30 Mart 2013 Cumartesi

Sevisirken dirty olaylari beceremiyorum/beceremedim. Cünkü biraz bile empati kuramiyorum sapigimsi ruh haliyle. Seks sapikca olabilecek bir eylem gibi gelmiyor. Nihayetinde pipinle ileri geri gidiyorsun. Bütün seks eylemi bundan ibaret. Ama ne biliyim, bir noktada kiracagim zincirlerimi. Kicimi yalatacagim, agizlarina iseyecegim falan.

29 Mart 2013 Cuma

Hayat iyi ya da kötü degil ve kesinlikle anlamsiz, fakat bu durum insanlarin nötr olmasini gerektirmiyor ve hepimiz mutsuzuz. Cünkü Kierkegaard'in anlattigi umutsuzluktan muzdaribiz, sonsuzluk ile sonluluk arasinda can cekisiyoruz. Ya da benligimizin sivrilmesiyle bütünden kopmanin acisini yasiyoruz. Ikisi ayni sey sayilir heralde. Hayata neredeyse yalniz baslayip yalnizlasmaya devam ederek ölüyoruz. Yalnizlasma sürecimin 25. senesinde mutlu yillar diliyorum kendime. 

25 Mart 2013 Pazartesi

Sanat aslında bohemlere has bir şey değil. Bir orijinal Picasso tablosunu alıp, diyelim ki, Fatih'de, Sincan'da, ya da Keçiören'de sergilesek, civardan geçen insanlara da fikirlerini sorsak, nasıl yorumlar alırız? Bu insanların yorumlarının bu işin okuluna gitmiş, ömrünü bu işe adamış insanların yorumlarından daha az geçerli olduğunu söyleyebilir miyiz? Ya da mesela dokunabilmek için yılın her günü her saat 400 kişinin sıra beklediği Topkapı'daki Hz. Muhammed'in hırkasının (sakal mıydı yoksa?, ya da külot muydu?) belli sosyoekonomik seviyedeki insanlar için Picasso tablosundan daha değerli olması bize neyi anlatıyor?


Ankara'da geçen öykülerden oluşan bir kitap çıkmış.



Spring & Winter School

Su sirada tamamliyor oldugumuz son 3 hafta icinde Almancasi "Ferienakademie", Türkcesi "Pustluktan öldügümüz icin dönem aralarinda size birtakim akademik aktiviteler kitlemeye devam ediyoruz." olan Bahar ve Kis okullarina - yazdigim sira ile-  katilim gösterdim.


Spring School, bir so-called 2 haftalik business school veyahut entrepreneurial bisey. Ilk gün bol bol tiksindim, kalkip gitmek istedim. Cünkü bu business olaylari beni oldum olasi geriyor, is dünyasinda herkesin yapmacik, kasinti orospu cocuklari olduguna dair bir önyargim var. Fakat, bunun bir marifet oldugunu düsünmüyorum ve bunu asmaya calisiyorum. 

Ilk birkac günden sonra proje yapma safhasina gectik ve triplere girmeye vaktim kalmadi. 6 kisilik bir grup olusturduk. Bu 6 kisiden 2'si hic gelmedi.  4 kisiden 2'sini cok yetersiz buldum, diger 1 kisiyi ise az yetersiz buldum. Hicbiri o kadar sinir bozucu tipler sayilmazlardi ama. Sonucta projeyi bitirdik, ben farkli fikirleri aptalca diye etiketlemeden önce daha fazla düsünmem gerektigine dair dersler cikardim kendime - yine -. 

Söz konusu siktiriboktan proje icin 3 gün üst üste 12 saatten fazla vakit harciyordum ki, gelecegimle ilgili umutsuzluga kapildim - yine -. Hayatim bundan sonra bundan ibaret mi olacakti? (Cevap: Muhtemelen evet.) Kerem bir sekilde calisabiliyor. Fakat, ben günde 8 saatten fazla calistigim her seferinde, sahsima yapilmis büyük bir haksizlik oldugu hissiyatina kapiliyorum.


Bu arada yazmadan edemeyecegim. Lebron icin o kadar mutluyum ki! Miami'de hep siritiyor. Dwyane Wade'le, Chris Bosh'la ne kadar iyi geciniyor. Heat art arda 26. galibiyetini aldi. Ve bence Lebron James cok mutlu. Cok mutlu derken, 'biz asla öyle mutlu olamayacagiz' ölceginde bir mutluluk. Bunu laf olsun diye yazmiyorum, bu tip seyler üzerine düsünüyorum hep. Bir de hazir yazi bütünlügünü kaybetmisken, Louie isimli dizinin de süper oldugunu düsündügümü söyleyeyim. Louis C.K. cool bir adam. 


Daha sonra Winter School icin Alplere Avusturya'da bir yerlere gittik. 6 gün sürdü. Cabuk gecsin diye her gün ictim. Farkettim ki ickiler icin de bir upper-downer kavramindan söz edilebilir. Bira icerken hep uyuyasim geliyorken, Jägermeister icerken yeterince enerji dolu olabiliyorum.  

Winter School'da ski yapiliyordu. Bir gün ski yapmak icin yaklasik €60 vermem gerekecekti. Bir daha hayatim boyunca kaymam, bir kere denesem mi acaba, sonra pisman olmayayim diye düsündüm. Fekat 60 euro'luk bir eglence yasayacagima ikna olmadim ve kaymamaya karar verdim.

Her gün icmek disinda, her gün kostum. Her ne kadar daglarda kosmak oldukca zor olsa da eski formumda olmadigimi(ve belki de bir daha o noktaya hic ulasamayacagimi) görüp üzüldüm. Son gün bir sekilde sirtimi sakatladim ve bütün gün yatmak durumunda kaldim. 

One Day (BABY WE'LL BE OLD O BABY EAT MY YARRAK BABY) ve Let Her Go isimli sarkilara onlarca kez maruz kalip bu sarkilarin ne kadar boktan olduklarini iyice özümsedim. 250bininci kere Wonderwall ve Knocking on Heaven's Door dinledim.

Bazi kisilerin, tatli tipler olduklarini  fakat tamamen farkli dünyalarin insanlari olduklarindan asla interaksiyon kuramayacagimizi, diger bir kisim kisilerin pek iyi tipler olmadiklarini, bunlar disinda kalanlari olusturan kümenin sifira yakinsadigini ve bunlarin da bizimle pekala iletisime gecmek istemeyebileceklerini bir milyonuncu kere gözlemledim ve yalnizlik triplerine girdim - yine -. Bir de giderek cirkinlestigimi düsündüm.


Profesör Grätzel'i dünya gözüyle gördüm. Profesör Grätzel beni ilgilendirmiyor. Ama saclari yumusacik görünüyordu Profesör Grätzel'in. 

Daglarda hava cok güzel. 


11 Mart 2013 Pazartesi

Bilim ve sanatin ilerleme sekilleri arasinda benzerlikler var.

Bilimde de, sanatta da insanligin kolektif birikiminden izole edilmis bir sey yaratmak teknik olarak mümkün degil. Üretilen herhangi bir sey varolana tepkiden dogacaktir ve gercekten daha önce söylenmemis bir seye sahip olmak icin varolanin ne oldugu hakkinda etrafli bilgi sahibi olmak gerekir.

Diger bir benzerlik ise ifade edecek seyi olanlarin ifadenin araclarini yaratmasi. Newton nasil varolan fizik bilgisinin sinirlarina dayandiginda calculus'ü icat etmek zorunda kaldiysa, isigin nesneler üzerinde etkisini incelemek isteyen ressamlar da empresyonizm akimini yaratmis. 

Bu ilerleme paterni yalniz bilim ve sanat icin degil hayatin her alani icin gecerli. Fakat, bu alanlarin neredeyse tümünde, araclarin ögretimini amaclayan ruhsuz bir veri bombardimanina tabi tutuluyoruz. Araclarin, en basindan neden yaratilma ihtiyaci duyuldugu ikincil bir önem tasiyor. Tüketim toplumunun kisiliklere degil üretime ihtiyaci var, bu da yabancilasmayi doguruyor. 

Mont Sainte Victorie - Paul Cezanne



5 Mart 2013 Salı

Istanbul Gezisi

Acayip sevdigim yabanci dostlarimla (kinaye yapiyorum :/ ) 6 günlük bir Istanbul gezisi yaptik.

Miniatürk'e gittik ve söylemeliyim ki Miniatürk oldukca boktan bir yer. Sultanahmet Camii ayak kokuyordu. Aya Sofya ve Topkapi eh. Pierre Loti'yi tavsiye ediyorum. Sicacik, muhtesem manzarali, ev hissiyati veriyor. 

Galatasaray - Orduspor Maci icin TT Arena'ya gittik. Ilk yaridaki faciadan sonra ikinci yari neredeyse aglayacaktim sevincten. Bize böyle duygular yasatabilen spor, sanat ya da diger bir seyden daha asagi olamaz(diye düsünüyorum). Stad bekledigimden daha sessizdi. Galatasaray'in ilk golüne kadar kale arkasinda tezahürat yapiliyordu sadece. Tribündeki insanlarin aleyhlerine olan her durumu, birbirlerini gaza getirmek suretiyle, kendilerine yapilan bir haksizlik olarak degerlendirmeyi basarmasi da ayrica komikti. Ben de katildim onlara. Hep beraber hakemin, oyuncularin, cimlerin anasini siktik.

4. golü fotograf makinem ile kameraya da cektim, ama gol olunca heyecandan kapadim makineyi :) 


Geziye katilim gösteren 2 Alman arkadasimiz da jonglörlük ile ilgileniyorlar. Almanlarin jonglörlük sevdasinin nereden geldigini merak ediyorum. Jonglörlük, otantik sacli, salvarli, göbek dekolteli kizlar tarafindan yapilmadigi takdirde issizlik olarak addettigim bir sey. Hayattan zevk almak hususunda dünyadaki en basarisiz ulus Almanlarin zevk aldigi seylerin böyle seyler olmasi cok da sasirtici degil. 

Kediler ve köpekleri ictenlikle seviyorum. Oldukca az seyden keyif alan bir insan olarak kedileri, köpekleri izlemeye doymuyorum. Istanbul'da da bir sürü bir sürü kedi-köpek gözlemledik. 



Henüz paylastigim hicbir mecrada tepki almadigim icin heyecanla burada da paylasiyorum bu resmi son olarak. Tanidiniz mi? MAHMUT TUNCER!