30 Aralık 2008 Salı

Hayvan Gibi Romantiğim

Bir de buraya zehir zemberek bir özür dileme kampanyası yazısı yazacaktım. Ama bir türlü yazamadım, ders de çalışamıyorum, basiretim bağlandı heralde:) Herneyse, onun yerine başka birşey yazacağım.

Zihnimde net bir görüntü var. Kerem beyin yazlığında beni misafir ettiği sırada, başarısız disko çıkarmamızdan kalan.

İçki, dup dup diye çalan, insanların beyinlerine tecavüz eden müzik ve birbirine aç gözle bakan insanlardan oluşan bir eğlence anlayışı, değişik bir eğlence anlayışı takdir edersiniz ki. Bazı insanlar baya seviyor bu anlayışı ama, benim de arkadaşlarım var aralarında. Dejenere gençlik işte, eheh.

Görüntüyü anlatacaktım.

Bir oğlan ile kız var. Tahminim o ki yaşları 18 civarında. Birbirlerine yaklaşıp dans etmeye başladıklarını gördüm, ve o iğrenç ortam artık o kadar da iğrenç değildi. Farklı bir yerdeydiler sanki.

İstekli, ama hafif utangaç bir edayla birbirlerine yaklaştılar. Gülümsüyorlardı birbirlerine. Bir süre dans ettiler, sonra kız ellerini oğlanın beline koydu. Saf ve güzel görünüyorlardı, ilk aşk gibi..

Ay, ne biliyim çok güzeldi işte. Romantik hislerimi kamçıladılar:) Aşk, gençlik falan ne güzel. Megadeth de çok güzel[Ne güzel bağladım:)].

Ben de hayatımı beraber geçireceğim kadını bulurum umarım, evet.

Sabah, bir satırlık entry'me konu olan iş bitirici bir insan olmuş olmam, saatini yanlış hatırlayıp kaçırmış olduğum sınav için 4 hafta sonunda make up istemeyi başarmış olmamdandı. Şimdi o kadar iş bitirici hissetmiyorum.
Şu an tarih 8 Aralık 2008, saat ise tam olarak 10:58. Ve ben tam şu sırada çok iş bitirici bir insanım artık. Hoba

Tekbir Getirip Yahudileri Lanetleyen İnsanlar

Bu insanları izledim bugün haberlerde. Ellerinde Türk bayrakları, "Allahuekber" diyerek İsrail bayraklarını yakıyorlar, yeterince derlerse Allah'ın, holy strike basıp İsrail'i yok edeceğini falan düşünüyorlar heralde. Ama şunu bilsinler ki o düşünmeyen bağnazlar sürüsünün Filistin'i savunmaya hakkı yok.

Demokrat Parti'den itibaren yıllardır oy verdiğiniz dindar partiler gidip İsrail ile ittifak kurmadı mı? O, hacca gittiğiniz Arabistan ve diğer Arap ülkeleri petrol içinde yüzüp, yüzdükleri petrolü sizin cihat yapmak istediğiniz ülkelere satmadılar mı? Belki de İslamın gelişi sayesinde, dünya tarihinden silinmekten kurtulmuş olan bilmem kaç tane Arap ülkesi, müslüman Filistinli kardeşlerinden sırtlarını dönüp, Abd ve İsrail ile ittifak kurmuyorlar mı?

Ama, siz bunları asla aklınıza getirmezsiniz. Niye böyle oluyor hiçbir fikriniz yok değil mi? Hatta, daha da güzeli var, tüm bu olanların sebebi yahudi ve hıristiyan kafirler. Hepsinin yok edildiği, dünyada sadece islamın bayrağının dalgalandığı zaman bütün acılar bitecek, imanlı kardeşlerimiz derinden bir coşku ile Allah-u Teala'nın adını haykıracak. Filistinli müslüman kardeşlerimizin ölmesinin sebebi bu değil mi? Kafirler..

Biliyorum ki, bunu asla o tabulardan ibaret beyinlerinize sokamayacaksınız. Siyasi görüşünüz "Müslüman olsun, bir de çalsın ama çalışsın."dan ibaret. Ama görseniz keşke. Görseniz ki, kapitalizmin dini yoktur. Sömürür, yakar, yıkar, yok eder. Sermayenin çıkarları neyi gerektiriyorsa o olur. Savaşsa savaş, barışsa barış. Bu bir din savaşı mı? Neden 2 milyar müslüman Filistin'e yardım elini açmıyor o zaman? Başımıza getirdiğiniz o dindar parti neden Amerika'nın talimatlarını eksiksiz yerine getiriyor?

Sorgulamayın. Hayatınızı, dünyayı, sistemi, dini sorgulamayın.

Sonradan Edit: MAL Buğra 3.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Alemin Kralı Fanatikoyun


İnanılmaz heyecanlıyım:) Suratımda aptal bir sırıtış var. Peki yarın sabah 8:40 dersim varken ben neden böyle ekrana bakıp sırıtıyorum?

Eh, aslında hiçbir mantıklı sebebi yok. Yine de bir sebep var ve onu da şimdi açıklıyorum.

Biraz önce saten pijamalarımı giymiş kendimi mental olarak uyumaya hazırlarken, bloga niye müzik koyamadığımı düşünüyordum. [Denemedim değil, denedim. Heyhat! Girişimim başarılı sonuçlanmadı. ] Bloguma istediklerimi yaptırmaktaki başarısızlığımı, gençliğimde internet siteleri yapımı ile alakalı şeylerle ilgilenmememe bağladım. Şimdi ise yapacak birşey yoktu. Ne de olsa bu yaştan sonra artık imkansızdı bunları öğrenmem. Sebebi de ağacın yaşken eğilmesiydi.

İşte bunları düşünürken bir anda bir şimşek çakmasın mı kafamda? E, ben aslında bir internet sitesi yapmıştım. Hem de ortaokuldayken:)

Bu gerçek aklıma son 4-5 senedir hiç gelmemişti. İnternet sitesi sahibi olmayan birinin sorumsuzca tavır ve davranışlarına sahiptim. Şimdi ise aydınlanmış biriyim ve sanırım parlıyorum şu an.

Sitenin ismini hatırlayamadım önce, ama sonra nöronlar falan bişeyler oldu ve hatırladım.[Beynime teşekkür ediyorum, en lüzumsuz şeyleri hatırlıyor. Seni seviyorum beyin.] Öncelikle, sitemi bir inceledim tabi ki. Girişte bir dragon resmi vardı[faerie dragon sanırım] ve dragon resmi cooldu. Resmin altındaki "internetimiz.com" ibaresi gözümden kaçmadı. İbarenin orada olması, o yazıyı silemediğimden değil emeğe duyduğum saygıdan tabi ki. Aynı zamanda onunla yarışır cool'lukta alev alev yanan bir Fanatik Online yazısı vardı.

"Bir yıldır sitenin yüzüne bile bakmamam sizi üzdü mü?" diye bir anket yapmışım. Cevap seçeneklerinden biri de, "Niye geri döndün ki[bunu seçerseniz üzülürüm:(]". Haha ne güzel:)

Anasayfadaki menü gitmiş ama maalesef. Hazır menüler yapılan bir siteden almıştım menüleri. Geocities page builder kullanmıştım ve de. Yani, bu siteyi yapmamın site yapmayı öğrenmeme hiç bir katkısı olmadı aslında:) Icq falan var bir de, nostalji doldu içim. Orhan'a sevgiler, inceleme yazdırmıştım çocuğa da.

Geocities'in erişime kapatılmış olmasından mütevellit vtunnel linki veriyorum. Bu arada trenlerden ve internetten[ki yaklaşık olarak aynı şeylerdir] sorumlu devlet bakanımız Sayın Binali Yıldırım'ın " 'Ben youtube'um, ben facebook'um. Bana kimse karışamaz.' diyemezler. Keyfilik asla. Bu ülkede para kazanıyorsa, vergisini verip kaydını yaptıracak." sözlerini bir yurttaş sorumluluğu ile hatırlatıyorum. Geocities de yerini bilmeli, bilmezse kapatılır tabi ki. Blogger ise niye erişime açık hala zaten?[Aman demiyim öyle:)]

Fanatik-Oyun Ana Sayfa

Fanatik-Oyun İnceleme

Hepinizi seviyorum! Peace out..

Edit: Hımm vtunnel linkleri bi süre sonra gidiyor sanırım. Geocities linkleri şöyle:
Fanatikoyun
İnceleme

Kürek!




"Pozisyonumu almış bekliyorum. Önümde hakemler var, arkamda bitirmem gereken 2000 metrelik parkur. Tüm duyularım keskinleşti, kalbimin atışlarını duyabiliyorum. Ekibim ile birim, aynı şeyleri hissediyoruz. Ve işte, "Dikkat!" sesini duyuyorum. Sağındaki, solundaki ekiplere bakma, parkurun ortasında dur. İlk kürek önemli, bütün ekibin ilk küreği aynı olursa gerisi gelecek. Ve "Çık!".."

Küreği gerçekten seviyor muyum? Seviyorsam neden seviyorum? Ne var ki kürekte sevilecek?

Bu soruları geçmişte kendime oldukça fazla sordum. İlk yanıtım, çünkü orada dostlarım var, oldu. Aynı motivasyonla birşey için uzun süre birlikte uğraşan insanlar, birbirleri ile bir bağ kurarlar. Aralarında bir kardeşlik algısı oluşur. Birbirlerinden nefret etseler bile bu değişmez. Çok güçlü birşey bu bence.

Sonra, ekibim küreği bıraktı. Artık ilk yanıtımı kullanamazdım, çünkü Kerem, gidişi benim için birşey ifade edecek tek kişi artık orada değildi, ama ben hala oradaydım.

"İlk otuz kürek çıkabildiğin kadar çık tempoyu. Diğer ekipleri önüne almaya çalış. Temporu bozma, yoksa ekip dağılır. Laktik asit kollarım ve bacaklarıma hücum ediyor şu an. Birazdan acı iyice artacak. Kendini kasıpta düzgün nefes almayı unutma. Kriz daha erken gelir yoksa. Şimdi tempoyu yarış temposuna düşür yavaş yavaş. Yanındaki ekipleri kolla. Ekipte bir problem olup olmadığını hissetmeye çalış. 500 metreye yaklaşırken ciğerlerim, kollarım ve bacaklarım, 2000 metreyi tamamlamamın imkansız olduğunu haykırıyor. Beynimin beni kandırdığını biliyorum. Birazdan vücudum anaerobik solunumdan aerobik solunuma geçecek ve biraz rahatlayacağım."

İkinci yanıtım, aradığım şeyin başarı olduğuydu. Hiçbir zaman ders çalışan biri olmadım. Bölümümü sevmiyorum demem pek doğru sayılmaz. Ama o kadar da bayılmıyorum; beni, çalışmamı sağlayacak kadar motive etmediği kesin. Ya da başka herhangi birşey için pek fazla tutku sahibi olduğumu hatırlamıyorum. Ama, kürekte başarılı olmayı gerçekten istiyordum, relatif olarak başarılıydım da. Yeterince değil; ama olsun, zamanla olabilirdim.

"Parkurun orta noktasına yaklaşırken acı sürekli artıyor. Çektiğim her küreği tek tek sayıyorum. Zaman yok, sadece acı var. Krizin geliyor. Atak yapıyoruz, kriz gelince atak yapmak lazım çünk ü. Yanımızdaki ekipleri kontrol ediyorum. Ritmimizi bozarsak geride kalırız, tam bir uyum içinde olmamız gerekiyor."

Geçen yıl..
Geçen yıl belimi sakatladım, antreman yapamayacak kadar kötüydü belim. Kız arkadaşım intihara teşebbüs etti, babam çok fazla çalıştığı için fenalaştı, benim ona yardım etmem gerekiyordu. Aynı zamanda kız arkadaşımın yanında olmam gerekiyordu. Antreman da yapamıyordum.
Dersleri saymıyorum bile ehe.
Küreği bırakmadım yine de, "ara verdim" sadece.

"1000 ile 1500 metre arası en önemli kısım. Burayı sağlam geçen yarışı alır. Acı o kadar fazla olur ki insan kendini atak yapmaya zorlayamaz artık. İşte burada kimin kendini daha fazla zorlamaya iradesinin yeteceği önemli, kimin kafasının daha sağlam olduğu. Benim ve ekibimin kafası sağlam. Ve işte kuvveti ve tempoyu artırıyoruz, tekne suda daha hızlı akmaya, rüzgar yüzümüze daha hızlı vurmaya başlıyor. Hız hissi muhteşem, bu his için yarışıyoruz."

Ve şimdi..
Bel sakatlığım iyileşmedi, bu yüzden de başarıya ulaşma şansım oldukça azaldı. Takımda benim jenerasyonumda küreğe başlamış herkes küreği bıraktı. Takımda sevdiğim kimse kalmadı denebilir. Ama hala kürek çekiyorum.
Güçlü bir kürek aldığımda sudan gelen sesleri duymayı seviyorum. Tekne hızlanınca hissettiğim rüzgarı seviyorum. Tek kürek çekerken yamuk durmayı, kolumun yüksekliğini hiç değiştirmemeyi, kürek sonunda vücudum ve kolumla abanmayı seviyorum. Çifte küreğin mükemmel beraberlik hissini ve hızını seviyorum. Göle geldiğimizde su dümdüzse mutlu oluyorum. Teknede öne gidip-gelmeyi bile seviyorum. Sürekli aynı hareketi mükemmel bir şekilde yapmaya çalışmayı seviyorum, bu meditasyon gibi birşey. Sorumluluk hissini ve bir amaç için uğraşmayı seviyorum. Sadece, kendim yapmak istediğim birşey olduğu için de seviyorum küreği. Henüz, istediğim ölçüde bir başarıya ulaşmadım, ulaşamayacağım belki hiç. Ama denemeye devam edeceğim en azından. Zaten Stevie Amca da "Yolculukta önemli olan varılan yer değil, yolculuğun kendisi." demiş.

"Son metrelere yaklaşırken tempoyu daha da artırıyoruz. Yarış bittikten sonra bayılsak, kussak ya da ağlasak da olur, ama şimdi kalan bütün gücümüzle tekneyi hızlandırmaya uğraşıyoruz. Bu sefer olacak."

11 Aralık 2008 Perşembe

I Wanna Be Anarchy!

Komşu ülkemiz Yunanistan'da ayaklanma var. 15 yaşında bir çocuğun polis ateşi sonucu öldürülmesi sonucu tetiklenmiş olaylar. Eylemlerin doğruluğu, yanlışlığı hakkında konuşmak ya da provakatörler vs. tarzı laflar etmek olayın asıl önemini kaçırmak olur.

Birleşen ve tepki veren insanların gücünü görmek heyecan verici.

Bu olaylar, insanların hala; sistemden, devletten, polisten, askerden daha güçlü olabileceğine dair bir umut.

Bu olaylar, hakların verilmediğini, alındığını hatırlatıyor bize.

Bu olaylar, sadece bir kişinin devlet tarafından öldürülmesiyle ilgili değil; aynı zamanda neo-liberal politikaların, vahşi kapitalizmin sebep olduğu krizlere karşı biriken öfkeyi gösteriyor.

Bir de Ege'nin diğer tarafı var tabi.

Bizde ise bir münferit olaylar silsilesi ve kılı kıpırdamayan halk var. Peki bu kadar basit mi? Yani Türkler duyarsız koyun sürüsü, Yunanlar duyarlı vatan-severler mi?

Ortaya çıkan bu tabloda suçlayabileceğimiz son merci halk olur.

İnsanlarımızın bu hale gelmesinin başta eğitim sistemi olmak üzere, geçmişteki faşist ve kriminal faaliyetler gibi birçok sebebi var. İnsanlar fişlenmek istemiyorlar, korkuyorlar, değişime inançları yok. Ve en önemlisi de bilinçlendirilmiyorlar.

İşte, bu noktada halkı aydınlatacak, onlara bilinç kazandıracak aydınlara ihtiyacımız var. Ama Radikal ve Taraf gazetesi yazarları gibi vizyonsuz(veya satılmış) tatlı-su aydınlarına değil!

Kontr-teröre, polis şiddetine, ırkçılığa, faşizan uygulamalara mı karşısın? O zaman savunacağın şeyleri bilmen, bunların bir sebep değil sonuç olduğunu görmen gerekir. Bu iş ABD güdümlü hükümetin politikalarına toz kondurmayıp, TSK mensubu paşalara "giydirmeye" uğraşmakla olmaz. [Evet, süpersin, çok cesursun, askere bile karşı durabiliyorsun.]

Anti-emperyalizmi savunmalısın. Asıl meselenin çarşaf-türban değil, sınıf-çatışması, gelir eşitsizliği olduğunu anlatmalısın. Sömürü düzenine karşı çıkmalısın! Türkiye'nin ancak tam-bağımsız bir ülke haline geldiğinde şeffaflaşma ve demokratikleşme gibi adımları atabileceğinin ayırdına varmalısın.

Milletimiz, devletini, askerini, polisini korur ve sever. Sevmelidir de! Tüm devletler, polisler teröristtir vs. saçmalıklarına prim verecek değiliz. Ama devlet, insanını korumak için vardır, öldürmek için değil. Halkımızın, vatanseverlerimizin hakkı ve görevi de bunu gerektiğinde demokratik yollarla devlete hatırlatmaktır.

Kitlelerin gücü hala önemli...

Sonradan Edit: Politika diye bir şey olduğunu öğrenen Buğra yazı yazmaya karar veriyor Vol:2. Mal.

10 Aralık 2008 Çarşamba

Masif atak rage against the machine, bad religion, güzel, religion is the opium of people bir de.

Hacca gidince bütün günahlar siliniyormuş. Bunu öğrendim bugün bir de akrabalarımızdan. Hatta peygamer efendimiz demiş ki kul hakkı dışında her günah siliniyormuş hacca gidince. Sonra peygamber efendimiz gülümsemiş demiş ki şimdi ayet geldi(indi?) kul hakkı da siliniyor artık. Hadismiş bu, öyle dediler. Unique remove curse item

9 Aralık 2008 Salı

8 Aralık 2008

Bugün mühim bir tarih. 2008 kışının ilk karı yağdı. Gerçi bu sayılmaz tabi, azıcık birşey yağdı, tutmadı hiç. Ama olsun, ne güzel.

Bir önceki yazımda sanki çok şeyler yaşamış bir insancasına ahkam kesmişim. Utanç verici. Bir kere de yazıyı yazıp, ertesi gün tekrar okuduğumda da yazıyı beğensem. Neyse, sktiret. Aklıma gelen birkaç şey yazacağım, biraz Alpay Erdem gibi olacak, ama onu da sktiret.


-kadının biri mağazanın terzisine götürdüğü ürünü geri getirdi. Terzi yapmamış tadilatı, birşey için daha tadilat fişi istemiş. Ben de dedim işte "zorluk çıkarmış size aslında, etiketi getirseniz yeterdi" diye. Kadın da "Ay" dedi "ben de dedim olmaz dedi gerizekalı".
Ama o kadar tatlı ve patavatsız bir edayla söyledi ki, inanılmaz hoşuma gitti, bir on dakika sırıttım. İnsanlar daha az hesap yapsa daha içten olsa, mallar.

-nuri bey var bi tane benim gibi geçici çalışan, yaklaştı yanıma geçen gün çok önemli birşey söyleyecek gibi, eğildi kulağıma doğru "Ben şu kadını sikerim" dedi. Ben de "bravo nuri bey çok güzel" dedim.

-eyvallah kelimesi ne kadar güzel, çok işlevli bir kelime. Çok seviyorum.

-Mağazada tek kalan ürünlere tekleme diyorlar, bu da iğrenç geliyor kulağa.

-Nickelback dünyanın en tırt grubu olabilir.

-Nerede olursam olayım ısınamıyorum. Üşümekten nefret ederim, ruh halimi bozar üşümek. Aba'ya gidiyorum, soğuk; Burger'a gidiyorum, soğuk; okul desen zaten buzhane. kerem dallamasının bölümünü iyi ıstıyorlardır kesin ama.

Havalar

Eda Hanım var mağazada, benden bir yaş küçük, kasada çalışıyor. Bugün yemek molasına onunla beraber çıktık.

Burger King'deydik. Yan masaya genç bir çocuk yaklaşmış, oturan kızın numarasını istemiş. Ben farketmem hiç çevremde olan bitenleri, Eda'nın onlara dik dik bakıp durmakta olması sonucu farkettim. Kız da verdi numarayı.

Neyse, "Bakmasana dik dik, nolcak ki ne güzel işte." gibi birşeyler söyledim ben. O da böyle şeyleri onaylamayacağını, tanımadığı birine numarasını hayatta vermeyeceğini söyledi. Bunun üzerine, "Ya o kişi hayatının insanı olacaksa, ya hayatta mutlu olmak için tek şansını o sırada kaçırıyorsan" falan gibi süper argümanlarla cevap verdim ona[peh].

Konuştukça anladım Eda'nın nasıl biri olduğunu. Hiçbir sosyal hayatı yokmuş, Kızılay'ı falan görmemiş hiç çalışmaya başlamadan önce. Ailesi baskıcıymış, ama belli ki aynı zamanda sevgi dolular. Doğrusunu yaptıklarını düşünüyorlardır. Belki gerçekten de doğrudur yaptıkları, bu şartlarda nasıl bundan daha iyi bir kız yetiştirebilirlerdi ki?

Pek zeki olmayan, saçma derecede masum bir kız Eda. Bu yaşa kadar dünyadan izole bir şekilde yaşamış. Hiçbir yarası yok, kimseye karşı maske takmıyor. Sosyal bir ortam içinde(işyeri vs.) nasıl hareket edileceği konusunda pek başarılı değil. İnsanların temelde iyi olduğuna inanıyor. Herkesi seviyor, fakir insanlar hakkında birşey söylediği zaman ağlayacak gibi oluyor neredeyse. Hiçbir savunma mekanizması geliştirmemiş.

Benimse tanıştığım on kişiden dokuzu hakkında düşüncem olumsuz oluyor. Dünyanın iyiye gitmesi için savaşmak istiyorum, ama içimde bu konuda bir umut olduğu için değil.. Gerçi bu olaya romantik bir bakış açısıyla baktığımdan tamamen umutsuz olduğumu söyleyemem tabi, gerçekçi düşündüğümde ise en azından benim yaşadığım süre içinde bir ilerleme görmeyeceğimi biliyorum. Bir dilencinin yanından geçerken birşey hissetmem gerektiğini bile düşünmüyorum. Bu kadar kabuk bağlamak iğrenç birşey. İnsan yılları tükettikçe manevi olarak da yaşlanıyor, fiziksel yaşlanmadan çok daha kötü bu. Yoksul insanlara da hiçbir sevgi beslemiyorum, onlar zengin olsaydı başkaları ezilecekti diyorum. İnsanlık hakkında kümülatif olarak oldukça kötü hislerim var. İnsanları insanlardan kurtarmak gerek.

Hayattaki amaç ekonomist Kerem Bey'in dediği üzre wellfare'imizi maksimize etmek değil mi peki? Bak işte, "Ignorance is bliss.", o kız benden çok daha mutlu bir insan. Evi süpürmek bile mutlu ediyor onu, ama ben asla o olmak istemezdim.

Lisedeyken pek fazla arkadaşı olmayan şişmancana bir çocuktum. Ama çok mutluydum, mutsuz hissettiğim bir günüm bile yoktu. Hiçbir şeyi siklemiyordum(Hala pek siklemiyorum hiçbir şeyi, bu özelliğimle gurur duyarım.) O sırada belli bir düşüncemi çok iyi hatırlıyorum.

Serin bir yaz akşamıydı sanırım. Dışarı çıkmıştım, hafif bir rüzgar tenimi okşuyordu, açık havanın kokusunu içime çekmiştim, fiziksel farkındalığım artmıştı, kendimi o kadar iyi hissediyordum ki! Sebebi ise havanın güzelliğiydi sadece.

"İnsanın başına gelebilecek en kötü şey bile, böyle güzel bir hava gibi basit bir şeyin alt edemeyeceği birşey değil." diye düşünmüştüm.

Bugün Ankara'da öyle bir hava vardı.

5 Aralık 2008 Cuma

In lcv I trust.

Geçici personel olarak çalışmaya başladığımdan beri[2 haftadır] hiçbir derse girmedim. Bir sınav kaçırdım, bir sınavım bok gibi geçti. Hiç antreman yapmadım[ki beni en çok üzen bu oldu]. Asosyalleştim.

Şimdi, düşününce "Acaba hata mı yaptım çalışmakla?" diye bir kurt düştü içime.[Niye ki ehehe]

Neyse madem everything is for lcv, o vakit ben de mağaza personelinin öznesi olduğu bir power rankings oluşturmaya karar verdim. [Sebep-sonuç ilişkisi: Madem mağaza ağzıma sıçtı, power rankings yapayım.]

Sonra da başka şeylerin power rankinglerini yaparım çok güzel olur, evet.

Power Rankings..yakında..rın rın rın.

29 Kasım 2008 Cumartesi

28 Kasım 2008 Cuma

Hım, düzenli yazmalıyım düşüncem çerçevesinde yazıyorum. Ama lab raporu uğraşım sebebiyle beynim allak bullak oldu, kısa geçeyim.
Yalnız hissediyorum bir süredir. Bunun sebeplerini düşündüm, üç şey geldi aklıma. İlki, cidden de bir miktar yalnız olduğum. Yani, birkaç arkadaşım var; ama, konjonktür gereği pek görüşemiyorum onlarla bu sıralar. Sonra dedim ki "E ama arkadaşlarla sürekli görüşülmemesi normal birşey de olabilir pekala" Bu da beni ikinci sebep olma ihtimali olan şeye getirdi. O da yeterince pohpohlanmıyor oluşum, veyahut egomu yeterince tatmin edemiyor oluşum. (İnsanlar yeterince değerimi bilmiyor, anlaşılmıyorum vs. şeklinde) (Sebep muhtemelen budur heralde bu arada) Egoyu kim tatmin eder? Sevgili tatmin eder. Zaten ego tatmini sebebi dışında da bir kız arkadaşa ihtiyaç duyuyorum sanırsam. Yani değer verebileceğim değerde birini bulayım, sonra dünyada varlığının detaylarının farkında olacağım biri olsun o da benim varlığımın farkında olsun falan. Ama sürekli aynı ortamlarda bulunarak nasıl kız bulayım di mi? Bulamam, evet. Hım neyse, üçüncü ihtimal olarak da abazanlığı buldum, ama yok o değildir heralde. O mu yoksa? yok değil.

Ondan sonra, Yemekteyiz programı süper. Çok sevdim. Yarışmacı interaksiyonları süper. Yalancı tiramisunun tarifini alcaktım geçen gün, ama sonra annemin yaptığının daha güzel olduğuna karar verdim. Ondan alırım dedim.

Hım, bir de Emrah'lar dallama oluyor diye bir hipotezim var ve ben o Emrah'lara Osman diyorum. Dallama olmayan bir Emrah tanırsam ona Emrah diyebilirim.

Son olarak da Tuncay Güney'in Mit'çi çıkması?

26 Kasım 2008 Çarşamba

Bir Yazı

Yazıyı bugünkü Cumhuriyet'te okudum, duygulandırdı beni. Kızın gerçi birazcık psikopatça bir anadil aşkı var gibi geldi, ama ülkemizde hala böyle gençlerin yetişebiliyor olması güzel..



AYNA

ADNAN BİNYAZAR

Bir İletinin Duyumsattıkları...

Köşe yazıları, düşünceleri yorumlayıp okurlara iletmenin ötesinde yararlı etkileşimlere de yol açıyor. Bugünkü yazım böyle bir etkileşimle ilgili.

Derya Ece Şencanın şu iletisiyle başladı yazışmamız:

Bugünkü yazınızda, bir şiirden Taş atılmış kuşlar gibi perişandizesini aktarmışsınız. Bu dize ilgimi çok çekti ama şiiri ve şairini bulamadım. Onca işiniz arasında iki dakikanızı ayırıp bana şairinin adını bildirirseniz çok sevinirim. Bildiremezseniz de canınız sağ olsun. İyi çalışmalar.

Ecenin sonraki iletisinden 18 yaşında olduğunu, İstanbul Aydın Üniversitesi hazırlık sınıfında İngilizce eğitimi gördüğünü de öğrendim.

***

Bir şiirde Taş atılmış kuşlar gibi perişandizesinin sarsıcı içeriğini duyumsayabilen bir okurun ayrıcalığı vardır(işte bu, çok güzel bir cümle-BK); emekli de olsam, Ecenin iletisi, öğretmenliğimi daha derin bir sorumlulukla yerine getirmem gerektiğini duyumsattı bana. Cahit Külebinin Biz ve Amerikabaşlıklı şiirinin yalnızca adını yazıp şairini belirtmekle yetinmedim, tümünü ilettim.

Külebinin şiirlerinden bir seçmenin İngilizceye çevrilip Bilgi Yayınevince yayımlandığını duymuştum. Kitap elime geçince şiirin İngilizcesini göndereceğimi de yazdım Eceye.

***

Ecenin yanıtının, Külebinin toprak altında sürme olmuşkemiklerini titreteceğini söylemem abartı sayılmasın!..

Az önce eklemeyi unuttum! Cahit Külebinin İngilizce çevirilerinin hoşuma gidebileceğini düşünüp haberdar etmişiniz. Çok teşekkür ederim! Şiirlerimizin ve şairlerimizin yurtdışında da tanınmalarını sağlayan bu çevirilerden sonsuz gurur duyar, onlara kütüphanemde sevinçle yer ayırırım! Ama tahmin ettiğiniz gibi, Senin dudakların pembe/Ellerin beyaz,/Al tut ellerimi bebek/Tut biraz!dizelerini binlerce kez Türkçe okumayı iki defa İngilizce okumaya tercih ederim. Böylece şairin duygu dünyasına daha çok yaklaşmış olurum! İnceliğinize teşekkür ederim. Saygılarımla.

İletisine şunu da ekliyor Ece:

Psikolojiyi Türkçe okuyabilmek için bu üniversiteyi seçtim. Şimdi İngilizce öğreniyoruz; çalışma kaynaklarımızın bazıları İngilizce yazılı olabilir diye. Ama psikolojiyi Türkçe okuyacağım. Yani dersleri Türkçe işleyeceğiz. Aksini asla istemedim.

YÖK Başkanı, rektörler, profesörler... Türkçenin kavram yönünden yetersizliğini sorumsuzca savunanlara, Ecenin bu dediklerini iletin!

***

Okuma dünyasını yansıtsın diye sözü yine Eceye verelim:

Benim okuma sevincim beş altı yaşlarında bana okumayı öğreten dedem sayesinde; gözlerini bahane edip elindeki gazeteyi ya da kitabı; Hadi sen bana oku!diye vermesiyle başladı. O bir şeyler okurken ben de elime kitabımı alır, yanından ayrılmazdım; elindekini bana uzatıp sesli okutsun diye...

Edebiyatçıların kütüphanelerinden bile büyük bir kütüphanem olacak ilerde! Kütüphaneden kitap alıp okusam da, aynı kitapları satın alır, kendi kütüphaneme de koyarım. Bu yüzden hasta olduğumu düşünenler bile var.

Kendimi yalnız hissettiğimde kendimle konuşur gibi yazarım. Yazmak, bende günah çıkartmak gibi bir duygu.

***

İletisinin sonunda, bana,Berlinde sıkılmanıza üzüldüm. Siz her şeyin en iyisine layıksınız; yalnızlığın bile...diyen Ecenin yazarlığını şimdiden ilan etmek erken mi olur?..

binyazar@gmail.com

Piskopat Hatun


Karen O


Değişik. Baya değişik.
Güzel de değil, seksi mi değil mi emin olamıyorum. Ama inanılmaz bir sesi var. Yeah Yeah Yeahs'i çok sevdim bu ara. Kafama eserse yazayım birşeyler grup hakkında.

Everybody Loves CHP ya da CHP Loves Everybody?




Bu sıralar Chp'nin kara çarşaf açılımı gündemin ön sıralarında. Konu hakkında olumlu yorum yapan kimse yok neredeyse.

Eh, bence de nereden bakarsan bak pek bir yere açılmayan bir açılım olmuş bu kara çarşaf hedesi. Öyle ki, Baykal'ın Chp politikalarını "rüyalanmak" tabir edilen metod ile oluşturduğuna inanmaya başlayacağım*. Kendisi ve kadrosu herhalde yüzyıllardır partinin başında; ama Chp'nin savunduğu çizgileri anlamlandırabilmek halen mümkün değil.

Bazen neredeyse ırkçılığa kayacak derecede ulusalcı görünürlerken, akabinde Kürt açılımı yapabiliyorlar. Ha, aslında eyleme geçen birşey yok tabi, ama bu açılımın lafının edilmesi bile bir kazanım sayılabilir. (Sosyalist enternasyonal'e üye partiye olan beklentilerimize bak eheh)

Şimdi de "Tehlikenin farkında mısınız? zın zın zın" diye gezinirlerken, bir anda "Kara çarşaflı da insan. Hepimiz eşitiz." gibi bir söylem oluşturuverdiler.

Kara çarşaflı insanın, normal insanla eşit olamayacağı bir yana(Zira, başta "kara çarşaflı kadın", kendini kocasıyla ve diğer erkeklerle eşit tutmaz.) CHP'nin bu söylemini geçerleyebilmemiz için, partinin nüdistlerle, kara çarşaflıları aynı kefeye koyabilecek kadar açık görüşlü bir politikaya sahip olduğunu varsaymamız gerekiyor. Bu varsayıma denk bir varsayım, AKP'nin parti içi toplantılarında sekizli onlu orgy'lerin döndüğü varsayımı olabilir sanırım.(daha absürd birşey bulursam onu yazarım ehe)

Kısacası, eğer mesele oy kazanmaksa kara çarşaflı cemaat original çarşafçı partiler dururken, CHP'ye oy vermez. Yok; bu, parti içindeki bir politika değişiminin göstergesi ise 70(yetmiş) yaşın yeni politikalar oluşturmak için az da olsa geç olduğunu düşünüyor insan ister istemez.

Bu, meselenin bir yönü tabi. Sonuçta, Halk Partisi misyonu gereği, belli konularda kırmızı çizgilere sahip olması gereken ve bi'kaç oy için söylem değiştirme lüksü olmayan bir parti. Ama; sol, bana göre sürekli yeni açılımlar yapılması gereken kaotikliğini koruması gereken bir yapı.

Sürekli yeni politikalar üretilmeli, birleşmeler, ayrılıklar olmalı. Hedef kitle yoksul kesim olmalı, halk bilinçlendirilmeli, özgür düşünce savunulmalı, her konu tartışılabilmeli. Sürekli bir devinim olmalı.. Ta ki yeterince güçlü bir hareket oluşturulabilene kadar! Ve işte ancak o zaman solun varlığının bir sebebi olabilir. Çünkü; daha iyi bir düzenin yaratılması, sadece değişim sayesinde gerçekleştirilebilir.



* : Rüyalanmak derken tabi kamyon deviren ergenin rüyalanması değil de , Nostradamus'un gelecek kehanetleri tadında bir rüyalanmadan bahsediliyor.

Sonradan Edit: Politika diye bir şey olduğunu öğrenen Buğra yazı yazmaya karar veriyor Vol:1. İğrenç sığlıkta, iğrenç bir yazı.

23 Kasım 2008 Pazar

Bring on the Lucie

Pek iyi yazamadığımı düşünüyorum, ama buraya kafama göre yazmaya çalışacağım. Silerim sonra da. Düzgün yazabildiğimi düşündüğüm zaman da birilerine gösteririm blogu belki.

Geçici personel olarak çalışıyorum şu sırada yine. Giysi katlamak pek kafa yoran bir iş değil takdir edersiniz ki. Ama en azından sistemin işleyişini yakından görüyor insan. Neyse, böyle insanlar öbek öbek doluşuyolar içeri, yaşamda giysi almaktan başka ihtiyacları yokmuş gibi dolaşıyorlar çevrede.(Tabi, aslında vardır başka ihtiyaçları, neden olmasın di mi) "lan" diyorum kendi kendime "benim hayatımda mı böyle olacak? Kıçından ter akana kadar çalış, sonra kazandığın paraları şuursuzca harca. ( Çünkü paranı coşku içinde harcayamayacaksan neyi coşkuyla yapacaksın? para kazanmaya çalışmak dışında hiçbir şey yapmıyorsun sonuçta) Sonra daha fazla çalış ki daha fazla insanın üstüne basarak yükselebilesin ve daha çok para kazanabilesin. Oh ne güzel, artık sistem hakkında düşünmene gerek kalmadı, çünkü sen de sistemin kaymağını yiyenlerden oldun. "
İnsanlar doğsun, çalışsın, tüketsin, ölsün. Süper bişey..
Mezar taşılarına da "para kazandım, öldüm sonra, şimdi de çürüyorum" falan yazsınlar.

Henüz dünyayı yok etmeye yeterince yaklaşamadık. İnsanlık biraz daha acı çekmeli dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için. Ya kendimizi yok edeceğiz ya da azıcık daha iyi bir sistem getireceğiz.
O zamana kadar bunu okuyabilecek yaştaki herkes ölmüş olur sanırım. Ama en azından dünyanın birazcık daha iyi bir yer olabilmesi için hepimiz uğraşmalıyız. Küçücük birşey de olur.

"Ben yaşamasam insanlığın karması daha yüksek olurdu." gibi bir düşünce hoş değil

Sonradan Edit: LC Waikiki'de parasını şuursuzca harcayan insanlar olduğunu düşünüyormuşum.

Efsane



What can change the nature of a man?
Belief mi? Pain de olabilir? Yaşanmışlıkların tortusu ya da ehe

Türk Gençliği

Dünyanın En Güzel Kadını No:1


Özge Özpirinççi

Bu kızla Deniz dallamasının karşılaşması dizi icabı mı, yoksa gerçek hayatta da dallamalar böyle kızlar buluyor? Dallamalık, kız bulmakla bağıntılı mı yoksa bağımsız bir değişken mi?

Selam vereyim

Robotlar sayesinde sefalet giderilecek, kara cahiller eğitilecek, mesai saatleri düşecek.
Ben Robot - Dr. Hüso