bu nokta çok önemli. Kadın uyanmış, önemli yalnız la. Sonra kadın ne istemiş? Çocuklarını kocasını falan mı istemiş? Hayır istememiş, tost istemiş. Evet işte bu nokta çok önemli, tost çok önemli yani. Tost değil sadece, tost ve tost tarzı diğer şeyler. Düşünün bunun üstüne bence, çok saçma bir şey söylemişim gibi duruyor olabilir. Ama saçma bir şey söylemiyorum, hayatla ilgili önemli bir nüve var (ya da nüveler mi var) bu sözlerimde.

Bu yazıyı da blog yaz diyen asuş ve kerem dedi mi bilmiyorum, dediyse o da için yazmış bulundum.  Öykü Çelik  vuhu

Diğer bir öykü, unbelievable
Herkesi öpüyorum.

25 Şubat 2011 Cuma

Yüzüçbin yılı nasıl bir yıl olacak acaba? Bence 1970'ler Türkiye'si gibi olacak, her şey çok eski görünecek, sandalyeler falan.

BJ şimdi Before Jesus'ın kısaltması da olabilir di mi? Ama blowjob'un da kısaltması, bu ilginç. BJ dunk:


Okulda bana rastlayan kişiler iç huzurunu sağlayamamış biri olduğumu düşünebilir. Fakat okulda olduğum için öyle davranıyorum, başka yerlerde kedi gibiyim.

Kerem hani her gün yazıcaktın lan, anca çalışıyosun sabahlara kadar ehe.

Bir de düğmeye basma durumundan bahsetmek istiyorum. Felsefe de yapılabilir bu konuda, ben felsefe yapmayayım da,  bazı düğmeler basınca o basma tatminini vermiyor. Bazı düğmelere basınca ise tam basmış gibi hissediyorsun. O zaman iyi oluyor.

Konuştuğumda mantık ve zeka fışkırıyor bence çevreye.

Eve gitmek çok güzel bir şey, şiir yazdım.

Eve gitmek

Eve gitmek çok iyidir
Hep eve gitmek isterim
Arkadaşlarım bir yere çağırsa
Yok ben eve gidicem derim


Bir kız sana vericem
Akşam çıkalım dese
Çıkarım yani ama
Çok emin değilsem vereceğinden
çıkmayadabilirim.
Çünkü evde olmak güzel.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Okuldan nefret ediyorum. Okul ölsün istiyorum. Okulu yakmak istiyorum.

Sakın interaktif kayıtlar için altyapı yapmasınlar, onun yerine "except wireless users" yazsınlar. Sabahın köründe gidelim, halk ekmek kuyruğu gibi labların önünde sıraya girelim, birbirimizi ezelim. 

İnsanların kalitelisi var kalitesizi var, bazı insanlar çok bariz bir şekilde kalitesiz. Kalibre meselesi, kalibre.

Fakirliğin gerçekten de hiçbir ilginç yanı yok. Bu postu editliyim yarın.

Edit: Daha editliycem, üşeniyorum.



Soyadım Böhürler olsa utanırdım, böhürlemek.
Asuş'u öpüyirum buradan. Yüzkitabına girmeyeceğim artık, çok oyalanıyorum orada. Değerli vaktimi harcıyorum ve de gördüğüm şeyler sinirimi bozuyor. Ekşi Sözlük de aynı şekilde, bazen sırf sinirimi bozmak için oralara giriyormuşum gibi geliyor. Ekşi Sözlüğe yine biraz girerim ama sanırım.
Bu dönem kendime verdiğim diğer bir söz ise bu dönem asla ve kata sabahlamayacağım.
AVM'nin açılımının alışveriş merkezi olduğunu geçenlerde öğrendim, AVM nedir lan diyordum ve fakat alışveriş tek bir kelime ve "Alışveriş Merkezi"nin kısaltmasının AM olması daha doğru ve güzel olur. 
Deli İbrahim'e çok üzüldüm.Bi sktirip gitsinler ya cidden çok üzüldüm.

13 Şubat 2011 Pazar

İlişkiler Üzerine

Totaliterizm hayatın her yerinde. Örneklerin pek çoğunun bize etkileri olsa da, bu etki genelde direkt bir şekilde olmuyor. Aşk ilişkileri ise buna bir istisna.

İlişki olayının temeline indiğimiz vakit, aslında o kadar da kutsal bir şey olmadığını görüyoruz. Günümüzde (ve geçmişte de) insanlar kendilerinden başka kimseyle ilgilenmedikleri, daha önce hiç olmadıkları kadar yalnız oldukları için, örneğin, başlarına bir iş gelse gerçek anlamda biraz olsun umursayacak bir insanın varlığı için yanıp tutuşuyorlar(tutuşuyoruz, kendimi de bunun dışında bırakamam).

İlişki bir anlaşma, şartları da şöyle: Ben normalde seni sallamam, seninle ilgilenmem; ama sen beni diğer tüm insanların üzerine koymayı kabul edersen ben de aynı şeyi kabul ederim. Seni çok sevdiğim için değil, kendimi biraz daha güvende hissetmek için.

Bu yüzden, ayrılmadan önce günde 12 saat görüşen insanlar ayrıldıktan sonra birbirlerinden nefret ediyor, birbirleriyle görüşmek istemiyor. Özledikleri zaman da özledikleri şey asla "o kişi" değil, o sırada hissettikleri şeyler.

Ve bu yüzden, ilişkide taraflardan biri herhangi bir karşı cinse biraz yakınlık gösterdiğinde bu durum diğer taraf için bir sorun oluyor. Hatta daha ileri safhalarda kendi cinsinizle ya da bilgisayar oyunlarıyla vakit geçirmeniz bile bir sorun haline gelebiliyor. Sahip olunan emniyet duygusunun kaybolması endişesinden ileri geliyor bu durum.

Halbuki, bu kıskançlık meselesi aslında oldukça bencilce ve totaliter bir tutum. Çünkü birini sevdiğiniz için o kişinin tapusuna sahip olmazsınız. Evlilik kurumu her ne kadar bu söylediğime karşı olsa da traş(saçma) ve toplumun dayattığı bir kurum olduğu için problem yok. Toplumun dayattığı her şey iğrenç.

Bilmeliyiz ki şunu sevme eylemi, bunu sevme eylemini dışarıda bırakmaz ve kimseyi kısıtlama hakkına sahip değiliz.

Bir diğer husus da şu ki, aşk delice bir eylem değildir. Duygularımız düşüncelerimizden ayrılamaz. Toplumun aşktan daha önemli öncelikleri varsa, bu bizim için de geçerli olmak zorunda değildir. Sonuç olarak, her zaman gayet de rasyonel tercihler yaparız.

1 Şubat 2011 Salı

Farklı Açılar ve Stoya

Başarısızlıklar üzerinden devam edebiliriz, zira yaşadıklarımızdan yola çıkıyoruz.

Öncelikle quantumcu inorganikçi birtakım oropsu çocuklarına lafım:

Quantum: Averajda 25 çakmışım curve'e ırzını sktiimin çocuğu, bb nedir?
Inorganic: Finalde 83 aldım lan curve'e 30 çaktım, cb nedir ha?

Gördüğünüz gibi bir miktar sinirliyim. Çevremde başını şişirebileceğim bir Asuş olmadığı için bir yere lazım yazmak.

İyi yaptığı şeyi sorgulamıyor kişioğlu, bu yüzden hep aynı kişiler kürek çekiyor.

Neden yaptığımız şeyi yapmaya devam ediyoruz? Daha spesifik olmak gerekirse, neden kürek çekiyorum?(Çünkü, neden bu içerisi dışarısından soğuk, egomanyağı hocaların ve embesilötesi öğrencilerin barınağı, sktiriboktan bölüme devam ettiğim sorusunun cevabı çok büyük bir muamma sayılmaz.)

Cevabı tam olarak bilmiyorum. Bu sezon kürek çekmem bir hata mıydı, bunu da bilmiyorum. Fakat gerçekten de bugün yaşadığımız şeylerin etkisini yarın görmemiz gibi bir durum söz konusu olmak zorunda değil.

Evet, antreman yapıyorum. 5 yıl önce de antreman yapıyordum. Antremanlar çok fazla değişmedi, derecem de fazla değişmedi(pöh), ve yaptığım şeyler az çok aynı olsa da her şey farklı. "Bu yıl" benim için farklı bir durum ve eminim(umarım), bu yıl yaşadıklarım bana daha önce sahip olmadığım bazı şeyler katacak.


Bugün Petar'i hamama götürdük, Baha keseledi adamı :) Kamp fena gitmiyor, ama su kötü genelde.


Aslında kürekle ilgili olmayan pek çok şey var düşündüğüm ama sktiret şimdi.

Yine de,

İnsan ne kadar büyük stres altında olursa olsun, hep şimdiki zamanda kalmalı, ayaklarını yere sağlam basmalı(ne çok sert ne çok hafif, raad olmalı yani), yaptığı şeyin ne kadar zor ya da yorucu olduğu ile değil yaptığı şeyin ne olduğuyla ilgilenmeli, her aşamada hedefler koymalı ve bunları sürekli revize etmeli. Yapmayı seçtiğimiz şeyleri ve yapmayı planladığımız seviye dahilinde. Birtakım karaktersiz orospu çocuğu sürülerine rağmen.

21 Ocak 2011 Cuma

AKP'nin bastığı düğme

Yine, yeniden...
Türkiye'deki gelişmeleri Gerçek Orada Bir Yerde programındaki şahıslar gibi çok cool bir şekilde ifade etmek, sosyolojik tespitler yapmak isterdim. Ama haberleri izlerken falan kuduruyorum. Yok ucubeymiş, yok aksırıncaya kadar içiyorlarmış. Aksırıncaya kadar içmek ne demek amına koyıyım ya. 23 yaşında içki içmek yasak olsun, koruyun gençleri. Muhteşem yüzyıl falan. Ertuğrul Bey ordan kamera şakası falan desin, başbakanına laf söyleyeceği yerde. Maçta başbakanı yuhalayanlar tespit edilsin, işlem yapılsın. Protesto serbest olsun, ama 'edebiyle' ve izin verildiği zaman serbest olsun.

Tamam kadrolaşın polis, asker, hukukçu vs. olarak. Halihazırdakiler de bi bok değiller zaten. Memleket de ne oluyorsa olsun. Siyasi stratejilerinizi ortamı germek üzerine kurun, kutuplaştırın ülkeyi, bölünüyorsa bölünsün, federasyon falan olsun. (O zaman sıçarsınız ama, fakir ve dandik bölgeler olan doğu, iç anadolu ve karadenizde takılırsınız.) Ülke gerildikçe gerçekten de oy oranınız artsın.(Ne güzel her şey.)

Kemal Kılıçdaroğlu da tam 0(sıfır) vizyon devlet memuru gibi çabalıyor gerçekten de(bir şeylere). Erzurum'a gidip kahvede tavla oynayıp kıtlama şeker ile çay içince iktidara geleceğini düşünüyor. Hayal kırıklığına uğrattı beni, küçük AKP olacaklar cidden Kerem'in dediği gibi.

MHP de şaka gibi hanımınız oy vermiyor, sokaktan adam bulun oy versin bize gibi şeylerle uğraşıyorlar.

Hüseyin Çelik var şimdi. "propanda(propaganda demek istiyor)." "Biyalingual(bilingual demek istiyor)." "Birbirimize sert yapmamızın bir anlamı yok." "Gugıl yalan söylemez." gibi şeyler söylüyor.

Dün de Genç Bakış'da öğrenci konseyi başkanları vardı. O da ayrı bir bombaydı.

Amına koyayım böyle yerin, günlük siyaseti takip etmeyi bırakıyorum kesinlikle.

10 Ocak 2011 Pazartesi

Fena değil eheh. İyi hatta. Müge Boz adı da.

Kaç yıldır yaşıyorum, hala aman insanlar şöyle yok hayat böyle diye konuşup duruyorum ya. Bir de şey düşündüm, bu amınakodumun yaşlıları haftada otobüse en çok 5 kez falan bedava binebilse her şey daha iyi olmaz mı? Olur.

Bir de bugün Asuş'a da dediğim gibi, insanlar beni sevmiyor sanki ya ehe. Yani arkadaşlarım değil de tanıdıklarım, çok samimi olmadıklarım falan.

Ve de nach der Arbeit ist vor der Arbeit. Özellikle finallerde.

7 Ocak 2011 Cuma

Ne yapacağını bilen kişi asla yaşamaz bu hayatları. Herhangi bir insan iddia edebilir mi her gün aynı şeyi yapmak isteyeceğini? Konformist ipnetorlar iddia edebilir bunu ancak.

Yaşamının sonuna kadar aylak aylak dolaşacak paran olsa ne olur ki? Daha mutlu olur musun?(Tabi olursun da yeterince mutlu olur musun?)  Tüm cevapları bilsek mutlu olur muyuz? Hayır tabi.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Porno

Dangalak bir kadın var şimdi Ntv'de, "Biz de tabi bu pornoları inceliyoruz, ne var ne yok görmek için. Porno izleyen insanların psikolojisini anlamaya çalışmak için bunu yapmamız gerekiyor." dedi. Hanımefendinin porno izlemeyi hastalık gibi gösterdiği bu sözler Türkiye'de internet kullanıcılarının yüzde 85'inin internette porno arattığı göz önüne alınırsa eö safça diyelim.

Şu Bilgi Üniversitesi'nde vuku bulan olaylardan sonra okuduğum yorumların büyük bir kısmı "öyle özgürlük mü olur, o zaman sikişip sokuşsun herkes." anafikrinde ve her ne kadar halkın mallığına sinirlenmek hiç cool bir davranış olmasa da ben bir miktar sinirlenerek bu konuda bir şeyler yazmak istedim.

Aslında tam ENG211 ya da 102 dersi teması olurmuş bu konu, keşke seçseydim zamanında ehe.

Öncelikle NTV'deki hanımın belirttiği ve genel feminist bikbiklenmesi olan "Ay kadın metalaştırılıyor, kadın bedeni ete indirgeniyor." türü yaklaşımlarla aynı mantıkla "Asıl erkek istismar ediliyor, sadece pipisinden yararlanılan, yüzüi karakteri olmayan bir objeye dönüştürülüyor." denilebilir. Tamam, biraz demagoji yapmış oluyorum, ama günümüzde porno sektörü çok geliştiği için(yılda 55 milyar dolar falan gibi cirolara sahip) erkeğin de et olarak görüldüğü ve hatta aşağılandığı, bağlandığı vs. pornolara ulaşmak mümkün. Ayrıca feministler bir sktirsin gitsin, çok banaller.

Bu noktada savunmak istediğim durum şu an okuduğum kitabın savunduğu argümanlarla da bir noktada çakışıyor.(Her noktada değil tabi bir sosyal demokrat olarak ehe) İnsanın her türlü insanla her şekilde sevişmesi, ensest falan dahil(tabi reşit oldukları durumda) bir özgürlüktür. İnsanlar bu ilişkilerinin niteliğini mahrem ya da halka açık olarak belirlemek hakkına sahiptir.(İlişkiler konusundaki düşüncelerime girmiyorum.) Bu basit ve açık özgürlük doğrultusunda da porno, kadın-erkek eşitliği dışında hiçbir açıdan mahkum edilemez sanırım. Kadın-erkek eşitliği, ya da işte bir şeylerin nesneleştirilmesi hususu da porno ile sınırlı değil, diğer türlü alanda da mevcut, sinemada da bir arzu nesnesi olarak türlü filmde kullanılıyor kadın bedeni.

Spartacus dizisi bu açıdan güzel bir örnekti aslında, seksi tabu olmaktan çıkarıyor ve erkeği de en az kadın kadar bir arzu nesnesi olarak sunuyordu.(ki nothing's wrong with it yane).

Ondan sonracığıma pornoya ulaşmak kolaylaştıkça seks suçları azalıyormuş. Kimse sapık-mapık olmuyor yani.


Diğer bir itiraz da idealize edilmiş vücutların, sıradan insanın cinsel yaşam algısına zarar verebileceği. (Büyük pipiler, memeler, çıkarıp ağza boşalmalar falan ehuehe) Bu da porno ile ilgili bir sorun değil,  kadın dergilerini, erkek dergilerini, daha bir çok şeyi katabiliriz bu hedeye.

Neyse sıkıldım. Baştaki heyecanım kalmadı. İdeal bir üniversitede özgürlük olmalı ve bunun sınırı tüm tabuların ötesinde olmalı. Porno da baya iyi bir şey. Hem izliyoruz, hayatımızda asla göremeyeceğimiz kadar çok çıplak insan görüyoruz, hem de interneti ve diğer bir sürü sektörü ayakta tutan yegane şey.

Son olarak, internet ve porno, özgürlüklerin kısıtlı olduğu ülkelerde özgürlüklerin gelişmesini sağlayabilir belki, herkes pornoya erişebilirse bu durum tabu olmaktan çıkabilir. Bunun sonucunda da diğer tabuların da yıkılmasına önayak olabilecek bir ortam oluşabilir falan. Bilemiyorum.

Bu arada Melih Başkanıma toplu taşıma zamları için teşekkür ediyorum. Özellikle de %10 olan zamma ortalama %5 diyerek, zammın tüm haberlerde %5 olarak duyurulmasını sağlaması gerçekten takdire şayan bir başarı.

Edit 14.06.2012: Kötü bir yazı.