25 Eylül 2010 Cumartesi

Amlar kurur, sevgiler kurumaz bi ömür.

Böyle laf mı olur ya çok komik ehe.

19 yıl. Tam 19 yıl boyunca kitapta da söylendiği üzre varolmanın dayanılmaz hafifliğiyle yaşadım.  Net olarak süreyi verebiliyorum. Tüy gibiydim gerçekten de. 3 yıl oldu, sorumluluğun ağırlığını üzerimde hissetmeye başlayalı.  Neredeyse fiziksel bir baskı bu, omuzlarımdan aşağı doğru bastırıp nefesimi kestiğini hissediyorum. (3, 1, ve 9 rakamları, 31’le 9’u topla 40 yapar.) 

O kadar absürd bir çelişki var ki, kahkaha attırıcı bir çelişki. Şöyle anlatmaya başlayayım, temel unsurlardan gidelim.

Mutlu olmak için iç huzuruna sahip olmak gerekir. Bu doğru, en azından benim için. Peki.

İnsanın iç huzuruna sahip olabilmesi için kendisini sevmesi ve kendisine değer vermesi şarttır. Bu önerme de yeterince doğru görünüyor.

İnsan, kendisine biçtiği değeri toplumun ya da çevresinin ona biçtiği değer üzerinden belirler.

Devam ediyorum. Toplum, insanlara değer biçerken; kişinin kazandığı para, sahip olduğu güç miktarı ve biraz da sahip olduğu entelektüel, teknik vs. birikim gibi somut verileri dikkate alır. Bu da doğru. Bu yüzden de daha çok para kazanmak, daha fazla güç ve birikim edinmek için çabalıyoruz biz insanlar.

Bunu bir köşeye koyduktan sonra, soracağım soru şu ki, daha çok çalışmamıza temel olan bu sebepler bir şekilde ortadan kalksaydı kim böyle deli sikmiş gibi çalışırdı? Cevap veriyorum: Kimse. Evet, doğru cevap, bravo.

O vakit biz aslında istemediğimiz kadar çok çalışıyoruz. İstemediğimiz şeyleri yapmak bizi mutsuz eder.
Kendimizi güvence altına almak için çalışıyoruz. Bizden daha aptallar, yeteneksizler ya da daha şanssızlar gibi bokun alt katmanlarında kalmamak için çalışıyoruz. E evet, bildiğimiz doğal seleksiyon işte.Doğadaki hayvanlar da çok mutlu takılmıyorlar sanki, evcil olanlar mutlu ama.

Sorumluluğun ağırlığını bir köşeye bırakıp birkaç yıl takılmaya karar versek; kendi hayatına bizim kendimizinkine verdiğimiz kadar değer vermediğinden, yıllarını köpek gibi çalışarak harcamaya hazır bir dürzünün üstümüzden atlayarak aslında bizim olabileceğimiz noktaya koşaradım ilerleyeceğini biliyoruz. Okuldaki interaktif kayıt mevzuu gibi işte. Bok varmış gibi dersleri ilk kapmaya çalışan insancıklar tiksinti verici. Ama tiksindiğimiz insanlar gibi davranmazsak, cool olduğumuzla kalıyor ve daha da mutsuz oluyoruz ders alamadığımız için. Çünkü soktuğumun derslerini almak lazım, başka türlü okul bitmiyor.

Aslında istemediğimiz kadar çalıştığımız gerçeğine dönelim.

İstemediğimiz kadar çok çalışmak bizi mutsuz eder, burası doğru. Ama, toplumun gözünde, ulaşabileceğimiz maksimum değere ulaşamamak da bizi mutsuz eder. Ve bu ikisi ters orantılı işliyor işte amk.

Mesele sadece çalışmakla ilgili de değil :( [Kitaplarda da kullanılmalı bu smiley'ler bence. Betimleme kasacağına, ne güzel. Yaşar Kemal bunları kullansa İnce Memed 150 sayfa falan olurdu.]  Aşk meseleleri, karşılanmayan beklentiler, sorumluluğun ağırlığı ve kasvet filtresi etkinleştirilmiş bir hayat gözlüğü.

Bunun da ötesinde anlam arayışları var. Hayatımızı hangi yanlış sebep uğruna harcamalıyız? Hangi erdemi, kavramı vs. daha değerli olarak nitelemeliyiz?

İç huzuruna kavuşmak için illa kendimizi(zihnimizi) bir kabuğa hapsetmemiz ya da kendimizi kandırmamız mı gerekiyor? Sergen Yalçın nasıl bu kadar rahat bir adam olabiliyor? Ne çok soru.
her türlü...

Akılcılığın ulaşabildiği en uç noktanın hiçlik olması da pekala komik bir şey. Ve fekat, buhranlı günlerden geçiyor olabiliriz, bu  sadece insanca. 

Söyledikleri şey yaklaşık olarak aynı. Samuel daha çok karı götürmüştür ayrıca, ama Beckett'lerden çok Douglas Adams'lar lazım sanki.

İstemediğimiz kadar çok çalışmanın ve diğer birtakım şeylerin mutsuz olmamıza sebebiyet verebileceği tespitiyle düşün hayatınızda yeni bir sayfa açtığım bu yazının sonuna geldim sanırım.

20 Eylül 2010 Pazartesi

Çeşitli Konular

"I think we've all gone through periods of wanting to be free from the burdens of commitment and responsibility but as we get older (and reach the "age of reason") we find that we also want lasting relationships and situations that provide security and stability. Therefore, we make compromises and find a balance that works for us. Mathieu chooses to run from this eventuality and creates a terrible fate for himself as a result." 
Goodreads'ten alıntıladım. Jean-Paul Sartre'ın Akıl Çağı isimli kitabı hakkında. Bir insan, bir kitabı bu kadar yanlış algılayabilir yani. Kitabın soununda Mathieu'nün yaşadığı şey oldukça büyük bir zaferdi.
Kitapta bazı insanların genç olmak için doğdukları yazıyordu bir bölümde. Bazı kadınlar teyze olmak için doğuyorlar mesela. Ben de kendimi 30'larımda olmak için doğmuşum gibi hissediyorum, belki de 40'lar.

Teyze demişken, haftasonu nihayet sıcak bir şey yeme özlemime teslim olarak bakteri ve virüs tehlikesine aldırmadan Burger King'e gittim. 2 menü alıp oturmak için, boş olan cam kenarındaki masaya doğru ilerlerken, yanımdan başörtülü bir teyze(40'lı yaşlarındaydı, ama bu kadınlar 40 yaşlarından sonra torun sahibi olup memelerini sektirecek kıvama gelirler zaten.) yanımdan koşaradım geçti, ben tam otururken masaya oturdu(masaya değil de sandalyeye tabi, masa lafın gelişi) ve bana dalkavukluk/haklılık karışımı iğrenç bir ifadeyle dedi ki "Buraya aile gelecek siz şuralardaki masalara oturun." Ben de boş durur muyum, hemen durum üzerinden sosyolojik çıkarımlar yaptım. Fakat, tahmin edileceği üzere çıkarımlarım ziyadesiyle elitist olduğundan burada paylaşmıyorum ehe.



Gerçeküstücülük hakkında: "Görünüşte birbirine alabildiğine yabancı iki ya da daha çok öğenin, bunlara da yabancı ve aykırı bir zemin üzerinde bir araya getirilmesi... Bu 'en güçlü şiirsel patlamalara' yol açabiliyordu." 
Lautréamont'un "dikiş makinesi ile şemsiyenin teşrih masasında karşılaşması" gibi. Ya da Feminist bir mümin kızın üniversitede felsefe bölümüne girmesi gibi. Bu durum bana baya bir absürd geliyor ya, yani felsefe bölümüne giren dini bütün insanlar, hadi bilim biraz daha pratik bir şey, gerçi din felsefesi falan da var, ama ne bileyim işte.


Kaynak: Ekşibişın
Geçen yıl kendimi yeni bir sayfa açıyormuş gibi hissediyordum, bu sene hiçbir şey hissetmiyorum. Memnuniyetsiz bir durgunluk-bıkkınlık arası bir şey hissediyorum. Bu arada sevişmeye hiçbir zaman ihtiyacım olmayabilir gibi hissediyorum ve fakat, tabi dönemsel bir durum olabilir bu.


Şimdi de neden bir otel odasında yaşamanın iğrenç bir şey olduğunu açıklamak istiyorum. İlk sebebi yataklar. İnsan yatağını ve çarşafını ve yastığını kendi seçmeli. Bunlar önemli şeyler. Diğer bir husus klozetler ve banyo. İnsanın sahiplenebileceği bir küveti ve klozeti olmalı. Bir otelde bu çok mümkün bir şey değil. 


İnsanlar depresyona falan giriyorlar, farketmiyorlar ki, uyurken, yemek yerken, boşaltım faaliyetlerini uygularken konforlu olmak yaşam kalitesini ne kadar da çok yükseltiyor. Bir de sağlıklı şeyler yemek. Cips yiyen, düzensiz beslenen eleman tabi depresyona girer.


Aldığım hırka o kadar güzel ki, o hırkayı aldığım için o kadar mutluyum ki. 


Fikrimce, birşeyler yazan biri mutsuzluklarından, bunalımlarından beslenebilir, beslenmeli, fakat mutsuzluğunu yazılarına yansıtmamalı.

Son olarak hayatın haksızlıklarından bahsetmek istiyorum. İnsan mutlu olabilir, çok mutlu insanlar var. Zeki, güzel, güçlü, başarılı olanlar için aptal ve çirkin insanlar olması, insanın çalıştığı halde bir şeyi yapmayı becerememesi ya da çalışamaması bir problem sayılmaz. "Yetersiz" olanlar bir yanılsamaya tutunmazlarsa mutsuzluktan ölürler, neyse ki, insan beyni kendini kandırmak üzerine evrimleşmiştir. Din, doğu felsefeleri ya da hayat arkadaşları. Bir de her zaman sizden daha iyisi vardır.
Uffie


Bir sonraki yazımda insan ilişkilerindeki akıl almaz mantık hatalarından bahsetmek istiyorum.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Blogu çerçöp fıkralarla doldurmak istemiyorum, ama şunlar hoşuma gitti, bulunsun madem. Ekşi sözlük'ten aldım bu arada. 3 yayını falan var gerçi şu an, milattan önce yapılmış espri herhalde :)

Tanrı Neden Doktora Alamadı?

1. Sadece bir yayını vardı.
2. Bu yayını İbranice'ydi.
3. Bu yayının referansları yoktu.
4. Hakemli dergide yayınlanmamıştı.
5. Hatta bazıları onun kendi başına yazdığından da şüpheliydi.
6. Dünyayı yarattığı doğru olabilir ama o zamandan şimdiye dek ne yaptı?
7. Başkaları ile işbirliği yapma çabaları oldukça kısıtlıydı.
8. Bilimsel camia, onun elde ettiği sonuçları tekrarlayamadı.
9. insanları denek olarak kullanmak için hiçbir zaman etik kurula başvurup izin almadı.
10. Deneylerinden birisi yanlış gittiğinde, deneklerini suda boğarak sonuclarını gizlemeye calıştı.
11. Denekleri tahmin edildiği gibi davranmadığında, onları örneklemden attı.
12. Sınıfa çok ender geldi, öğrencilerine sadece kitabı okumalarını söyledi.
13. Bazı kişiler, oğluna ders anlattığını söyler.
14. İlk iki oğrencisini öğrenmek için kovdu.
15. Sadece 10 gereksinim olmasına rağmen, öğrencilerinin çoğu sınavlarında kaldı.
16. Ofiste bulunduğu zamanlar çok düzensizdi ve genelde dağ tepesinde gerçekleşirdi.
17. Meslektaşları ile iyi çalışma ilişkisine dair bir belirti yoktu.


"Sonunda eşimle üstün kamu yararı gözeterek birlikteliğimizi evlilik kurumuna dönüştürmenin en iyisi olduğuna karar verdik. Milli beka açısından en az 3 çocuk yaparak, ruhsal ve psikolojik açıdan sağlıklı çocuklar yetiştirmenin en doğrusu olduğuna eşimle karar verdik. Kısmet olursa çocuklarımıza ‘Recep', ‘Tayyip' ve ‘Abdullah' adını vereceğiz. Türk aile yapısında ilk öğretilmesi gereken en az bir temel beceriyi de öğrendim ve geliştirdim: Misafir karşılama."

Bir de şey var: "Bizim için çarşaflı da, türbanlı da mayolu da aynıdır." ehueh.

En çok, fabrika servisinden inip kaldığım yere yürürken yalnız hissediyorum. Yazacağım bir şeyler, du bakalım.


10 Eylül 2010 Cuma

Dün mal mal durup hiçbir şey yapmazken Uffie diye bir hatun keşfettim, iyi baya baya. add suv diye bir şarkısı da var imiş.


Uffie - ADD SUV feat. Pharrell Williams



Deliliğe Övgü güzel gitmiyor bu arada, yok bilgeler çüküm gibiymiş, sıkıcıymış, delilik süpermiş. Bu mu lan Thomas More'un kankası bana burs veren adam eheh.

Kitabı bitirme editi: Adam başları laf olsun diye yazmış zaten, ortasından sonra papaya rahiplere falan giydiriyor, din bilimcilere de.
 Yıllar sonrası editi: 600 senelik kitabın sonunu yazmışım Twilight'mışçasına. Spoiler ibaresi de koysaydım bari. Mal.

9 Eylül 2010 Perşembe

Hadi Yılmaz Özdil Stayla

Brüt 60 yılım daha olduğunu düşünsem(tabi ki çok daha fazlasını hayal ediyorum) ve her ay bir kere iskender yesem, yiyeceğim 720 iskender kaldı geriye.

Türkiye'de kalacağım düşünülürse 110000 tane ezan daha duymak zorundayım. Bu, yiyeceğim iskender sayısından yaklaşık 152 kat daha fazla.

120 tane bayram daha var, ama muhtemelen çoğuna grand-ebeveynlerim katılım gösteremeyecek.

60 yılın ellisinde dinci iktidarlar başta olsa, TRT sezon başına 25 bölümden 1250 bölüm daha dini motifli dizi ya da programlar yayınlayacak.


2 günde bir çay içiyorsam 10950 daha çay içeceğim, şu an içtiğimi çıkarırsak 10949.
10 yılda bir yeni bir Diablo oyunu çıktığına göre yalnızca 6 yeni diablo daha görebileceğim. Paladin nolcak acaba?

Hayat ne uzun ne de kısadır, hayattır işte. Koşu bandında 6 dakika koşunca 10% completed yazıyorsa, bu bayramda da kabaca 25% completed olacak

Yılmaz Özdil gibi bağlayamayacağım.
Kitap okuyorum diye artislik yapmanın da hiç cool bir davranış olmadığına karar verdim ve insanların sürekli birbirinden üstün olduğunu gösterme çabalarının yorucu olduğuna karar verdim. Bir de bunu beğendim. Düşününce, bunu yazan elemandan daha üstün olduğunu kimse söyleyemez. Ciddiyim. Feyk olabilir gerçi, ama gerçek olsa hoşuma gider. %30 Türk kızlarından uzak durun.

http://resim.donanimhaber.com/mobile/showTopic.asp?m=35094965&p=1#35094965%20
"Beyler Sizce En ÇOK Kız Nerde En Garanti Nasıl Olabir ???

Kendimce 1-2 Önerme
- Kesinlikle %100 OKULDAN KIZ Edinmeden UZAK Durun...
- Kürt Kızlar Aileleri SERT Olmakta
- Otobüste Gidiyorsunuz Ayakta Bir KIZ YER VERİN !
- KIZ MP3 Dinliyor Hemen Ne GÜZEL Şarkı MSN Varmı DİYİN ???
- Parkta Görürseniz Salıncakta Merhaba .. Yarışalımmı Falan Diyin. Arada BİR Kaynıyın EN Hızlı Şekilde MSN İsteyiz..
- Alışveriş Merkezlerinde Teknosa Gibi Mağazalarda Bilgisayar,PSP,PS3 Oynayan Kızlar Görürseniz Sorun GTA Falan Bilirmisiniz DİREK MSN..
- %30 Türk Kızlarından Uzak Durun Diyebilirim..


Konular..

- Otobüste Giderken
-Merhaba (selamünaleydüm demeyin sakın) Mp3 Dinliyorsunuz SİZ Ondan Şu Tuş NE İşe Yarar Gibi Şeyler.. Sonra Konuyu Hemen NE Mp3 Seversin ???
Ordan MSN Kap HEMEN

- KIZ Mp3 Dinliyor İSE aa bu parcayı biliyorum bakayım benimkine koymuşmuyum (sallıyoruz burda) haa bu PC"de Kalmış Neyse Msn adresiniz varmı ???
(Yok Derse Direk Amann BE Senlemi Uğraşcam)

- Türk Kızları Genelde Merhaba,Nasılsın GİBİ Laflardan DİREK Sanki Onları HEMEN FARKLI AMACA KAYDIRIYORLAR (İzmir,Muğla Gibi Turistlerle Takılan Veya Mal Mal Renkli Renkli Şeyler Giymiş Kızlar BUlun Klasik KIZLARDAN Uzak durmak lazım..



Beyler SİZLERDE TAVSİYELERİNİ YAZIN AKLIMA GELMİŞ DENENMİŞ VE KAÇIRILMIŞ FIRSATLARDIR BUNLAR !"

Kerem bak lan bi de: http://www.facebook.com/home.php?#%21/video/video.php?v=142080885822733&ref=mf

5 Eylül 2010 Pazar

Pixie Lott baya iyi.

2 Eylül 2010 Perşembe

Referandum Hedesi

Referandum meselesine şöyle bir baktım. Falan filan, giriş yapamıyorum eheh, hayır diyeceğim kısacası. Sebepleri de şöyle:

Öncelikle 30 adet maddenin bir arada oylanıyor olması ve bunların 27'sinin süs olsun diyerekten dikkatleri başka yere çekme stratejisi sonucu olarak koyulmuş olması oldukça sinir bozucu ve ayıp. Dayatmacı ve aşağılayıcı bir tutum.

Yargı meselesine gelince, baktım maddelere de; tamam yani, dünyanın sonu gelmiyor o kadar da kötü maddeler değil. Anayasa mahkemesi üyelerinin parlamentoda seçilenleri nitelikli çoğunluk tarafından seçilebilseydi mesela güzel bir madde olmuş olabilirdi o. Bir de insanın aklına "AKP aynı maddeleri Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanıyken de geçirmeye çalışır mıydı?" diye bir soru geliyor. Cevap, pek tabi ki hayır. Hatta o zamanlar cumhurbaşkanının, YÖK Başkanı'nın yetkileri çok yüksek, azaltılmalı diye bağırıp durmaktaydılar. Bu anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının yetkileri daha da artıyor.

Şu an gelinen noktada, iktidarın hareketleri ise asıl amaçları konusunda net bir fikir sağlıyor. Örneğin, anayasa mahkemesinin üye sayısının artırılması belki benim bilmediğim önemli bir gerekliliğin sonucudur, ama benim aklıma AKP tarafından atananların çoğunluğu ele geçirmesini sağlamaktan başka bir sebep gelmiyor. AKP yıllardır iktidarda. Bu dönem içinde gücün sahipleri değişiyor denebilir, ama ülkemizin özgürleştiği söylenemez. Ben, bilakis özgürlüklerin azaldığını hissediyorum en azından.

Sonuç olarak bir avuç elitist yargıyı vesayetleri altına almış olabilir, bu konuda hayır öyle değil diye bağıramam. Ve fakat AKP iktidarının da ülkeyi demokratikleştirmek ve özgürleştirmek amacıyla bu anayasa değişikliği teklifini yaptığına katiyen inanmıyorum. Kuvvetler ayrılığının olmadığı ve iktidarın, mutlak güç ile her kurumu kontrol edebildiği bir Türkiye, bir avuç elitistin yargıyı vesayetleri altında tuttuğu bir Türkiye'den daha korkunç.

Bir de "gerçek solcular" ve AKP'nin beraberce tutturdukları "Ya bizdensin, ya darbeci." söylemine kılım, o yüzden.(Darbeci yerine kemalist, laikçi, elitist, faşist vs. de gelebilir.)

Tam toparlayadım sanki. Düşüncelerim burada sona eriyor.