14 Aralık 2010 Salı

Humanity Sux

AMINA KODUMUN İNSANLARI,

Saçma sapan hareketlerinizden vazgeçin. Nefes almanız hatalı, siz hala değerli biri olduğunuzu; sevmeye, sevilmeye, işe okula gitmeye ve hatta toplu taşıma araçlarını kullanmaya falan layık olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bir düşününün insanlarla iletişim kurmadan önce, konuşmak, ağzımı açmak benim haddime mi diye.

Akıllı olun(Be clever), Vedat Milor'a falan bakın. Hayvanı kesince en azından kuyruk yağı çıkıyor içinden, sizin o kadar değeriniz var mı ha?

Lütfen(ama lütfen) şapkanızı genital bölgenizin üzerine koyun(indirin yani) ve yaptıklarınızı gözden geçirin. Saçma sapan davranışlarla dünyanın ebesini sikmekten vazgeçin(Stop fucking earth's midwife). Şimdi sktirin gidin.


Bu arada Inorganic 1. ve 2. midterm'de curve'den yemiş olabilirim ve fakat 3. midterm ve finalde curve'ün amına koyacağımı taahhüt ediyorum.Çünkü bölüm birkaç istisna dışında insan görünümlü primatlardan oluşuyor.

Bir de haybe nedir ya?

Edit: Koydum tabi.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Kartopu nedir LAN??? Kartopu oynayınca çocuk ruhlu mu oluyorsunuz? Kar olm bu, soğuk bir şey. Birbirine kar atıyorsun yani, ne kadar eğlenceli olabilir ki? Belki kızlarla yakınlaşmak için yapılabilir.

Bugün okulda kahkahalarla ciyaklayan 5-6 kız gördüm. Geçen arabalara kartopu fırlatmalarına takriben hep beraber kopuyorlardı, kurbanımız hahaha falan diyorlardı. Ne kadar eğlendiklerini birbirlerine ve kendilerine kanıtlama çabasındaydı aşüfteler. Kafalarını asfalta sürtmek için güçlü bir istek duydum, kötü kötü baktım ama pek anlamadılar tabi.Kurtlar incek lan kampüse, Silent Hill olmuş ortam bunlar hala işin eğlencesinde.

Sikicem karınızı(kar yani).



Ya aslında biraz eğlenceli görünüyor böyle makro düzeyde olunca.

10 Aralık 2010 Cuma

Art & Knowledge Should Be Free to the World.

 Doğruyu söylemenin devrim olduğu bir çağda yaşıyoruz.

Gazeteleri takip etmiyorum. Oy vermenin herhangi bir işe yaradığına inanmıyorum. Siyasetin dünyanın değişmesine katkı yapacağına inanmıyorum. Ülkemizde insanlar; laikçi dinci, siyah beyaz Türkler, teröristler, şovenist faşistler falan filan diye birbirlerine saldırıyor. Siyasetin örneğin bizim ülkemizde değiştirebileceği şeyler şöyle şeyler:
- Türban her yerde serbest olur. Namaz kılar herkes.
- İnsanlar biraz daha rahat içki içebilirler. Sosyal güvenlik meseleleri birazcık daha iyi olur.
- Öğrencileri dövmek falan kolaylaşır. Yabancı kökenlilere daha güzel zulüm uygularız.
- Kürtler özerklik alır, kendi aralarında takılır falan.
- Bir de herkes kadrolaşır.
- Hadi bir de, çok başarılı bir siyaset uygulayıp, bir sürü sermaye biriktirip ezenlerin tarafına geçeriz iyice.

Bu gibi şeyler pek spektaküler şeyler değiller takdir edersiniz ki. Ya da efendim gündeme bakalım. Öğrenciler dayak yemiş, kızın çocuğu düşmüş. Burhan Bey de yumurta yedi(Çok şirindi canım benim ehe, ay adamın konuşma şekline bitiyorum) rektörü, dekanı istifaya davet etti. Polis dövüyor öğrencileri ülkemizde, bu da çok ilginç bir şey değil. Muasır medeniyetler seviyesinde olsak dövmezler. Ve fakat, muasır medeniyetler de kendi vatandaşlarının özgürlüklerini ve sosyal güvenliğini; ancak bu özgürlükler sistemi tehdit etmiyorsa, muasır olamamış medeniyetlerin omuzlarına( ya da işte üzerine, kafasına falan) bastırmak suretiyle sağlıyor.

Gerizekalı solcu triplerinde bir sürü dangalak var. Bu da ilginç değil, şimdi de ODTÜ'de yok niye 500 tane özel güvenlik alınıyormuş vs.'ymiş falan filan diye yaygara yapıyorlar. Jandarma varken "Jandarma defol." diyorlardı, jandarma baya iyiydi halbuki. Şimdi polis var, o çok iyi değil. Hayır, yapılan süperzeka aktivistliğin kazandırabileceği azami başarı kurtarılmış bir bölge yaratmaktan ibaret. Rahatça sevişip, oraya buraya Deniz'lerimizin posterlerini asabileceğimiz bir yer. Ne sikime yarayacak peki bu? Nihai sonucu başarısızlık olmayan, içinde birazcık zeka kırıntısı barındıran bir şeyler yapsalar. Gossip Girl izleseler en azından biraz tarz, estetik falan gibi kavramlar hakkında küçük bir fikir sahibi olurlar. Alın amına koduklarım parasız eğitim, alın parasız sağlık. Gidin bakın polisin copunun üstünde eheh. Size böyle şeyler hakkında konuşup dayak yeme hakkı veriyoruz. Siz de gayet memnunsunuz ki aynen devam ediyorsunuz. (Çok bildiğimden de değil, atıp tutuyorum kendi kendime.)

Nazlı Ilıcak çok komik bu arada ya. Kadın resmen şımarık kız çocuğu, twitter'da ilginç ilginç smiley koyuyor her yere.Referandum'dan sonra da "KAYBETTİNİZ işte, yenilgiyi kabul edin. Kendi düşen ağlamaz cananım." gibi bir tweet atmıştı. Süheyl Batum da bu Burhan Bey'e "Şöyle yasa çıkardınız, nasıl haklı çıkarabilirsiniz bunu?" falan gibi bir şeyler sormuştu bir ara. O da "Ne var canım ya(ama tonlaması çok komik, niye böyle ayrıntılara takılıyorsun Süheylim ya tonunda) siz gelince iktidara siz değiştirirsiniz." gibi bir cevap vermişti ehueh.

Hm ne diyodum, köşe yazarları falan gerçekten içlerinden gelerek o bilmem kaçyüz karakteri kağıda döküyorlarsa, nöronlarına, ATP'lerine yazık.

Bu noktada, Wikileaks beni ziyadesiyle heyecanlandırıyor.(Hangi noktada?) Visa, Mastercard, Amazon, EveryDNS, Paypal vs. tarafından engellenmesi, Twitter'da Trending Topics'den sansürlenmesi bir şeyleri doğru yaptıklarının somut bir kanıtı.

Cable'larda ne yazdığıyla çok ilgilenmiyorum açıkçası. Tahmin edilebilecek şeylerdir herhalde. İlgilendiğim şey ise ABD ve diğer hükümetlerin vs., devletlerin halkı kandırma ve yalan söyleme "hakkını" bu kadar arsızca savunması. Devletlerin işleyişi şeffaf, insanların özel hayatları gizli olmalıyken, tam tersine istikamette ilerlediğimiz aşikar. Ya farklı olursa diye küçük bir umut doğuruyor böyle şeyler. İnternet umarım şu anki, insanların özel hayatlarını görece daha iyi koruyabildikleri, sanatın ve bilginin serbestçe paylaşılabildiği yer, tanımını sürdürmeyi başarır. Umarım Visa'nın, Mastercard'ın sitelerine saldırılar devam eder ve geri adım atmak zorunda kalırlar.(İnşallah abartmıyorumdur bu wikileaks'i amk)


- When you think of the future then, do you think it's more likely to be big brother exerting more control, more secrecy, or us watching big brother or it's just all to be played for etiher way?
- I'm not sure which way it's going to go. There's enormous pressures to harmonize freedom of speech legislation and transparency legislation around the world, within the E.U., between China and the United States.Which way it's gonna go? It's hard to see.That's why it's a very interesting time to be in. Because with just a little bit of effort we can shift it, one way or the other.
Temmuz 2010, TedTalks şeyinden



Ya bu arada converse'leriyle uyumsuz türbanlarıyla okula girebilmeye başlayınca, türbanlı hanımkızlarımız pek bir neşelendiler. Ayrıca anlayışla karşılamakla birlikte, vermeyen kızların(okulun yüzde doksanı falan) o türbanlılardan farkı yok. Bir de bikbik ötüyorlar ne kadar çağdışı yae diye.

Edit 14.06.2012: İğrenç ötesi, mal yazı ve düşünceler.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Gücüm+zamanım olsa başarısızlık üzerine birşeyler yazacaktım. İkisine de sahip olmadığımdan özet geçiyorum. Başarısızlıklar insanı güçlendiriyorsa şu an Yeşil Yol'daki zenci gibi bir şey oldum.

Assange gerçekten kral. Sağa bir fotoğrafını koymalıyım.

Bunu da koyayım.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Şimdiye kadar olan hayatımda gördüğüm en komik konsept blogu sizlerle paylaşıyorum:

http://kimjongillookingatthings.tumblr.com

3 Aralık 2010 Cuma

Adam çok Cool


"The west has fiscalised its basic power relationships through a web of contracts, loans, shareholdings, bank holdings and so on. in such an environment it is easy for speech to be "free" because a change in political will rarely leads to any change in these basic instruments. Western speech, as something that rarely has any effect on power, is, like badgers and birds, free. In states like china, there is pervasive censorship, because speech still has power and power is scared of it. We should always look at censorship as an economic signal that reveals the potential power of speech in that jurisdiction. The attacks against us by the us point to a great hope, speech powerful enough to break the fiscal blockade."

Julian Assange

"Türkiye'nin siyasal yapısını yeniden düzenleyecek bir takım uygulamalara fırsat ve zemin hazırlayacak bir yaklaşım internet sayfası ile türkiye'ye zehir saçıyorsa, sevsen de sevmesen de interneti değil, ABD'nin dışişleri mensuplarını değil, bu milletin iradesi ile kurulmuş akp'yi tutmak bir vatan görevi olur. İşte milliyetçilik budur."

Bu da Sayın Bahçeli'nin açıklaması.... :)

27 Kasım 2010 Cumartesi

 Bence bu hatun taş, iyi bir elektrik veriyor ehe.

Bu kız da çok şirin ya, sesi de muhteşem, canım benim.

Ya utanarak itiraf ediyorum, ama Ayşe Özyılmazel'in de biraz gideri var.

26 Kasım 2010 Cuma

"Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.

Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.

Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.

Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.

Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.

Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden "sen" olduğun için vazgeçtim.

Bencil olduğun için vazgeçtim.

Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.

Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.

Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.

Frida Kahlo"


Facebook'da kızın biri paylaşmış, tam sorunlu kadın tribi değil mi? Vazgeçmemiş ve de çok bariz.
Merhaba sevgili blog,

Bir yazı yazmak istedim. Birçok fikir gelip geçiyor aklımdan fakat aslında yazmaya değecek kadar net bir fikir kafamda oluşmuş değil. Neyse ki burası benim blogum ve istediğim zaman istediğim her şeyi yapabiliyorum.(sadece lafta)

RTÜK reklamı var bir tane çocuklarda medya okuryazarlığı üzerine, rtük soruyor bilinçsiz çocuklar yanıtlıyor. Şöyle bir şey:
- Televizyonda hangi programları izliyorsun?
- Canım neyi isterse izliyorum.
- Ne zaman televizyon izliyorsun?
- Gece izlemeyi daha çok seviyorum.
- İnterneti ne için kullanıyorsun?
- İnterneti daha çok oyun oynamak için kullanıyorum.

Ben ise interneti daha çok porno için kullanıyorum. Evet, bu kadar yazıyı bunu söylemek için yazdım.

- Alice in Chains vokali Layne Staley 34 yaşında öldü. Cesedini 20 gün sonra bulmuşlar, vücudu çürümeye başladığı için tanınması bir gün almış. Ne kadar üzücü kestiremiyorum. Ama Would çok iyi şarkı, bugün kafamda döndü durdu.

http://fizy.com/#s/1dl9ye
- Hayatımın kalan kısmına yön vereceğim bir dönemdeyim ve bu dönem beni biraz geriyor. Ayrıca eskiden buraya ne güzel rahat rahat yazıyordum, artık yazamıyorum sanırım.

- Gossip Girl rengarenk ve çok eğlenceli bence. Kerem'le hemfikir olduğumuz üzre de Serena insanüstü taş. Kerem bu noktada sana bir ayar verecektim eheh, hatırlat hususi olarak vereyim.
- İnsanlar beni üzüyor.
- Her gece dışarı çıkan insanlar ne yapıyor dışarıda, samimiyetle çok merak ediyorum. Bilmediğim bir şeyler kesinlikle olması lazım.
- Amına koyıyım akşam 9'da üniversiteli kızın barda ne işi var, skerler onu orada.Kimse kimseyi siksin istemiyoruz.
Paul Klee, İçindekilerle Bir Oda Perspektifi

- Of din beni rahatsız ediyor. Ellerim kuruyor ebu leheb gibi.
- Marka yaratma üzerine kitap alıp okuyacağım, sonra marka yaratacağım, akabinde zengin olup buraya hahah fakirler diye postlar yazacağım.
- Oray Eğin'i başarılı buluyorum, Cumhuriyet'in aradığı kan bence, bembeyaz Türk hem :), Bekir Coşkun'dan iyidir.
- Kemal Kılıçdaroğlu çok iyi bir insan bence, çok üstüne gidiyorlar adamcağızın, fıtık ameliyatı olmuş, geçmiş olsun.
- Florence + The Machine'i dinlerken hala heyecanlanıyorum.
- Başbakanımız Erdoğan bazen kendi Türkçesi çerçevesinde diyecez, yoğhum gibi kelimeler kullanıyor. Ertuğrul Sağlam da k harflerini g gibi okuyor. Bunları duyunca entelektüel seviyeleri düşük fakir insanlar gibi geliyorlar bana, halbuki beni kaç kere satın alırlar.
- Kitap yazacağım, Harry Potter'dan çok satacak. Sonra Ali Ağaoğlu gibi reklamlarda oynayacağım.Ali Ağaoğlu da iyi bence.
- Etnik kimliğine, dinine, vatanına, gelecek kuşakların mutluluğuna, ailesine, herhangi bir şeye kendinden daha fazla önem veren kişiler yanlış düşünüyor.

17 Kasım 2010 Çarşamba

3 Kasım 2010 Çarşamba

The Rates of Chemical Reactions

Kafam bozuk. Kitap bile okuyacak vaktim olmuyor. Formsuzum, akademik başarım yetersiz vs. Gossip Girl ortamında yaşamak istiyorum, orada cidden çok eğlenirdim.

Nükleer Başlıklı Kız'a bayıldım, hatunun sesi muhteşem. Loopta.


http://fizy.com/#s/1rahxw

29 Ekim 2010 Cuma

Şimdi tam 2 buçuk saat boyunca duraklamadan Quantum kimya çalışacağım. Sonra da yarınki antremanımı yapıp, kaldığım yerden devam edeceğim.Sonrada Inorganic dersinin amına koyacağım.

- But this is madness.

- THIS IS SPARTA.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Molecules in Motion

Keremcim sana karşı uygunsuzca davrandım, bloglarına falan yorum yazmayı çok istedim; ama kısmet olmadı Kerem. Üzgünüm, bir duble rakıyla yalnız kaldım, usul usul ağlıyorum şu an.

  • O kadar çok başarılı olmak istiyorum ki, hiçbir yere satmaya çalışmayayım kendimi. Bazen de öeh ya üşeniyorum diyorum.
  • Kalın ağaçları uzun ağaçlara her zaman tercih ederim.
  • Dünyanın amına koyayım. Bir türlü kabullenmiyor benim etrafımda döndüğünü. Halbuki ben çok eminim.
  • Peter Jones da çok iyi. Adam bakmış ilkokulda, demiş ki, "Ben bunları almak istiyorum arkadaş.". Baktığı şeyler de casio saat falan :) 200-300 milyon pound servet yapmış eleman sonra da.
  • Hiç vaktim yok, çok yoruluyorum :(
  • Emel Sayın'ın halka öğüdü: "Elimize geçen fırsatları değerlendirmeliyiz."
  • HAK EDENİ HAYATIMA SOKARIM, HAK ETMEYENİN HAYATINA SOKARIM.
  • "İlaçgöndermeye karar vermiştik Afrika'ya; ancak hepsinin üzerinde 'tok karnına' yazıyordu."
  • Ya çok affedersiniz, ama Yvonne Strahovski bildiğin çirkin. Yani kabul ediyorum, kadın taş ötesi ve çok hoş falan, ama çirkin işte.
  • Eskiden okulda veyahut zorunlu olarak bulunduğum ortamlarda kimseyle muhattap olmayarak cool'luğumu daha yüksek noktalara çıkarabileceğimi düşünürdüm. Ve fakat gördüm ki, bu uzun vadede insana daha zararlı olabiliyor ve bu da cool'lukta düşüşe sebep olabilir. Yapılması daha uygun olan şey ilelebet takılınabilecek uygun kişileri bulmak ve onlarla takılırken(tabi öyle biz ayrılamayız modunda değil dostum) kalan kişileri aşağılamak. 
  • The XX cidden çok iyi, ama LANET OLSUN ÇOK EMO'LAR.
  • Yeter şimdilik.

    25 Eylül 2010 Cumartesi

    Amlar kurur, sevgiler kurumaz bi ömür.

    Böyle laf mı olur ya çok komik ehe.

    19 yıl. Tam 19 yıl boyunca kitapta da söylendiği üzre varolmanın dayanılmaz hafifliğiyle yaşadım.  Net olarak süreyi verebiliyorum. Tüy gibiydim gerçekten de. 3 yıl oldu, sorumluluğun ağırlığını üzerimde hissetmeye başlayalı.  Neredeyse fiziksel bir baskı bu, omuzlarımdan aşağı doğru bastırıp nefesimi kestiğini hissediyorum. (3, 1, ve 9 rakamları, 31’le 9’u topla 40 yapar.) 

    O kadar absürd bir çelişki var ki, kahkaha attırıcı bir çelişki. Şöyle anlatmaya başlayayım, temel unsurlardan gidelim.

    Mutlu olmak için iç huzuruna sahip olmak gerekir. Bu doğru, en azından benim için. Peki.

    İnsanın iç huzuruna sahip olabilmesi için kendisini sevmesi ve kendisine değer vermesi şarttır. Bu önerme de yeterince doğru görünüyor.

    İnsan, kendisine biçtiği değeri toplumun ya da çevresinin ona biçtiği değer üzerinden belirler.

    Devam ediyorum. Toplum, insanlara değer biçerken; kişinin kazandığı para, sahip olduğu güç miktarı ve biraz da sahip olduğu entelektüel, teknik vs. birikim gibi somut verileri dikkate alır. Bu da doğru. Bu yüzden de daha çok para kazanmak, daha fazla güç ve birikim edinmek için çabalıyoruz biz insanlar.

    Bunu bir köşeye koyduktan sonra, soracağım soru şu ki, daha çok çalışmamıza temel olan bu sebepler bir şekilde ortadan kalksaydı kim böyle deli sikmiş gibi çalışırdı? Cevap veriyorum: Kimse. Evet, doğru cevap, bravo.

    O vakit biz aslında istemediğimiz kadar çok çalışıyoruz. İstemediğimiz şeyleri yapmak bizi mutsuz eder.
    Kendimizi güvence altına almak için çalışıyoruz. Bizden daha aptallar, yeteneksizler ya da daha şanssızlar gibi bokun alt katmanlarında kalmamak için çalışıyoruz. E evet, bildiğimiz doğal seleksiyon işte.Doğadaki hayvanlar da çok mutlu takılmıyorlar sanki, evcil olanlar mutlu ama.

    Sorumluluğun ağırlığını bir köşeye bırakıp birkaç yıl takılmaya karar versek; kendi hayatına bizim kendimizinkine verdiğimiz kadar değer vermediğinden, yıllarını köpek gibi çalışarak harcamaya hazır bir dürzünün üstümüzden atlayarak aslında bizim olabileceğimiz noktaya koşaradım ilerleyeceğini biliyoruz. Okuldaki interaktif kayıt mevzuu gibi işte. Bok varmış gibi dersleri ilk kapmaya çalışan insancıklar tiksinti verici. Ama tiksindiğimiz insanlar gibi davranmazsak, cool olduğumuzla kalıyor ve daha da mutsuz oluyoruz ders alamadığımız için. Çünkü soktuğumun derslerini almak lazım, başka türlü okul bitmiyor.

    Aslında istemediğimiz kadar çalıştığımız gerçeğine dönelim.

    İstemediğimiz kadar çok çalışmak bizi mutsuz eder, burası doğru. Ama, toplumun gözünde, ulaşabileceğimiz maksimum değere ulaşamamak da bizi mutsuz eder. Ve bu ikisi ters orantılı işliyor işte amk.

    Mesele sadece çalışmakla ilgili de değil :( [Kitaplarda da kullanılmalı bu smiley'ler bence. Betimleme kasacağına, ne güzel. Yaşar Kemal bunları kullansa İnce Memed 150 sayfa falan olurdu.]  Aşk meseleleri, karşılanmayan beklentiler, sorumluluğun ağırlığı ve kasvet filtresi etkinleştirilmiş bir hayat gözlüğü.

    Bunun da ötesinde anlam arayışları var. Hayatımızı hangi yanlış sebep uğruna harcamalıyız? Hangi erdemi, kavramı vs. daha değerli olarak nitelemeliyiz?

    İç huzuruna kavuşmak için illa kendimizi(zihnimizi) bir kabuğa hapsetmemiz ya da kendimizi kandırmamız mı gerekiyor? Sergen Yalçın nasıl bu kadar rahat bir adam olabiliyor? Ne çok soru.
    her türlü...

    Akılcılığın ulaşabildiği en uç noktanın hiçlik olması da pekala komik bir şey. Ve fekat, buhranlı günlerden geçiyor olabiliriz, bu  sadece insanca. 

    Söyledikleri şey yaklaşık olarak aynı. Samuel daha çok karı götürmüştür ayrıca, ama Beckett'lerden çok Douglas Adams'lar lazım sanki.

    İstemediğimiz kadar çok çalışmanın ve diğer birtakım şeylerin mutsuz olmamıza sebebiyet verebileceği tespitiyle düşün hayatınızda yeni bir sayfa açtığım bu yazının sonuna geldim sanırım.

    20 Eylül 2010 Pazartesi

    Çeşitli Konular

    "I think we've all gone through periods of wanting to be free from the burdens of commitment and responsibility but as we get older (and reach the "age of reason") we find that we also want lasting relationships and situations that provide security and stability. Therefore, we make compromises and find a balance that works for us. Mathieu chooses to run from this eventuality and creates a terrible fate for himself as a result." 
    Goodreads'ten alıntıladım. Jean-Paul Sartre'ın Akıl Çağı isimli kitabı hakkında. Bir insan, bir kitabı bu kadar yanlış algılayabilir yani. Kitabın soununda Mathieu'nün yaşadığı şey oldukça büyük bir zaferdi.
    Kitapta bazı insanların genç olmak için doğdukları yazıyordu bir bölümde. Bazı kadınlar teyze olmak için doğuyorlar mesela. Ben de kendimi 30'larımda olmak için doğmuşum gibi hissediyorum, belki de 40'lar.

    Teyze demişken, haftasonu nihayet sıcak bir şey yeme özlemime teslim olarak bakteri ve virüs tehlikesine aldırmadan Burger King'e gittim. 2 menü alıp oturmak için, boş olan cam kenarındaki masaya doğru ilerlerken, yanımdan başörtülü bir teyze(40'lı yaşlarındaydı, ama bu kadınlar 40 yaşlarından sonra torun sahibi olup memelerini sektirecek kıvama gelirler zaten.) yanımdan koşaradım geçti, ben tam otururken masaya oturdu(masaya değil de sandalyeye tabi, masa lafın gelişi) ve bana dalkavukluk/haklılık karışımı iğrenç bir ifadeyle dedi ki "Buraya aile gelecek siz şuralardaki masalara oturun." Ben de boş durur muyum, hemen durum üzerinden sosyolojik çıkarımlar yaptım. Fakat, tahmin edileceği üzere çıkarımlarım ziyadesiyle elitist olduğundan burada paylaşmıyorum ehe.



    Gerçeküstücülük hakkında: "Görünüşte birbirine alabildiğine yabancı iki ya da daha çok öğenin, bunlara da yabancı ve aykırı bir zemin üzerinde bir araya getirilmesi... Bu 'en güçlü şiirsel patlamalara' yol açabiliyordu." 
    Lautréamont'un "dikiş makinesi ile şemsiyenin teşrih masasında karşılaşması" gibi. Ya da Feminist bir mümin kızın üniversitede felsefe bölümüne girmesi gibi. Bu durum bana baya bir absürd geliyor ya, yani felsefe bölümüne giren dini bütün insanlar, hadi bilim biraz daha pratik bir şey, gerçi din felsefesi falan da var, ama ne bileyim işte.


    Kaynak: Ekşibişın
    Geçen yıl kendimi yeni bir sayfa açıyormuş gibi hissediyordum, bu sene hiçbir şey hissetmiyorum. Memnuniyetsiz bir durgunluk-bıkkınlık arası bir şey hissediyorum. Bu arada sevişmeye hiçbir zaman ihtiyacım olmayabilir gibi hissediyorum ve fakat, tabi dönemsel bir durum olabilir bu.


    Şimdi de neden bir otel odasında yaşamanın iğrenç bir şey olduğunu açıklamak istiyorum. İlk sebebi yataklar. İnsan yatağını ve çarşafını ve yastığını kendi seçmeli. Bunlar önemli şeyler. Diğer bir husus klozetler ve banyo. İnsanın sahiplenebileceği bir küveti ve klozeti olmalı. Bir otelde bu çok mümkün bir şey değil. 


    İnsanlar depresyona falan giriyorlar, farketmiyorlar ki, uyurken, yemek yerken, boşaltım faaliyetlerini uygularken konforlu olmak yaşam kalitesini ne kadar da çok yükseltiyor. Bir de sağlıklı şeyler yemek. Cips yiyen, düzensiz beslenen eleman tabi depresyona girer.


    Aldığım hırka o kadar güzel ki, o hırkayı aldığım için o kadar mutluyum ki. 


    Fikrimce, birşeyler yazan biri mutsuzluklarından, bunalımlarından beslenebilir, beslenmeli, fakat mutsuzluğunu yazılarına yansıtmamalı.

    Son olarak hayatın haksızlıklarından bahsetmek istiyorum. İnsan mutlu olabilir, çok mutlu insanlar var. Zeki, güzel, güçlü, başarılı olanlar için aptal ve çirkin insanlar olması, insanın çalıştığı halde bir şeyi yapmayı becerememesi ya da çalışamaması bir problem sayılmaz. "Yetersiz" olanlar bir yanılsamaya tutunmazlarsa mutsuzluktan ölürler, neyse ki, insan beyni kendini kandırmak üzerine evrimleşmiştir. Din, doğu felsefeleri ya da hayat arkadaşları. Bir de her zaman sizden daha iyisi vardır.
    Uffie


    Bir sonraki yazımda insan ilişkilerindeki akıl almaz mantık hatalarından bahsetmek istiyorum.

    18 Eylül 2010 Cumartesi

    Blogu çerçöp fıkralarla doldurmak istemiyorum, ama şunlar hoşuma gitti, bulunsun madem. Ekşi sözlük'ten aldım bu arada. 3 yayını falan var gerçi şu an, milattan önce yapılmış espri herhalde :)

    Tanrı Neden Doktora Alamadı?

    1. Sadece bir yayını vardı.
    2. Bu yayını İbranice'ydi.
    3. Bu yayının referansları yoktu.
    4. Hakemli dergide yayınlanmamıştı.
    5. Hatta bazıları onun kendi başına yazdığından da şüpheliydi.
    6. Dünyayı yarattığı doğru olabilir ama o zamandan şimdiye dek ne yaptı?
    7. Başkaları ile işbirliği yapma çabaları oldukça kısıtlıydı.
    8. Bilimsel camia, onun elde ettiği sonuçları tekrarlayamadı.
    9. insanları denek olarak kullanmak için hiçbir zaman etik kurula başvurup izin almadı.
    10. Deneylerinden birisi yanlış gittiğinde, deneklerini suda boğarak sonuclarını gizlemeye calıştı.
    11. Denekleri tahmin edildiği gibi davranmadığında, onları örneklemden attı.
    12. Sınıfa çok ender geldi, öğrencilerine sadece kitabı okumalarını söyledi.
    13. Bazı kişiler, oğluna ders anlattığını söyler.
    14. İlk iki oğrencisini öğrenmek için kovdu.
    15. Sadece 10 gereksinim olmasına rağmen, öğrencilerinin çoğu sınavlarında kaldı.
    16. Ofiste bulunduğu zamanlar çok düzensizdi ve genelde dağ tepesinde gerçekleşirdi.
    17. Meslektaşları ile iyi çalışma ilişkisine dair bir belirti yoktu.


    "Sonunda eşimle üstün kamu yararı gözeterek birlikteliğimizi evlilik kurumuna dönüştürmenin en iyisi olduğuna karar verdik. Milli beka açısından en az 3 çocuk yaparak, ruhsal ve psikolojik açıdan sağlıklı çocuklar yetiştirmenin en doğrusu olduğuna eşimle karar verdik. Kısmet olursa çocuklarımıza ‘Recep', ‘Tayyip' ve ‘Abdullah' adını vereceğiz. Türk aile yapısında ilk öğretilmesi gereken en az bir temel beceriyi de öğrendim ve geliştirdim: Misafir karşılama."

    Bir de şey var: "Bizim için çarşaflı da, türbanlı da mayolu da aynıdır." ehueh.

    En çok, fabrika servisinden inip kaldığım yere yürürken yalnız hissediyorum. Yazacağım bir şeyler, du bakalım.


    10 Eylül 2010 Cuma

    Dün mal mal durup hiçbir şey yapmazken Uffie diye bir hatun keşfettim, iyi baya baya. add suv diye bir şarkısı da var imiş.


    Uffie - ADD SUV feat. Pharrell Williams



    Deliliğe Övgü güzel gitmiyor bu arada, yok bilgeler çüküm gibiymiş, sıkıcıymış, delilik süpermiş. Bu mu lan Thomas More'un kankası bana burs veren adam eheh.

    Kitabı bitirme editi: Adam başları laf olsun diye yazmış zaten, ortasından sonra papaya rahiplere falan giydiriyor, din bilimcilere de.
     Yıllar sonrası editi: 600 senelik kitabın sonunu yazmışım Twilight'mışçasına. Spoiler ibaresi de koysaydım bari. Mal.

    9 Eylül 2010 Perşembe

    Hadi Yılmaz Özdil Stayla

    Brüt 60 yılım daha olduğunu düşünsem(tabi ki çok daha fazlasını hayal ediyorum) ve her ay bir kere iskender yesem, yiyeceğim 720 iskender kaldı geriye.

    Türkiye'de kalacağım düşünülürse 110000 tane ezan daha duymak zorundayım. Bu, yiyeceğim iskender sayısından yaklaşık 152 kat daha fazla.

    120 tane bayram daha var, ama muhtemelen çoğuna grand-ebeveynlerim katılım gösteremeyecek.

    60 yılın ellisinde dinci iktidarlar başta olsa, TRT sezon başına 25 bölümden 1250 bölüm daha dini motifli dizi ya da programlar yayınlayacak.


    2 günde bir çay içiyorsam 10950 daha çay içeceğim, şu an içtiğimi çıkarırsak 10949.
    10 yılda bir yeni bir Diablo oyunu çıktığına göre yalnızca 6 yeni diablo daha görebileceğim. Paladin nolcak acaba?

    Hayat ne uzun ne de kısadır, hayattır işte. Koşu bandında 6 dakika koşunca 10% completed yazıyorsa, bu bayramda da kabaca 25% completed olacak

    Yılmaz Özdil gibi bağlayamayacağım.
    Kitap okuyorum diye artislik yapmanın da hiç cool bir davranış olmadığına karar verdim ve insanların sürekli birbirinden üstün olduğunu gösterme çabalarının yorucu olduğuna karar verdim. Bir de bunu beğendim. Düşününce, bunu yazan elemandan daha üstün olduğunu kimse söyleyemez. Ciddiyim. Feyk olabilir gerçi, ama gerçek olsa hoşuma gider. %30 Türk kızlarından uzak durun.

    http://resim.donanimhaber.com/mobile/showTopic.asp?m=35094965&p=1#35094965%20
    "Beyler Sizce En ÇOK Kız Nerde En Garanti Nasıl Olabir ???

    Kendimce 1-2 Önerme
    - Kesinlikle %100 OKULDAN KIZ Edinmeden UZAK Durun...
    - Kürt Kızlar Aileleri SERT Olmakta
    - Otobüste Gidiyorsunuz Ayakta Bir KIZ YER VERİN !
    - KIZ MP3 Dinliyor Hemen Ne GÜZEL Şarkı MSN Varmı DİYİN ???
    - Parkta Görürseniz Salıncakta Merhaba .. Yarışalımmı Falan Diyin. Arada BİR Kaynıyın EN Hızlı Şekilde MSN İsteyiz..
    - Alışveriş Merkezlerinde Teknosa Gibi Mağazalarda Bilgisayar,PSP,PS3 Oynayan Kızlar Görürseniz Sorun GTA Falan Bilirmisiniz DİREK MSN..
    - %30 Türk Kızlarından Uzak Durun Diyebilirim..


    Konular..

    - Otobüste Giderken
    -Merhaba (selamünaleydüm demeyin sakın) Mp3 Dinliyorsunuz SİZ Ondan Şu Tuş NE İşe Yarar Gibi Şeyler.. Sonra Konuyu Hemen NE Mp3 Seversin ???
    Ordan MSN Kap HEMEN

    - KIZ Mp3 Dinliyor İSE aa bu parcayı biliyorum bakayım benimkine koymuşmuyum (sallıyoruz burda) haa bu PC"de Kalmış Neyse Msn adresiniz varmı ???
    (Yok Derse Direk Amann BE Senlemi Uğraşcam)

    - Türk Kızları Genelde Merhaba,Nasılsın GİBİ Laflardan DİREK Sanki Onları HEMEN FARKLI AMACA KAYDIRIYORLAR (İzmir,Muğla Gibi Turistlerle Takılan Veya Mal Mal Renkli Renkli Şeyler Giymiş Kızlar BUlun Klasik KIZLARDAN Uzak durmak lazım..



    Beyler SİZLERDE TAVSİYELERİNİ YAZIN AKLIMA GELMİŞ DENENMİŞ VE KAÇIRILMIŞ FIRSATLARDIR BUNLAR !"

    Kerem bak lan bi de: http://www.facebook.com/home.php?#%21/video/video.php?v=142080885822733&ref=mf

    5 Eylül 2010 Pazar

    Pixie Lott baya iyi.

    2 Eylül 2010 Perşembe

    Referandum Hedesi

    Referandum meselesine şöyle bir baktım. Falan filan, giriş yapamıyorum eheh, hayır diyeceğim kısacası. Sebepleri de şöyle:

    Öncelikle 30 adet maddenin bir arada oylanıyor olması ve bunların 27'sinin süs olsun diyerekten dikkatleri başka yere çekme stratejisi sonucu olarak koyulmuş olması oldukça sinir bozucu ve ayıp. Dayatmacı ve aşağılayıcı bir tutum.

    Yargı meselesine gelince, baktım maddelere de; tamam yani, dünyanın sonu gelmiyor o kadar da kötü maddeler değil. Anayasa mahkemesi üyelerinin parlamentoda seçilenleri nitelikli çoğunluk tarafından seçilebilseydi mesela güzel bir madde olmuş olabilirdi o. Bir de insanın aklına "AKP aynı maddeleri Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanıyken de geçirmeye çalışır mıydı?" diye bir soru geliyor. Cevap, pek tabi ki hayır. Hatta o zamanlar cumhurbaşkanının, YÖK Başkanı'nın yetkileri çok yüksek, azaltılmalı diye bağırıp durmaktaydılar. Bu anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının yetkileri daha da artıyor.

    Şu an gelinen noktada, iktidarın hareketleri ise asıl amaçları konusunda net bir fikir sağlıyor. Örneğin, anayasa mahkemesinin üye sayısının artırılması belki benim bilmediğim önemli bir gerekliliğin sonucudur, ama benim aklıma AKP tarafından atananların çoğunluğu ele geçirmesini sağlamaktan başka bir sebep gelmiyor. AKP yıllardır iktidarda. Bu dönem içinde gücün sahipleri değişiyor denebilir, ama ülkemizin özgürleştiği söylenemez. Ben, bilakis özgürlüklerin azaldığını hissediyorum en azından.

    Sonuç olarak bir avuç elitist yargıyı vesayetleri altına almış olabilir, bu konuda hayır öyle değil diye bağıramam. Ve fakat AKP iktidarının da ülkeyi demokratikleştirmek ve özgürleştirmek amacıyla bu anayasa değişikliği teklifini yaptığına katiyen inanmıyorum. Kuvvetler ayrılığının olmadığı ve iktidarın, mutlak güç ile her kurumu kontrol edebildiği bir Türkiye, bir avuç elitistin yargıyı vesayetleri altında tuttuğu bir Türkiye'den daha korkunç.

    Bir de "gerçek solcular" ve AKP'nin beraberce tutturdukları "Ya bizdensin, ya darbeci." söylemine kılım, o yüzden.(Darbeci yerine kemalist, laikçi, elitist, faşist vs. de gelebilir.)

    Tam toparlayadım sanki. Düşüncelerim burada sona eriyor.

    25 Ağustos 2010 Çarşamba

    Florence

    Aklımda kalan bir-iki küçük şey var. 


    Öncelikle bu tıp literatürünü Türkçeye çeviren dallamalar kim bilmiyorum ama - ki bilmemem normal; denizde su, tıp aleminde dallama - çeviri niyetine İngilizce kelimeyi Türkçeymiş gibi yazıyorlar sadece. HGTTG'de de bununla ilgili bir bölüm vardı, halk çok önemli bir şey yaptıklarını sansın diye değişik terminolojiler uydurma hedesi. Prospektüslerde "Entrevenöz yoldan verilir. Aşırı dozu fatal olabilir." falan yazıyorlar ya "Damardan verilir, aşırı dozu ölümcül olabilir." dese normal insanla aynı seviyede olacak tabi amk çocukları.


    Felsefede de böyle bir durum var gibi sanki, ama yeterince bilgili olamadığım için emin olamıyorum. İde, us, sik sok falan. Bu konuyu daha çok araştırıp kelimelerin gerekliliğine ikna olmazsam felsefeci ipnetorları da gerektiğince aşağılayacağım köşemden. Eheh.


    Bu arada Florence + The Machine'deki Florence'ın sesi insanüstü gerçekten. Dinlerken bazı bazı haz küpü oluyor, ruhsal orgazmlar yaşıyorum.  Sıkılmadan aynı albümü bu kadar uzun süre dinlediğim nicedir olmuyordu.


    Ondan sonracığıma, bu amaç konusunu düşünüyorum yine. Mutlu olmanın, nihai -ultimate- amaç olamayacağına kanaat getirdim, çünkü sonu iyi biten şeyler iyidir, kötü bitenler ise kötüdür. Ölüm de çok nadir iyi bir son sayılabilir.O zaman bir şeyler üretmek, toplumda bir fikir önderi konumuna gelmek gibi şeyler kalıyor geriye amaç olarak. Toplumun da amk ama. Hayırlısı.

    23 Ağustos 2010 Pazartesi

    Stajda okuduğum kitap ve izlediğim filmler

    Staj sırasında kitaplar okumaya, filmler izlemeye, spor yapmaya ve düşünmeye vaktim oluyor. Bu durumdan memnunum.

    İlk önce Motorsiklet Günlükleri'ni okudum. Kitap hakkındaki yapabileceğim yorum şu ki, ben banyo yapmadan imkanı yok o kadar dolaşamam. Bu düşünce beni ne konuma düşürür bilmiyorum, ama kişisel hijyen durumum bayaönemli. Kirli ve çapulcu gibi hissedince mutsuz oluyorum çünkü, insanlığa da bir yararım kalmıyordur.

    Ondan sonra Gog'u okudum. Giovanni Papini'nin Kırık Ayna isimli öykü kitabını daha önce okumuş ve fena bulmamıştım, üzerine Ekşi Sözlük'te "bir kitap okudum hayatım değişti dedirten kitaplar" mı ne öyle bir başlıkta kitabın ismine methiyeler düzülmüş olduğunu görünce beklentim artmıştı. Ve fakat o kadar da süpersonik bir kitap değilmiş. Yazar aklına gelen fikirleri yazabilmek amacıyla roman formunu kullanmış ve bir karakter yaratmış, ama kurması gereken tek karakteri de tutarlı ve başarılı olarak kuramamış. Söz konusu fikirler de o kadar ilginç değil. Bunların üzerine bir de, kitapta, seksist, ırkçı ve muhafazakar(katolikçi eheh) esintiler olduğunu söyleyeyim, bilhassa yazarın sporu aşağılamasına da illet oldum.Öhöm, yine de okumaya değer bir kitap sayılabilir Gog. Ehe ben bile inanmadım bu kadar lafın üstüne bu cümleye, ama ciddi sayılırım.


    En son bitirdiğim kitap ise Maldoror'un Şarkıları. Biraz zor bir kitaptı, özellikle de benim gibi şiirle daha önce hiç alakası olmamış biri için sanırım daha zor olmuş olabilir, bu durum alakasız da olabilir. Nasıl yorumlayayım bilmiyorum, bazı kısımlarda bir sayfa boyunca süren cümleleri anlamaya çalışırken baş ağrısı çektim, bazı kısımlarda Özdemir İnce'nin Öztürkçe kasışına içimden fuckoff-faceoff dedim, lan burada herhalde bir şeyleri kaçırıyorum ki etkilenmiyorum diye düşündüğüm de oldu. Lakin, kitap; heyecan verici pasajlar, etkileyici cümleler, zaman zaman hayranlık uyandıran üslup ve söz oyunları açısından kesinlikle fakir değildi. Ehe ne güzel cümleler kuruyorum. Demem o ki, kesinlikle çabam karşılıksız kalmadı, 300 sayfa boyunca nabzınızı artıracak bir paragraf bile bulabilirseniz o kitap baya güzeldir zaten.  Birkaç alıntı yapayım, bir de çeviri sayesinde öğrendiğim kelimelerin bir listesini koyayım madem.


    "...Bununla birlikte çağlar boyu hep kendi güzelliğine inandı insan. Ben, özsaygı yüzünden kendi güzelliğine inandığını sanıyorum biraz; ama gerçekten güzel değildir insan ve kuşku duyar bundan; çünkü neden benzeşinin yüzüne bunca tiksinmeyle baksın?"


    "Ben de tıpkı köpekler gibi sonsuzluk gereksinimi duyuyorum... Ama çaresizim, doyuramıyorum bu açlığı! Bana söylediklerine göre, bir erkekle bir kadının oğluymuşum.Bu hayrete düşürüyor beni... daha üst düzeyde olduğumu sanırdım!"

    "Varsam, bir başkası değilim. Kabul etmiyorum bu anlaşılmaz çoğulluğu kendi varlığımda. Yalnız olmak istiyorum kendi kanıtımda. Özerklik... Yoksa su aygırına dönüştürsünler beni. Yok et kendini yerin altında, ey arsız iz, ve artık çıkma yabanıl öfkemin karşısına. Öznelliğim ve Tanrı, bir beyin için ikisi çok fazla."

    Bunları yazarken benim yaşımdaymış Isidore Ducasse ve 2 yıl sonra da ölmüş.

    Kelimeler de, kösnü, tüze, harmani, özeksel, hünsa falan filan.

    Wallpaper'ımı House'taki hatun yaptım. Fena değil.

    Ondan sonracığıma, La Haine ve Zeitgeist isimli filmleri izledim. La Haine 50 katlı binadan aşağı düşen adamın hikayesi tabi. Düşene dek şunları söyler:
    "Buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda."

    Zeitgeist ise, hmm peki filmdeki her teori doğru olsa bile... Yeeeeaaaaaniii demek istiyorum, sevginin gücü falan öeh zaten. Sıradan insanın gücü diye bir şey de yok, sıradan insan sıradan insan olduğunun farkında olmadığı için sıradan insan zaten. Küçük adam kitaplar okusaydı, filmler izlese, sorgulasa ve kendine anlatılan hikayeleri düşünmeden kabullenmeseydi sıradan insan olmazdı. Bundan mütevellit, sıradan insanın gücü diye bir şey yok, sıradan insanı harekete geçiremezsiniz. Buradan çıkacak sonuç da o ki, adamlar dünyayı ele geçirecekse, kollarımıza ya da beyinlerimize çip takacaksa ve istedikleri zaman o ılık popolarımızı sikeceklerse bile yapacak pek bir şey yok. Öyle takılalım işte, kendine saygısı olmayan insanlığın hiçbir zaman gelmeyecek selameti için çabalayarak konforumu bozacak kadar küçük görmüyorum kendimi.

    Hm, bu kadar sanırım. Survivor Merve'yi beğeniyorum.

    15 Ağustos 2010 Pazar

    Polisevi - Gün 1

    İnsanlar olgunluğu yaşla ilgili bir şey olarak görüyorlar, çok doğru değil. Yaşları ilerledikçe daha da olgunlaştıklarını düşünüyorlar, evleniyorlar, para kazanıyorlar, cool  olduğunu düşündükleri ilgi alanları edinip Kaş'a tatile gidiyorlar. Paytak paytak adımlarla, başlarını kaldırmadan annelerini izleyen ördek sürüleri gibiler. Ama anne ördek yok, en baştaki ördek en sondakini takip ediyor, bir çember oluşturmuşlar. Ördek işte, ehe.

    "Tanrı dünyayı yaratırken bana sorsaydı, bugün çok daha güzel bir gün olurdu."

    Stajımın ilk haftasını doldurdum. İstanbul'daki bir Kyk yurdundaydım. Oradaki herkesten çok içten bir şekilde nefret ettim. Dar omuzlu, ince kollu, göbekten dolgun, zekadan zayıf, haftada bir banyo yapan insanlar. Yurtta tuvaletlerde tuvalet kağıdı bulunmuyordu, kimsenin eksikliğini çektiğini sanmıyorum.

    Metrobüsün içindeki insanlara bakarken düşünüyorum: Türkler mi çok çirkin yoksa alt-orta sınıf mı diye. Kötü beslenmeden böyle oluyor hep. Bu kadar çok çoğalmasanız tavşanlar gibi. Rızkını da vermiyor Allah işte, bir metrobüs dolusu şekilsiz canlı oluyor, ola ola. Herkes Küçük Sırlar'daki Ayşegül gibi olacak olsaydı hiç itirazım yoktu halbuki.


    İnsanlara küçük yaştan itibaren zorunlu savaş ve şiddet karşıtlığı dersi verilmeli. Ancak o zaman kendimizi hepten yok etme ihtimalimiz biraz azalır. İnsanlar küçük yaşlarda iyi öğrenirlerse bir şeyi, hayatlarının sonuna kadar pek sorgulamadan o bilince sahip oluyorlar. Milyarlarca insan abidik masalların gerçekliğini sorgulamıyorken savaş karşıtlığı bilincini yerleştirmek de zor olmamalı.

    O kadar bıyıkla nasıl üstinsan olunur lan üstinsanın o kadar kılı olmaz ehue. Bir de dün şeyi düşündüm. Jean-Paul Sartre'la msn'de konuşsak falan "Canım iyi hoş benimle konuşuyorsun bir gözün hep havalarda." desek de o da üzgün smiley gönderse. JP Sartre'den şöyle bir mesaj geliiyor ":(((" . Komik bence ehe, It's Always Sunny in Philedelphia da çok komik.

    26 Temmuz 2010 Pazartesi

    19 Temmuz 2010 Pazartesi

    Fransa Bisiklet Turu'nu muazzam anlatan adam


    "Fransa Bisiklet Turu'nda kanserli iki yarışçının rekabetini film senaryosu gibi anlatan Caner Eler'in hayatı film gibi... Genç spiker de bir kanser savaşçısı
    Caner Eler bu yıl Fransa bisiklet yarışında hastalıkla savaşan Lance Armstrong ve Alberto Contador'un kıyasıya rekabetini anlattı. En iyi o anlattı, çünkü o da yarışçılar gibi kanser savaşçısı. Basket oynarken 20 yaşında kemik kanseri oldu, 8 yıl ameliyatlarla bacağını kurtardı, koltuk değnekleri ile Türkiye'nin en iyi spor spikerlerinden oldu. Bu yıl Fransa'da vücuduna yayılan kanseri yendikten sonra yarışlara dönen Lance Armstrong'la Alberto Contador adlı bir İspanyol bisikletçi kıyasıya rekabet etti. Contador da beyninde damar tıkandığı nedeniyle uzun süre komada kalmış, hastane odasında Armstrong'un kitabını okuyarak hayata bağlanmıştı. Garip bir tesadüftür ki finali takım arkadaşı Armstrong'u geride bırakarak kazandı. Bu rekabeti Caner Eler'den başka kimse bu kadar iyi anlatamazdı. Çünkü o da bir kanser savaşçısı.

    BASKETÇİYDİ

    Eler, 20 yaşından beri koltuk değnekleri ile yürüyor. İTÜ'de başarılı bir basketbolcuyken bacağına saplanan ağrı ile kemik kanseri olduğunu öğrenmiş. "Bacağı kesilsin mi, yoksa kesilmeden tedavi edilebilir mi" tartışmaları sürerken o hasta yatağında Lance Armstrong'un kanserle savaş kitabını okumaya başlamış. Sonraki yıllar bacağından en uzunu 12, en kısası 5 saat süren sekiz ameliyat geçirmiş. Bacağının bir bölümüne protez takılmış, kemoterapiler, radyoterapiler, büyük ağrılar derken sekiz yıl geçmiş. Kemik kanseri en ağrılı ve en zorlu kanserlerden biri olarak biliniyor. Yatağında ansiklopediler bitirmiş. Hastalığıyla ilgili her iyi haberden sonra kendisine ödül olarak verdiği tatillerde Fransa, Almanya, Belçika derken Avrupa'yı koltuk değneklerine aldırmadan dolaşmış. Saint Benoit mezunu Eler, hastalığı nedeniyle üniversite eğitimine ara vermiş, bu arada İngilizce ve Fransızcasına İtalyanca ve İspanyolcayı eklemiş.

    'ÖNCE İSYAN ETTİM'
    Kemoterapi seanslarının bitimine doğru üç yıl önce Eurosport'a başvurmuş. CV'si nedeniyle çağrıldığında koltuk değnekleriyle onu karşılarında görünce şaşırmışlar. Ancak sporun her dalına meraklı olduğu için çalışmaya başlamış. Atletizm, bisiklet, yüzme, çim hokeyi, tenis gibi pek çok spor dalı ile ilgileniyor. "Futbol da var tabii" diyor. Kanserle uzun süre savaşan spor spikerlerinin duayeni Kenan Onuk'un örnek aldığı isimlerden biri olduğunu söylüyor. Ses eğitimi almamış ancak müthiş dedikleri hafızasına güvenerek spikerliğe başladığını söylüyor. Fransa bisiklet turunu anlattıktan sonra pek çok mail aldığını insanların ona "Hangi bisikleti alayım" diye sorduğunu söylüyor. O bisiklete binemiyor..."

    Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Yasam/2009/08/01/sampiyonla_ayni_kaderi_paylasti

    17 Temmuz 2010 Cumartesi

    16 Temmuz 2010 Cuma

    Schleck kazansın

    Şu tipini siktiğimin kazanmasın lan. Yeter, her şeyi İspanyollar alıyor. Fransa bisiklet turu dolu dizgin ilerliyor. Ama tur hakkında okunacak yorum vs. hiçbir şey yok ortalıkta, blog falan bilen var mıdır ki?

    14 Temmuz 2010 Çarşamba

    Oha çok komik

    Ehueheh (Asuş sana komik gelmeyebilir biliyorum :)
    Şu da dünya kupasının önemli sahnesi onu da koyayım

    Bilmediğim güzel müzik tavsiye etse biri keşke.

    Neyse onu siktiret de demin banyodayken aklıma bir şeyler gelmişti, şimdi unuttum.

    Piki, o zaman aklıma geleni yazayım. Sıkıntılarımdan bahsetmeye karar verdim. Yine, eheh.

    Bir süredir hayatım siyah beyaz devam ediyor. Veya doğduğumdan beri de olabilir bilmiyorum. Şikayetçi değilim, ama sanki daha çok keyif alsam yaptığım şeylerden hayatımı daha az boşa geçiriyormuş gibi hissedebilirim gibi geliyor.

    Abim boşver o kadın sürtük.

    http://www.dailymotion.com/video/xdbu9o_abi-boyver-o-kadyn-surtuk_music?start=2#from=embed

    Dün Yemekteyiz'i izliyordum mesela, kadın ne kadar telaşlıydı ya, normal hayatı öyle heyecanlı geçiyor kadının yani. İlginç değil mi? İvit, ilginç. Damla var mesela arkadaşım, o da öyle.

    Bir de siyaset hakkında konuşan insanlar falan mesela, onlar da heyecanlı. Onlar da ilginç bence. Ozan falan çok acayip mesela, o da arkadaşım.

    Ortaokulda lisede frp kitapları okuyordum, okurken kola içip çekirdek çitliyordum. Raistlin, Drizzt, Danilo, (Ayn) Rand ve nicesi. niçesi. İki kelime esprisi yaptım bir cümlede. Coşku dolu hisler içine giriyordum. Sanitarium, Baldur's Gate 2, Planescape Torment oynarken de öyle. Ondan sonra Megadeth, Iron Maiden dinlerken, kürek çekerken yarışlardan sonra da benzer hisler yaşayabiliyorum.

    Çok da problem değilmiş ya şimdi şöyle bir baktım da. Öeh, neyse.

    Bisiklet turu ne güzel gidiyor lan, Schleck'i destekleyecek gibiyim sanki, ama Contador ipnesi sağlam duruyor.

    Mal mal insanlar var çevrede, bana biraz batıyorlar. Ama mal olmaları değil batma sebepleri, çevredeki insanların onların mallıklarına prim vermesi, söz konusu şahsın mal olduğunu düşünmemeleri ve hatta ortamda o şekilde düşünen tek bir insan olmaması.

    Gerilmeyeceğim bir iş yapmak istiyorum hayatımın ilerleyen dönemlerinde. Ozan ipnesi ne kadar şanslı ya, yaptığı işin süper bir şey olduğunu düşünüyor.(ibneliğin)  Einstein ipnesi de şanslıymış mesela, özel hayatı kötü giderken falan bile tutunabileceği, ilgi duyduğu, elinden kayıp gitmeyecek bir şeyi varmış. Fizik yani, eheh. Seveceğim bir şey yapmak isterdim, ama seveceğim bir şey ne olabilir çok bilmiyorum, sevmeyeceğim şeyler arasında beni en az rahatsız edecek olanı tercih etmeye doğru yönleniyorum. Ama Asutay'a söylediğim gibi pastacılık ya da antrenörlük ya da gazete dergi patronluğu falan güzel işler olabilir ehe.

    3 Haziran 2010 Perşembe

    Selam blog. Son günlerde İsrail ve Türkiye arasında vuku bulan olaylarla ilgili istemediğim kadar çok şey okudum ve izledim. Öncelikle, belli ki olay AKP hükümeti tarafından bilinçli olarak ve sonuçları önceden az çok kestirilebilinecek şekilde yürütülmekte olan operasyonun bir parçası ve gelinen noktaya bakıldığında, AKP, biraz da İsrail'in kendisini hiçbir şekilde haklı çıkaramayacağı aptalca hareketi sayesinde, istediğini almış gibi görünüyor.

    Ve fakat ülkemiz kamuoyunda tüm dünyanın İsrail'e lanet okuduğu İsrail'in tamamen izole olduğu(ve hatta İsrail'in yok edilmesi gerektiği vs.) görüşü hakim. Dünyada gerçekten de İsrail'in yaptığı saldırıya karşı tepki var(Avrupa ülkelerinden özellikle İngiltere'de sanırım), ama BM'den çıkarılan kınama dışında somut herhangi bir adım atılmış olduğu söylenemez. ABD BM'nin İsrail'i kınama kararını uygunsuz ve acele bulmuş hatta, "İHH temsilcilerinin son 3 yıl içinde Türkiye, Suriye ve Gazze'de üst düzey Hamas yetkilileriyle görüşmeleri" sebebiyle.

    Başbakan Erdoğan Türkiye'nin bir eksen kayması olmadığını söylüyordu, ama gerek Gazze'deki ablukayı aşmak için yapılan operasyonun içindeki örgütün doğası, gerek klasik olarak bildiğimiz İsrail'e karşı yapılan gösterilerde meydanlarda tekbir getiren kıllı sakallı adamlar ve karaçarşaflı kadınlar Türkiye'nin ekseninin sabitliğine dair kuşkular uyandırıyor. ABD ve Avrupa'daki gösterilerde de meydanlardaki insanların çoğu Arap ve müslüman kökenliydi. Durum böyleyken, Türkiye'de estirilen havanın aksine Mavi Marmara'ya yapılan saldırı dünyada sessizce geçiştirilmiş değilse de dünyada büyük bir infial yarattığı da söylenemez. Genel olarak İsrail'in yaptığının kabul edilemez olduğu, "ama" İHH'nın Hamas'la olan ilişkisinin dikkatle gözden geçirilmesi gerektiği söyleniyor.

    Son olaylar iç siyasette AKP'nin arkasına bir rüzgar sağlamış olsa da Türkiye-İsrail ilişkilerinin kopma noktasına getirilmiş olması ülkemiz adına bir başarı sayılmamalı sanırım. Öte yandan Türkiye'nin bu konuda batı kamuoylarının desteğini alabilmesi için Filistin'e yapılan abluka ve zulmü Hamas'a yakın bir din kardeşliği ekseninde değil de temel insan hakları boyutunda irdelemesi gerekli. Ayrıca, İsrail'in son günlerde yaptığı propagandanın yanında Türkiye'nin neredeyse hiçbir şey yapmadığı söylenebilir.

    Son olarak, devletin tüm seviyelerinden yapılan "Düşmanlığımız şiddetli olur, asarız keseriz, İsrail asrın hatasını yaptı." tipi açıklamaların altının nasıl doldurulacağını merak ediyorum.

    Ahmet Davutoğlu'nun İngilizcesi pek iyi değil.

    29 Mayıs 2010 Cumartesi

    Uğrunda Yaşayıp Ölebileceğim Fikir - 1 Ağustos 1835

    " ...    Bir iki istisna dışında arkadaşlarımın benim üzerimde belli bir etkisi olmadı. Kendisi hakkında net olmayan bir hayat kaçınılmaz olarak pürüzlü bir yüzey gösterir; belli olguları ve aşikar uyumsuzluklarını göze almaktan kaçındılar; bunları daha yüksek bir anlaşmada çözmeyi deneyecek ya da bunun iç gerekliliğini algılayacak kadar benimle ilgilenmediler. Bu yüzden benim hakkımda görüşleri hep tek taraflı oldu, ben de, bunun sonucu olarak onların sözlerine çok fazla ya da çok az bir ağırlık verdim. Artık onların tesirinden ve yaşama alanım üzerindeki muhtemel yanıltıcı etkisinden geri çekildim. Böylece bir kere daha hayatıma başka bir şekilde başlamam gereken noktada duruyorum. Şimdi kendime sakin bir bakış ayarlayıp ciddi hareket etmeye başlayacağım; çünkü ancak bu şekilde, çocuğun ilk bilinçli eylemiyle kendisine "ben" demesi gibi, kendime daha derin bir anlamda "ben" diyebileceğim. 

    Fakat bunun için sabır gerekir, insan eker ekmez biçemez. Müritlerine üç yıl suskun durmalarını emreden, bu sürenin sonunda her şeyin yoluna gireceğini söyleyen filozofun yöntemini aklımda tutacağım. İnsan şölene şafakta değil güneş batımında başlar. Tinsel alemde de böyledir, ışığın parlayıp belirmesi ve güneşin bütün ihtişamıyla parlayıp çıkması için ilk önce biraz çalışmak gerekir. Her ne kadar Tanrının güneşi iyinin üstüne de kötünün üstüne doğurduğu, yağmuru haklının üzerine de haksızın üzerine de indirdiği söylense de tinsel alemde durum böyle değildir. Ve zarlar atıldı - bu yolun dönüşü yok artık! Bu yol kesinlikle mücadeleye götürür ama vazgeçmeyeceğim. Geçmiş için yas tutmayacağım - neden yas tutayım ki? Enerjiyle çalışacağım, o sırada daha da derine gittiğini unutup ne kadar gömüldüğünü hesaplamaya başlayan bataklığa saplanmış adam gibi yas tutarak zamanı boşa harcamayacağım. Keşfettiğim yol üzerinde hızla yol alacağım. Lut'un karısının yaptığı gibi dönüp ardıma bakmadan, yolumda karşıma çıkanları selamlayacak; fakat mücadelemizin yokuş yukarı olduğunu unutmayacağım."
    Sören Kierkegaard

    22 Nisan 2010 Perşembe

    Rahat Olamamak Üzerine

    Hayat bizi rahat olmamaya yönlendiriyor. Bu bir gerçek.

    En akla hayale sığmaz, adi ve çirkin eylemlerde bile hafife alınacak yönler görebilmek, hararetle savunduğumuz ya da kutsal saydığımız şeylere yapılacak saldırılara ağzımızda köpüklerle cevap vermemek ve uğruna köpek gibi uğraştığımız amaçlarımız başarıya ulaşmadığında "öeh neyse" diyebilmek bence oldukça cool. Cool olmak ise oldukça önemli, zira dış etkilerden ötürü mutsuz ve mutlu olacağımız zamanlar olacaktır. Fakat kişisel mutluluğumuz için kontrol edebileceğimiz tek faktör olan, olduğumuz kişiden kaynaklanan memnuniyetin anahtarı cool olmak.

    Sistem mi yapıyor bunu yoksa doğanın normal işleyişi mi bu bilmiyorum, ama her yerde egosu oldukça yüksek kişiler var. İnsanların, kişinin değerini, kişinin kendine verdiği değer ve kendini satışıyla ölçmesiyle alakalı bir durum bu sanırım. Lakin, bu götün tavanda olması durumu katiyen cool bir tutum değil. Bu insanlar tabiatlarından kaynaklanan bir yanlış anlama sebebiyle durumlarından katiyen memnun olamıyorlar. Kendi kafalarındaki dünya düzeni ile gerçekte işleyen düzen arasında derin farklar var ve ne zaman kendi kafalarındaki kusursuz düzenden sapmalar olsa Nihal'le fingirdeşen Behlül'ü gören Bihter gibi sinire kesiyor, yerlerinde duramıyorlar. Yanlışlık yapanın kendileri değil de dünya olduğuna karar veriyorlar. Küstahlığa bak! Halbüsü dünyanın işleyişinin onlarla uzaktan yakından alakası yok, kimse onları sinirlendirmek için özel bir çaba sarfetmiyor, kimse onları umursamıyor bile. Dünyadaki değerini ve değersizliğini(ya da geçiciliğini) görmek de cool olmanın gereklerinden biri. Hayatta önceden tasavvur etmediğimiz noktalara savrulabiliriz, ama bu hayatın bize diğerlerinden daha adaletsizce davrandığı ya da insanların bizi üzmek için fazladan çaba gösterdikleri manasına gelmiyor. Dünya bizim konvansiyonel adalet kurallarımıza göre işlemiyor, insanlar ise zaten topyekun bir mallar sürüsü.

    Bu yüzden, isteklerimizin gerçekleşmeyebileceği, inandıklarımızın doğru olmayabileceği ihtimallerini göz önünde bulundurarak, makul gayeler peşinde koşmalıyız.

    Örneğin bu sabah onu gördüğümden beri edindiğim amaçlardan biri bu.
     Gerçeğini bulamadığımdan temsili fotoğrafını gördüğünüz bu gıda tavukgöğsülü kazandibi.

    Eminim ki, tavukgöğsülü kazandibi yemeyi ciddi bir hedef olarak belirlemek diğer birçok insanın kendilerine amaç edindiği çok daha önemli görünen şeylerden daha saçma olmayacaktır. Dahası ise tavukgöğsülü kazandibinin muhtemelen çok daha ulaşılabilir, iddiasız ve mutluluk verici olduğu.

    29 Mart 2010 Pazartesi

    Hayatı Doğru Yaşamak Üzerine

    Lüksün varolması gereken yer banyodur bence. Masalar, koltuk takımları, tezgahlardan o kadar da etkilenmem; ama banyolarda pek çok etkileyici şey bulunabilir.

    Sözgelimi, bu kompakt sistem tabir edilen küvetli duşakabinimsi şey oldukça heyecan verici bence. Jakuzisi, ses sistemi ve bel destekli sırt masajı diye bir şeyi var.
    Bu da evde olmasını isteyebileceğimiz türden bir duş başlığı. Ben isterim. Duş başlığından gelen su tek bir noktaya değil tüm vücuda erişebiliyor.

    Bu kompakt sistem ve duş başlığına sahip olmak hayatımızdaki amaçlardan biri olabilir. Bunun için pek tabi ki paraya ihtiyaç duymaktayız. Ve fakat, hayalimizdeki banyoya erişmek için köpek gibi çalışıp, gerektiğinde gerekli mercilere gerekli sözleri söylemek yeterince iyi bir trade-off mu?(Kerem doğru yazdım mı :) Yoksa mütevazı bir sefilliğe kanaat edip daha fazla zaman ve kendi kendimizin efendisi olma özgürlüğüne sahip olmayı mı tercih etmeliyiz?

    Bu soruların doğru cevapları yok. Hayatı doğru yaşamak ya da hayatı başarmak umabileceğimiz bir şey değil.

    Hayatı yanlış yaşamak ise nispeten daha belirgin hatlarla açıklanabilir. Örneğin, kilo alarak balon gibi şişman biri olarak hayatımızı sürdürmemiz gerek sağlık sorunları açısından, gerek de toplumdaki yerimiz açısından olumlu sonuçlara yol açmayacaktır ve bu da aslında olabileceğimiz kadar mutlu bir insan olmamamızla sonuçlanabilir. Veya kolay olanı yapmak, toplumun alışkanlıklarına ayrı düşmekten çekindiğimiz için kendi isteklerimizden vazgeçmek de yanlış yaşamanın bir örneği olabilir belki.

    Ve fakat çelişkiye düştüğüm şöyle bir nokta var. Amacımız potansiyelimizi gerçekleştirmek mi olmalı yoksa rahat olmak mı?  Hepimiz rahat olup daha az çalışıp daha az tüketsek, ekonomi, teknoloji gelişmezdi. Dünyaya çarpacak göktaşlarına karşı savunma mekaznizmaları kuramazdık. Öte yandan insanlık, muhtemelen şu anki haline kıyasla çok daha fazla mutlu olurdu. Göktaşı hızla gezegenimize yaklaşırken sikimiz taşağımıza denk rahat rahat güneşin altında yayılıyor olurduk.

    Bu konular geriyor beni.

    26 Mart 2010 Cuma

    Körüklü otobüsün körüğünde yolculuk etmek oldukça eğlenceli.

    Ayrıca sürekli alt-orta sınıfa mensup öğrencilerin ağzına sıçılıyor ya. Ekonomik demokratiklik pek tabi siyasi demokratiklikten çok daha önemli. Now that this has been said, dünyadaki bütün problem insanların kendilerine çok fazla değer vermesinden ve buna bağlı olarak başına gelen her şeye anlam atfetmesinden kaynaklanıyor. 400-500 yıl öncesine kadar astroloji oldukça önem verilen bir bilimdi. Harry Potter kitabındaki centaur da astroloji dersi veriyordu gençlere. Astroloji eğlenceli. Cool ötesi Schopenhauer'in dediği gibi iradenin oyuncaklarıyız ve irade de hiçbir anlamı olmayan bir şey.

    Eurosport'ta eşli dans şampiyonası var ve kız çok taş. Hm, erkek de iyi, tam Asuş'un beğenisine uygun.

    Üniversite isimli kitabı okudum. Sayın dekan Henry Rosovsky'nin de dediği üzere lisans eğitiminde öğrenilen şeylerin içeriği o kadar da önemli olmayabilir. "Öğrenciler öğrendikleri bilgilerin birçoğunu unutacaklardır ve yeni gelişmeler bugün öğretilenlerin bir çoğunu geçersiz kılacaktır. Herhalde hepimiz aklın yararlarını ve değerini bilmenin eğitimli bir kişi için gerekli olduğunu kabul ederiz."
    ve de, "İnsanlar fırsat buldukça, hiçbir durumda karşı çıkılamayacak bilimsel kanıtlar yoksa, hatta bazen olsa bile, istediklerine inanırlar." Günümüzde bunu özellikle evrim teorisi konusunda görebiliyoruz. Halkımızın yarısı(ya da daha fazlası?) evrimin varlığını kabul etmiyor.
    Fikrimce bu husus insanın değerine karar verme aşamasında güzel bir ön test. 1500'lü yıllardan beri aklın önemi gittikçe artıyor ve günümüzde artık aklın egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ve fakat, transition state bitmiş değil tabi ki. Bir geçiş döneminde yaşamanın teorik olarak sakin bir dönemde yaşamaktan daha eğlenceli olacağı düşünülebilir.




    "Kadınlar kocalarının ve babalarının boyunduruğu altında yaşıyorlardı. Politikada ya da toplumsal yaşam içinde yerleri yoktu; ne mirasa ortak ne de para sahibi olabiliyorlardı. On üç on dört yaşlarında evlendiriliyorlardı, kocaları babaları tarafından, duygusal olarak kendilerine uygun olup olmadığı düşünülmeksizin seçiliyordu.
    Bu sayılanların hiçbiri Sokrates'in çağdaşlarını şaşırtıcı görünmezdi. Asklepyos için neden horoz kurban ettikleri ya da erdemli olmak için bir adamın neden ille de birini öldürmesi gerektiği sorulsa, kafaları karışır, öfkelenirlerdi. Bu soruları sormak onlara göre, neden kıştan sonra bahar geldiğini ya da buzun niçin soğuk olduğunu sormak kadar ahmakça idi.
    ...
    Toplumun baştan beri korkunç bir hata yapıyor olması, üstelik bu hatayı bir tek bizim farketmiş olmamız imkansız gibi gelir bize. Şüphelerimizi bastırıp sürüyü takip ederiz, çünkü kendimizi, o zamana kadar su yüzüne çıkmamış, kabul edilmesi zor hakikatleri bulup çıkartan bir önder olarak göremeyiz. "
    Antik Yunan toplumu düşünülerek yazılmış bu metin kolayca bizim toplumumuza veya diğer toplumlara uyarlanabilir. Old Testament'a inanan insanlar dünyanın 10000 yıl önce yaratıldığına inanıyorlarmış. İsa'ya inananlar İsa'nın tüm insanlığın günahlarının kefaretini ödemek için acı çektiğini ve günahlarla doğduklarını düşünüyorlar. İslam için de çeşitli örnekler bulunabilir. Toplum ortalama zekaya sahip bir insandan kat kat aptal olmasa bile asgari olarak o miktarda aptaldır.
    .
    Üniversitelerde aklın üstünlüğünü kabul etmeyen insanların olması fikri bana rahatsız edici geliyor. Dinin bireysel bir olgu olduğu söylenir; fakat durum asla bu değildir. İnsanların neye inandığı kimsenin yargılayabileceği bir konu olmamakla birlikte, toplumun işleyişinde aklın üstünde herhangi bir değer ya da inanışın bulunması düşünüleme.
    "I contend we are both atheists. I just believe in one fewer god than you do. When you understand when you dismiss all other possible gods, you will understand why I dismiss yours." Stephen F. Roberts
    "I am against religion because it teaches us to be satisfied with not understanding the world." Richard Dawkins

    Öte yandan siyasi düşüncelere sahip özelde öğrenci toplulukları, genelde ise her türlü topluluk partizanca davranışlara sahipler, kaba, taşkın, aptal ve mizah duygusundan yoksunlar. Hiçbiri hoş değil. Ateistler de semavi dinlere mensup kişilerin diğer yönünde fanatikçe davranışlara sahipler, bu da hoş olmasa gerek.

    Asutay hanım, son olarak blog yazmak cool da olabilir, olmayadabilir. Her zenci cool değil ama Snoop Dogg cool. Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum.

    11 Mart 2010 Perşembe

    Ankara'daki Ulaşım Ücretlerine İndirimin İptali ve bir yazı falan

    Selam sevgili halk!

    Oldukça yoruldum sevgili halk. Çünkü dersler var, antreman da var. Hayat yorucu takdir edersiniz ki, siz de bir miktar yoruluyorsunuzdur. Ama, yoruluyorum deyi üzülmeyin sevgili halk, özellikle de lüzumlu işler yapıyorsanız-ki yapıyor olduğunuzdan şüpheliyim-. Çünkü yaşamınızda ne kadar çok şey yaşarsanız, o kadar uzun yaşamışsınızdır demektir.

    Lakin siz tabi ki böyle şeylerle ilgilenmiyorsunuz, di mi canlarım :) Ekmek parası peşinde koşturup duraraktan bir yandan öldükten sonra cima edeceğiniz hurileri nurileri düşünüyorsunuz muhtemelen. Çok normal canlarım benim, ya ne düşüneceğnizdi, dünya gibi varolması tamamen lüzumsuz bir gezegenin lüzumsuz insanları arasında sahip olduğunuz ekstra lüzumsuzluğu mu? E, tabi hayır kuzucuklarım. Özellikle de siz sevgili Ankara halkı. Sevgili pıtırcıklar, ne güzel pıtır pıtır konuşuyordunuz dolmuş şöförleriyle "Ay siz de mağdur oluyorsunuz, inşallah bir çözüm olur." diyerekten. Ne güzel oldu bakın, 1.85 oldu dolmuş fiyatları tekrar. Topluca sikilmeye devam edeceğiz, oh oh ne mutlu. Ben Ankaralıyım biliyor musunuz sevgili insanlar? Sever idim Ankara'yı. Şu sırada tiksinmeye başladım. Dünyadaki milyarlarca embesilden daha aptal olabilmeniz bir yana, çok da zevksizsiniz tontiş halkım. Düşünüyor kişi, ya bari daha sofistike insanlar sikseydi bizleri deyi.

    Şey, ama iyi bir haberim var. Haziranda büyük halk konseri ve sirk olacakmış, hem de size bedava. Türlü çileler çekerek hayatta kalmayı başaran, ama yaşamayan siz duyguları, düşünceleri, korkuları primitif mi primitif olup maymunla aynı soydan gelme düşüncesine şiddetle karşı çıkan sizlere. Oh oh iyisiniz yine Ferhat Göçer'i Ebru Gündeş'i izlersiniz :)

    Hım, neyse böyle olacağı belliydi. Rant oldukça büyük sonuçta. "Sıkıntıdan" kurtulmuş dolmuşçular. Sanırım bireysel olmayanlar arasında taraf olabileceğim tek konu M.G.'e karşı olmak.

    Mahinur Hoca'ya buradan öpücüklerimi gönderiyorum. Ay dünyalar tatlısı bir kadın, bayıldım. Kendisi bize kara delikleri anlatırken "Ay çocuklar ben şimdi yolda yürürken kolamı -çünkü yolda ben kolayla yürürüm genelde- kara deliğe atsam anında yutuverir kara delik onu." diye anlatan bir insan. Ama kuvasarlar da varmış tabi.

    Kürekte tam bıkma noktasına geldim, sezonun en zor noktası burası sanırım. Boku çıktı.

    Öhöm, ondan sonra okuduğum yazarlar arasında en cool bulduklarımdan biri kesinlikle Schopenhauer, buna karar verdim. Cioran ise dallama, buna da karar verdim.

    Schopenhauer diyordu, insanların küstahlığı, insanlar kocaman gök cisimlerinin, bit kadar insanların hayatlarına herhangi bir şekilde etki edeceğini düşünüyorlar falan. Cioran da insanların öldükten sonra yok olmalarının olanaksız olduğunu düşünecek kadar küstah olduklarını söylüyordu.

    İnsan vücudundaki hidrojenler falan 14 milyar yaşında falanmış ya. Eski diil mi ki o?

    Şöyle bir yazı yazmışım yakın tarihlerden birinde:

    "Mutsuz değilim, fakat eskisi kadar mutlu da sayılmam kesinlikle. Çünkü insan yaşlandıkça ufku genişliyor ve dert edeceği şeylerin sayısı artıyor. Diğer bir neden de mutluluğun, insanın bulunduğu yerle yetinmesiyle alakalı bir olgu olması. Ve fakat, mealesef toplum ve doğanın dinamikleri insanın mutluluk arayışıyla tam bir çakışma halinde ve bu bulunduğumuz yerle yetine durumuna izin vermiyor. Geleceği dert ettiğimizden ve daha çok beyaz eşya ve kanepe alacak paramız olabilmesi için kapasitemizi sınırlarına kadar zorlamaya şartlandırılıyoruz. Maksimum verimle çalışmak için motivasyona ihtiyacımız var ve bu da maksimum verimle çalışmayı 'istememiz' anlamına geliyor. Bu isteğin spesifik olarak, o bilgiyi öğrenme ya da o işi daha iyi yapma isteği olarak ortaya çıkması çok ender. Motivasyonumuzun ana kaynağı daha zengin ve buna bağlı olarak daha mutlu, güçlü, vs. olmak oluyor. Parayı arzulamaya şartlanıyoruz, ya da gücü, saygınlığı vs. Fakat temelde o işi yapma arzusuna sahip değiliz. Bu bir problem pek tabi. Daha da önemlisi, arzular beklentileri, endişeyi doğuruyor ve mutluluk kayboluyor. Arzuların amk. İşimizde başarılı oldukça edindiğimiz his, mutluluktan ziyade, üzerine çıkmayı başardığımız kitlenin büyüklüğü ölçüsünde bir tatminden başka bir şey değil. Ne kadar üzücü. Güneşin ve ayın altında bir şeyler okuyup yazsak, müzik dinlesek, birbirimize dostça gülümsemelerle yaklaşsak ve kasmayabilsek keşke."

    Asutay yazı yaz lan! Kerem blog nerde !?

    26 Şubat 2010 Cuma

    8. dönem

    Malumunuz okullar başladı. Üniversiteler de başladı. Birbirinden azgın, hormon patlamaları içindeki taşkın, kaba, zevksiz ve iğrenç genç insanlar yine işgal etti okulu. Kampüsteki restoranları işgal edip "Abi şu dersi ekleyemedim. Şunu ekledim. Caz tarihinde de saat 7'den gece 1'e kadar sürekli register'a bastım, bir anda çat diye eklendi. Hah hah hay." şeklinde muhabbetler döndürüyorlar. "Abi şu kızın götü, bu kızın bacağı." şeklinde seviyesiz lakırdılar da ediyorlar.(Ben ediyorum)

    İnsanlığı sevmek ve bireylere tek tek değer vermek ne kadar doğalsa bu yığınlardan da ne kadar tiksinsen o kadar doğal. Bu gençler ne kadar aptallarsa götleri o kadar tavana vuruyor. Bir kısmı "Nolcak abi ya rahat olalım." tribinde tuzu kurulardanken diğerleri de çirkefliği ve sinsiliği vazgeçilmez erdemler olarak benimsemişler. Hepsinin amk.

    Şimdi, bu tatlı ortamda benim en büyük problemim tanıdığım ama arkadaşım olmayan insanlarla selamlaşma problemi. Samimi olarak söylemeliyim ki, çok fazla geriliyorum. Selamlaşma sonucu ise kendimi kötü hissediyorum, bu kötü hissetme durumunu bir süre atamıyorum üzerimden. Yaşam sürem azalıyor sanki stresten.

    Beşinci yılımdayım artık okulda. Bir sürü insan var bir şekilde tanıdığım ya da simasına aşina olduğum. Aşırı arkadaş edinme heveslisi biri de olmadığımdan çoğuyla uzun süredir muhabbet etmişliğim olmuyor.

    Beni yoran şey bu gri çizgiler. Hangi kişilere uzaktan selam vermeliyim? Hangi kişilere merhaba demeliyim ve hangileriyle durup konuşmalıyım? Ya da lan bununla selamlaşmalarımızın zaman aşımı geldi de artık tanımazdan gelme aşamasına mı geçsem?

    Ya da bölümde sürekli görüyorsun birini. Her gördüğünde selam versen iyice boku çıkacak. Ama yanından geçip gitsen de ayıp olmaz mı ki aceba?

    Pöh cumartesi günkü testimi heyecanla bekler, herkese mutlu utopialarda yaşamaları dileğimi dilerim.

    25 Ocak 2010 Pazartesi

    Öeh

    Eah finaller bitti. Son bir sunum kalmıştı, onu da bu saate kadar hazırladım işte. Birkaç saat sonra sunarsam hayırlısıyla akpak bir şekilde dönemi tamamlamış olacağım. Hayvanlar gibi antreman yapabileceğim hem de, ne güzel.
    J. Lo'nun son klibi ne kadar da göz yoruyor. Timbaland'la Soshy ne çok çaldı, daha önce de Riyanna çalıyordu mütemadiyen, hala da çalıyor sanırım. Kötü değil neyse.

    Kayıp Zamanın İzinde serisinin ilk kitabını aldım. Hoba. 22 lira verdim. Zuba. Ama olsun, iyi oldu yine. Tayyip Erdoğan yakışıklı ve uzun boylu.

    Deterjanda köpük bulunmasının hiç lüzumu yokmuş aslında, hatta zarar bile verebiliyormuş. Müşteri beğensin diye koyayorlarmış foaming agent sanırsam.

    Bir kişinin nasıl güldüğünden edebini, neye güldüğünden aklını anlarım. - Mevlana
    Mevlana bi fuck off face off. -Anonymous

    Ya şimdi yazıyorum böyle, çünkü bişeylerle oyalanmam lazım. Uyuyamayacak kadar az zamanım var, ama anlamlı bir şey yapmama yeterli gelecek çoklukta da değil bu zaman.

    Bu LES'in falan dershanesine neyin gidiyormuş millet sanırımç. Gerek var mı ki? Yoktur bence ya.

    Bu dönem anır ya da hay anır olsam ne güzel olcak. Olsam.
    öeuhdad gidiyorum ben.

    9 Ocak 2010 Cumartesi

    Yıl Sonu Değerlendirmesi

    Sevgili Blog,

    Görüşmeyeli nasılsın? Özledim seni doğrusu, canım benim. Daha çok yazmak isterim, lakin doğru zaman doğru platform bulma hususunda sıkıntılar yaşıyorum.

    Gerçi yılbaşı olalı nereden baksan dokuz gün oldu ve fakat geçen yılın bir muhasebesini yapmak ateşiyle yanıyorum hala.

    Süper bir yıl oldu. Bir kere sene başındaki ben ile sene sonundaki ben arasında nereden baksan hatırı sayılır bir fark var amk. Bu da en önemli ölçüt olsa gerek.

    Sene başı mal mal takıldım açıkçası. Arda'yla beraber hiçbir şey yapmama eylemini ifa ettim. Şunu söylemeliyim, hiçbir şey yapmamak oldukça yorucu bir iş. Öyle ki, ne ders çalışmaya ne antreman yapmaya ne de kitap okumaya iki dakika vaktim olmadı Eh, itiraf edeyim, o kadar da sıkılmadım. Eğlenceliydi ve fakat şu an geriye baktığımda çarçur edilmiş bir 5-6 aydan başka birşey görmüyorum.

    Pek tabi ki, yaşanması gereken şeylermiş bunlar da bebeğim.

    Sonra Almanya'ya gittim. Almanya'da hiç mala vuramadım. Bence oldukça önemli bir ayrıntı bu. NE AYRINTISI LAN HATTA? Hele ki Ozan'ın iki ayda 15-16 ayrı kızla cima ettiği günümüz dünyasında ziyadesiyle utanıyorum kendimden. Bir torba da kondom götürmüştüm halbüsü, malum Almanya pahalı ülke heuheuh.

    Öhöm bu bahsi kapatayım. Almanya benim için önemli bir deneyim oldu. Çokça kendimle başbaşaydım. Şimdiki aklım olsa İngilizce eğitim veren bir üniversiteye giderdim, geceleri hiç dışarı çıkmazdım. Ders çalışır ve kürek çekerdim.

    Aklımın başıma erişmesinin mütemadiyen retarded bir süreç olması ne kadar da üzücü. Gerek ÖSS'ye gerekse üniversitedeki derslerime yeterince çalışmadığımı ancak yeni yeni kabul etmeyi başardım. Aslında aklım var da çalışmıyorum demek ne kadar acınası. Hem başarılı olmayı bu kadar isteyip hem de bunun için hiç çalışmamış olmak ne kadar aptalca.

    Kendimi, o kadar da suçlamıyorum. Elimden geleni yapıyorum, kendime hiç ihanet etmediğimi düşünüyorum. O yüzden güzel.

    Almanya'da kalmam, tüm etkilerden uzak kalmam açısından ziyadesiyle yararlı oldu. Muazzam akademik başarısızlığım ise hoş olmadı pek. Böyle konuşurkene room raiders'ta gibi hissettim kendimi eheh. Odada bulduğum g-string'leri beğendim, dibini iyi dövdürdüğünü gösteriyor; ama pegging aparatını sevmedim, dövdürmeyi sevdiğin kadar dövmeyi de sevdiğini gösteriyor.

    Ağustos sonrası ise altın zamanlarım oldu.



    Kürek çektim! Hem de iyi antreman yapıyorum hoba.

    Ders çalışıyorum! Oh yeah man.

    Kitap okumaya başladım tekrardan.

    Gazete okumayı bıraktım. Okuduğum zaman da Kelebek, Cadde falan okuyorum ehe.

    Saçma bir süperlikte ilerleyen bir ilişkim var.



    Yeni yılın daha da farklı süperliklere gebe olmasını, bir sürü acayip güzel şey olmasını, analı diliyorum.