18 Kasım 2012 Pazar

Bugra Eymer kardesimiz gayet guzel bir yazi yazmis. Onu takdir edelim arkadaslar. Birkac gundur modum dusuk oldugu icin usenip yazmadim; ama ben de picin yazisina kisa bir cevap yazmak istiyorum. Bu hayatta piclerin hakkini vermezseniz nerede olursaniz olun bir gun ruyalarinizda bulurlar sizi.

Neyse simdi baska seylerden bahsetmek istiyorum. Mesela country muzik. Country dinlemeyerek buyuk olasilikla cok fazla sey kacirmadigimizi dusunuyorum. Aksine postmodern kapitalist dunyanin copluk reklamlari ve propagandarinin kusatmasi altindaki zihinlerimizin kapilarini ne kadar az seye acarsak o kadar iyi. Bu konuda elbette klasik muzigi tek gecerim (bunun sebeplerini ayri bir yazida inceleyebiliriz).

Yine  de bir seferlik istisna yapip (evet soyadi ne kadar guzel olsa da Taylor Swift dinlemeyecegiz) Johnny Cash dinlemeye cagiriyorum sizi. Tok sesli insanlara saygi duyma egilimim bilincsizce yuksek olsa da Johnny Cash beginimi yalnizca bilincalti gay egilimlerimle aciklayamayiz. Hayati, her zaman ozgur durusu, ve trajedileriyle ilginc bir adam Cash.

Dinleyin iste:

Hurt by Johnny Cash on Grooveshark


16 Kasım 2012 Cuma

"Kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır. Insan hayatı, bir tür hata olmalı." 

Schopenhauer 

15 Kasım 2012 Perşembe

Tüketici Davranislari ve Yabancilasma

Kerem Kilic daha önce bir yazisinda duygusal iliskileri Ekonomi 101 arz-talep iliskisi cercevesinde ele aldigimi söylemisti. Bunun sebebi, iktisat konusundaki bilgimin lisans sirasinda non-technical elective olarak aldigim Introduction to Economics ve iktisatla ilgili konulara dolayli olarak deginen birkac kitapla sinirli olmasi. Sonuc olarak cok progresif argümanlar öne süremeyecegim icin önceden özür diliyorum.

Varolan en önemli problemimiz olan, hayatimizi ne icin ve ne sekilde harcamaliyiz sorusuna yine yeniden dönüyorum. Öyle görünüyor ki insanlar toplumsal hiyeraside üst noktaya gelmeyi oldukca fazla önemsiyor. Artik nispeten genis bir kitle ayni peyniri ve buzdolabini alabiliyor ama bu siniflar arasi ayrimin yok oldugu anlamina gelmiyor. "Iki uc toplumsal kategori arasindaki farklilastirici harcamalar göstergelerinde, isciler/yönetici kadrolarda calisanlar ayrimi zorunlu mallar icin 1:1.35 iken, bu ayrim konut donatimi icin 1:2.45, ulasim icin 1:3.05, bos zaman etkinlikleri icin 1:3.9'dur."*


Sistem, siniflar arasi ayrimi yaratacak aygitlari her zaman olusturuyor, kapitalizm-komünizm ile ilgili bir mesele degil bu. Elemanin biri farkli sirketler görmenin yararli olacagini, onun icin stajini surada yaptiktan sonra tezini beriki yerde yapacagini anlatiyor yarim saat. "Neden anlatiyorsun bana amana yarraami soktugum?" demek istiyorum, "You're right." diyorum. Diger bir kisi gittigi soft-skill seminerinde neler yaptigini anlatiyor. Asagilamak istiyorum, "Oh, cool." diyorum. Baska bir kisi derste benden bile daha az miktarda anladigi barizken, sacma sapan sorular sormaya devam etmekten kacinmiyor. "O kadar merak ediyor olsaydin, kitaba bir bakardin, di mi?" demek istiyorum. Onun yerine not tuttugum deftere "Cok mutsuzum." falan yaziyorum renkli kalemlerle ehe, sonra da eve gidip bilgisayar oynuyorum.


Özetle, herkes kendini farkli bir noktada konumlandirmaya calisiyor. Mesela gecen gün muhabbet ederkene biri, "Almanya Baskani'nin adi ne?" diye sordu.(Aklinca teste tabi tutuyor beni pezevenk.) Cünkü, o biri de nispeten yüksek siniftan birinin politikayla ilgilenmesi gerektigini düsünüyor. Zerre sikimde degil Almanya Baskani(ya da siyaset). "Some guy." dedim.


Bir topluluk degil, ayni mekandaki bireyleriz. (Hence, yabancilasma) Onlar bir topluluk iseler de ben parcasi degilim. Fakat sanirim, insanin homo economicus olmadigini herkes kabul ediyor artik. Su ilginc mesela:


"insanoğlu gerçekten homo economicus karakteri taşıyor mu diye test etmek için bir kaç deney yapılmış. örneğin*, iki kişi arasında bir çeşit paylaşım oyunu oynanmış. bu kişilere a ve b diyelim. a kişisine 10 ytl veriyoruz ve bunu b kişisi ile kendisi arasında istediği oranda dağıtmasını istiyoruz. fakat her iki kişinin para alabilmesi için, b kişisinin bu dağıtım oranını kabul etmesi gerek. b kişisi dağıtımı kabul ederse ikisi de payına düşen parayı alıyor. eğer b kişisi dağıtımı kabul etmezse ikisi de para alamıyor, 10 ytl kasaya geri dönüyor. 


eğer a ve b kişileri gerçekten homo economicus olsalar idi, a kişisinin b kişisine 1 ytl teklif edip 9 ytl'yi kendisine ayırması, b kişisinin de bu teklifi kabul etmesi gerekirdi. zira etmez ise hiç para kazanamayacak, kabul ederse en azından 1 ytl alacak. peki pratikte ne olmuş dersiniz? pratikte, a kişileri her zaman daha adil teklifler yapmışlar. fake oyuncular tarafından kasıtlı olarak yapılan 9:1 veya 8:2 gibi teklifler ise b kişileri tarafından reddedilmiş. aynı deneyi ben çevremde de yaptım, hakikaten insanlar 9:1 gibi bir dağıtım oranını ne olursa olsun kabul etmiyorlar. hatta bir iki tanesine tokat attım, kendine gel, akıllı ol lan lavuk dedim, biraz homo economicus gibi davran, oyun teorisi, kâr maksimizasyonu dedim ama fayda etmedi. sosyologlar bu davranışın nedeninin ilkel (yüzbinlerce yıl önce) barter tüccarlarından bu yana genlerimize işlemiş adalet mefhumunun olduğunu düşünüyorlar."**


Davranissal iktisatin verdigi bir örnege göre de günesli günlerde borsa endeksi daha büyük ihtimalle artisla kapaniyormus, cünkü insanlar günesli günlerde daha umutlu oluyor diye. Saniyorum, Kerem bu konulari cok daha iyi bilir. Ama, anafikir su ki, herkes, üzerimizde egreti duran bir giysi giydigimizin farkinda.

Kendi kendime yabancilasma tribindeyim, ama tüm cevren bunlardan olusuyorsa yapacak fazla bir sey yok. Birkac yil önce hayatimin sonuna kadar muhtemelen görüsecegim kisilerin listesini yapmistim(en iyi arkadaslar manasinda degil), 17-18 falan saymistim. Su an 5 civarinda sayiyorum.


Ceyrek asirlik cinar oldum asagi yukari, hayatimin böyle gecmemesi gerektiginden eminim.


Varolmanin dayanilmaz hafifligiyle sürmeli yasamim. Agirligimi hissetmemeliyim. Ara sira mutlu olup ara sira melankoliye kapildigim hos bir rüya gibi gecip gitmeli. Sanirim. Yane, nasil gecer bilmiyorum da, "Bu insanlar kim, ben neden buradayim?" modunda olmamam gerektigi kesin en azindan. Insanin kendine sormasi lazim, "Hayatim bir dizi olsa beni kimse izler miydi?" diye. Ya da gerek yok sormasina, bilmiyorum. Normal insanlar nerede?




* Baudrillard, J. (2010), Tüketim Toplumu, s. 63, Ayrinti Yayinlari
** http://beta.eksisozluk.com/entry/13157896

1 Kasım 2012 Perşembe

Staji bitirdim. Sonra, "Oh amana yarraami soktugumun boschunu terk ediyorum." dedim, mutlu oldum. Sonra mutlulugumu paylasacagim kisilerin azligini/yoklugunu tekrar hatirlayip, üzüldüm. Pursuit of Happiness'daki Will Smith gibi eheh. Herkes öyledir herhalde. Ama yaptiklari seyleri facebook'tan ilan eden insanlar ne kadar üzücü degil mi? Ben üzülüyorum. Ilgi bekleyip bulamayan günümüz insani. Canlarim benim.

Daha sonra, Stuttgart'i terkedecegime biraz üzüldüm. Bu ilginc denebilir, cünkü bugüne kadar bir yeri terk edecegime üzülmemistim. Bu Stuttgart'a ayilip bayildigim anlamina gelmiyor. Comfort zone'umdan cikip sacma sapan yeni ortamlara girmekten yorulmaya basladigim anlamina geliyor.

Insanlarin evlenme psikolojisi de bununla paralel sanirim. Belli bir yastan sonra pata pata evleniyor insanlar. Evlenmeyenler de evlilik hakkinda konusuyorlar siklikla. Cünkü diyorlar ki, "Ölecegim, tek basima ölmemeliyim.". Ölümlülügümüze dair farkindaligimiz giderek artiyor. Hos degil. Biraz güvende hissetmek istiyoruz. Ölecek olmasak ihtiyac duymazdik böyle seylere o kadar.

Bavul hazirlamam gerekiyor. Sabah trene binmem gerekiyor. Yine. Iyrenc.