4 Mayıs 2009 Pazartesi

Atatürk'le İlgili Oldukça Uzun Görüşlerim

Tarih kitabı gibi yazdım. İstemeden oldu, kusura bakmayın. Ben olsam okumam bu kadar uzun yazıyı, ama bu kadar yazdıktan sonra da, “o kadar yazdım” düşüncesiyle yazıyı bloga ekliyorum. Bir not daha belirtmek gerekirse evet, Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya kitabını okudum bu yazıyı yazmadan önce ve başlıca referansım o oldu. Tek bir referans kaynağına sahip olmak hoş olmasa da içime sinmeyen bir alıntı ya da özümsemiş olmadığım bir düşünceye yer vermedim..

Ülke gündemini çok büyük bir heyecanla takip ediyor değilim. Yine de ilgili kalmaya gayret gösteriyorum. Oldukça fazla şey okudum bu aralar asosyallik durumumunda etkisiyle. Tesadüf müdür bilmiyorum, ama okuduğum şeylerin çoğunluğunun kıyısında köşesinde de olsa Atatürk’ün şahsına veya eserlerine bir tenkit seziyordum.

Aklımda hala var bu sorgulamaların ve eleştirilerin(eleştiri denebilirse) bir çoğu. Neler yok ki?

- Solcu muydu değil miydi?(Halk Partisi solcu muydu sorusu da paket halinde geliyor. Hatta bazı kimseler Halk Partisinin sol bir parti olduğunu akıldan geçirmenin bile ahmaklık olduğunu iddia etmekte.)
- Emperyalist miydi, yoksa anti-emperyalist mi?
- Savaşta önemli bir zaferi olmamış.
- Kürt sorununa bir çözüm üretememiş.
- Mustafa Kemal’in raf ömrü 70 yılmış.
- Eserinde başarısız olmuş.
- Diktatörmüş.

Böyle gider bu liste. Radikal solcusu onu sağcı olmakla suçlar, muhafazakarı komünist olmakla. Gerizekalı 21. Yüzyıl Hümanisti liberal solcular takımı(Başka bir deyişle yükselen değerlerimiz) da diktatörlükle.[Bu arada bu liberal socular için bulunabilecek en güzel benzetmeyi buldum. Onu da sıkıştırıyım araya. Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde bir gezegenin halkı bir punduna getirip gezegendeki tüm kuaförleri, insan kaynakları personelini falan fezaya gönderiyorlardı ya bir gemiyle. Bu liberal solcular takımı da o gemiye konan ilk topluluk olurdu bence eheh. Gemidekiler, daha sonra vardıkları gezegende[Dünya] hayatta kalmayı başaramıyorlardı hatta hihi:)] Kaan’ın her tartışmada bahsettiği Paradigma’nın Çöküşü isimli kitabı da 40 sayfa kadar okudum. Bu 40 sayfalık bölümde bana bilmediğim hiçbir şey söylemediği, üzerine bu söylediklerini oldukça düşmanca bir üslupla söylediği için kitabı okumayı bitirmeden bu yazıyı yazmakta bir beis görmüyorum. [“Milli Mücadele Anti-Emperyalist bir hareket değildi.” ya da “Yani 7 düvele karşı zafer kazanmamız palavra!” vs. Tamamını okuduktan sonra o kitabın da bir eleştirisini yapmak isterim.]

Atatürk devrimleri ve politikalarının tam bir başarıya ulaşmış olduğundan bahsetmek pek tabi ki mümkün değil. Ama onun başardığı şeyleri küçümsemek de cahilden ve artniyetliden başkasının yapacağı bir iş değil.

Bu başarıyı anlatabilmek için 1. Dünya Savaşı Türkiye’sindeki manzaradan bahsetmek istiyorum.

Savaş sonrası varolan memleket topraklarının neredeyse yarısı kaybedilmiş, dahası üzerinde de işgal planları yapılmaktaydı. Doğuda büyük bir Ermeni devleti, Batıda ise İstanbul’u da içine alacak şekilde büyük Yunanistan kurulmak isteniyordu. Anadolu’nun %40’ından fazlası yabancı uyruklulardan oluşmaktaydı ve Türk milliyetçileri, vatansız bir millet haline gelmekten korkuyordu. Türk milliyetçiliği de bir avuç insanın savunduğu bir konuydu, pek taraftarı yoktu. Aslına bakılırsa Anadolu Türklüğünün uzun vadede asimile olup yok olması ihtimali bile vardı sanırım. Halide Edip Adıvar, İsmet İnönü gibi isimler bile İngiliz ve Fransızların elinde küçük küçük parçalara bölünmektense, tek parça halinde ABD mandası altına girmek için uğraşmanın en iyi seçenek olduğunu düşünüyorlardı(ki bunun için de ABD’ye onların himayesi altına girmek için yalvarmak gerekmekteydi.) Öte yandan, Tanzimat dönemiyle birlikte batılılaşma hareketi başlamış olsa da şeriat hala tüm gücüyle ayaktaydı. Şeriat kurallarından bağımsız bir anayasa düşünülemiyordu. Kadın sokakta yürüyemez, peçesi tam olarak kapalı olmalı. Hür düşünce diye bir şey yoktu vs. vs. Diye gidiyor, okulda da öğrenmiştik bunları, ki bugünkü İran’ın aşağı yukarı aynısı sanırım. Sarayda kaşık çatala bile dokunamayacak kadar fobiklermiş yav günah olur deyi. Batılılaşma hareketlerinin uygulanmış olduğu İstanbul’da durum böyle iken bu hareketlerin varlığını bile duymamış Anadolu’daki durumu tahmin edersiniz.

Durum böyleyken tamamen sıfırdan bir meclis oluşturulmuştur. Mebusları irticacı Türk milliyetçileri, irticacı Osmanlıcılar, İttihatçiler, sadece irticacılar, nüfuz peşinde koşanlardan oluşmaktadır. Büyük çoğunluğunun ortak noktası Mustafa Kemal’in birinci adam olmasını istememeleridir. Yine de Mustafa Kemal, Anafartalar Kahramanından mahrum kalma lüksüne sahip olmayan mecliste birinci adam olmayı bilmiştir.

Paradigmanın Çöküşü’nden bir alıntı: “…Türk-Yunan savaşı abartıldığı kadar önemli bir savaş değildi.” Her ne kadar Fikret Bey Türklerin kazandığı muharebelerin sebebinin İngilizlerin Yunanlara yaptığı yardımı geri çekmesi olduğunu iddia etse de, benim bildiğim kadarıyla İngilizler son ana kadar Yunanlara mühimmat ve para yardımı yapmışlardır. Beyefendi Türk-Yunan savaşının neden önemli olmadığını düşünüyor anlamadım. Bu savaş kazanılmamış olsaydı bugünkü sınırlarımız ihtimalle Eskişehir veya Ankara’dan başlıyor olacaktı. Burada Mustafa Kemal’in büyük savaş kazanmamış olduğu iddialarının da yanıtı vardır. Gerek Sakarya, gerekse Büyük Taarruz’da düşman kuvvetleri teçhizat ve sayı bakımından üstün konumdadır. Büyük savaş başka daha nasıl bir anlamda olabilir ki? 300 Spartalı falan gibi bir şey mi? Çanakkale Savaşı var o zaman.

“Solcu değildi, hiç alakası yoktu.” babında yazılar okumuştum.

Bu önermenin geçerliliği solculuktan ne anlaşıldığına bağlı. Solculuk, komünizm, sosyalizm ise, hayır, Atatürk solcu değildi. Ama solculuk, düzendeki değişim hareketleri anlamına geliyorsa, Mustafa Kemal, o dönemdeki en azılı solcunun bile tasavvur edemeyeceği kadar vizyonu geniş bir solcudur.

Atatürk ülkedeki gericilik meselesi çözülmeden refah sahibi milletlerin seviyesine ulaşmayacağımızı ve bunun için batılılaşma hareketleri yapılması gerektiğini düşünüyordu.

Bunun için de, mecliste oldukça az sayıda kişi dışında hiç kimse tarafından desteklenmeyen devrimleri doğru zamanı seçerek yapmayı başardı.[cumhuriyetin ilanı, halifelik, saltanat, medeni kanun vs.]

Mustafa Kemal’in batılılaşma düşüncesinde şu önemlidir: Bu garpçılık anlayışında batı taklitçiliği ya da özentiliği yoktu. Batılılık, kendi vatanımıza batı medeniyetlerinin kendi ülkelerine verdiği kadar değer vermek, ülkemizin batı ülkeleriyle eşit statüde olduğunu onlara kabul ettirmek, ilim ve aklın yolunda gitmekti. Milliyetçiliği ırkçı değildi. Türk milliyetçisi değil, Türkiye milliyetçisiydi.

Tüm bu keskin değişikliğin tek sebebi odur. Yapılanlara, meclis, halk; ilerici, gerici neredeyse tüm aydınlar karşıdır. Şöyle bir enstantane var hatta: “İlk yapılan işlerden biri, İstanbul tramvayları ile vapurlarındaki perdelerin kaldırılması olmuştur. Gariptir, o sırada pek aydın ve ileri bir İstanbul hanımı ile, Halide Edip'le (Adıvar) konuşuyordum. Hanım, Ankara aleyhindeki cepheye katılmıştı: Bana: - Hem efendim bizim peçelerimize, perdelerimize ne karışıyorsunuz? demişti.” Aydınlarımızın günümüzdeki durumu da o kadar farklı sayılmaz değil mi?

Türkçe ezan reformunu yapmıştır. Ömrü yetse Türkçe ibadet reformunu da yapacaktı. Bir de bazıları diyor, efenim kişiler önemli değildir, neden-sonuç döngüsü olayların öyle işlemesi durumunu gerektirdiyse olaylar öyle işler. Bu reformlar düşünürken, onun yerinde başka biri olmuş olsaydı olacak olanları düşünelim o zaman. Şüphesiz ki meclisteki ideolojilerin bir ortalamasına sahip bir kişi bu reformların hiçbirini yapmayacak, anayasa şeriat kanunlarına tabi olacak, üzerine bu şahıs mecliste büyük desteğe sahip olacaktı. O değil de herhangi biri reisicumhur olsaydı, şu anki durumumuzu hayal edecek konumda bile olmazdık bana kalırsa. Türkiye eninde sonunda batılılaşma yolunda ilerleyecekti, orası doğru. Ama “Ne durumda olacaktı, ne hızla olacaktı, sanayileşme durumu ne olacaktı?” gibi birçok sorunun cevabı şimdikinden çok daha olumsuz olacağı aşikar. Kaldı ki madem tarihin böyle ilerlemesi kaçınılmazdı, o zaman neden hala bir rejim savaşının ortasında Türkiye?

Şimdi de şu “Milli Mücadele anti-emperyalist bir hareket değildir.” hedesine geleyim. Mesele yine bir algı farkından ibaret.[Benim için en azından] Evet, yeni kurulan cumhuriyetimizin emperyalizm kavramına karşı hususi bir meselesi olmamıştır. Lakin, emperyalizmin nesnesi olmayı reddetmiştir. Batılı devletlerin elindeki bilimum girişimi millileştirmiş, sermayeyi Türkleştirmiştir. Bana kalırsa, yapılmış olanlar emperyalizmin öznesi olamayacak kuvvette bir ülke için pekala da anti-emperyalizmden başka bir şey ifade etmiyor. Ayrıca hangi ülke emperyalist değil ki birader ya di mi?

Diktatördü lafına ise ya ne olacağıdı tarrağım diye yanıt vermek isterim. Ay, İstiklal mahkemelerinde bilmem ne kadar insan ölmüş diye bir argüman ancak 21. yüzyıl hümanisti diye tanımladığım insanların aptalca zihniyeti olabilir. Mustafa Kemal’in idaresi dikte şeklinde olmuş olsa da, her hareketi demokratik, özgürlükçü bir batılı topluma ulaşmak adına olmuştur.

Atatürk’ün zayıf yönleri de vardı tabi. Zira insan kendisi.

Hım, örneğin ticaret, çiftçilik gibi işlerden zerre anlamazmış. Yaptırdığı çiftliğinde her şey kurumuş solmuş mu ne, birşeyler olmuş. Henüz subayken, artırdığı azıcık paraya dolandırıcılara kaptırmış.

Ondan sonra, hususi yaşamında özellikle kadınlara karşı çok da batılı anlayışında sayılmazmış efenim.

Davasında yanında olduğundan emin olduğu arkadaşlarına birçok konuda taviz verirmiş.[Menfaat meseleleriyle alakalı olarak sanırım]

Kürt sorunu için tatmin edici bir çözüm bulamamıştır, evet. Kürt azınlığının varlığı Türk-ulus devleti projesinde bir arıza.

Son olarak, cumhuriyetin bekçisi olacak nesiller yeterince çoklukla yetiştirilememiş, devrimler halk arasında tam manasıyla sindirilememiş. Atatürk Cumhuriyetinin en büyük başarısızlığı da bu sayılabilir bence.

Tabi kendisi, bir ideolojiye sahip olmamak, iktisat, şehircilik gibi konularda hiçbir şey bilmemekle de suçlanabilir. Suçlanıyor da. Bu suçlamaların sebebi kendisinin insanüstü bir varlık, bir simge olarak Hz. Muhammed’in yanına koyulmuş olması olsa gerek. Bu da gerçekleşmesi beklenecek bir dinamik sanırım.

İnsan olan Atatürk zaafları ve güçleriyle, içinde bulunmuş olduğu şartlarla tamamen anlatılsa şu an sevildiğinden çok daha fazla sevileceği, ne kadar büyük ve sıradışı biri olduğunun daha iyi idrak edileceği şüphe götürmez.

Aydınlar, basın, meclis, en yakınları bile onun düşüncelerine şu ya da bu sebeple bazen içten içe, bazen aleni olarak her zaman muhalif olmuşlardır. Ama halkın her kesimi(Belki Kürtler dışındadır bilmiyorum) ona her zaman büyük bir sevgiyle yaklaşmıştır. O da sık sık onların arasına karışıp onlarla beraber eğlenmiştir. Mustafa Kemal iyi yaşamayı seven bir insan olmuştur. Günümüz politikacıları gibi büyük kitlelere hitap etmek için düşük iq siyaseti yapmak yerine halkı kendi seviyesine çıkarmaya uğraşmıştır hep. Siyasette de izlenmesi gereken politika bu olabilir sol partiler için gibi sanki. Önce halkın hiçbir kesimine yabancılaşmamayı, onlar tarafından sevilmeyi başarmak. Sonra da inanılan doğrulardan taviz vermeden bunları millete anlatmayı başarmak. En keskin inklaplarında bile halkın desteği Mustafa Kemal’in arkasında olmuştur.(Yobaz ayaklanma vs. Neglected)

İyi yaşamayı severdi dedim de, şu anekdotu da not almışım. Kelimesi kelimesine olmayabilir ama. Paşa İzmir’i Yunanlardan teslim alıyore, sonra bişey oteline[insert çok ünlü otel ismi, unuttum] geliyore. Garsonla aralarında şöyle bir konuşma oluyor.

- Kral Kostantin hiç bu otele gelip de bir kadeh rakı içti mi?
- Hayır paşa efendimiz!
- O zaman ne demeye İzmir’i işgal etmiş?

Bu yazıyı yazma isteğim İnce Memed 4 kitabının arkasındaki yorumlardan biri üzerine kabardı aslında.[Bu arada İnce Memed’in de eleştirisini yazmak isterim bir ara, o kadar da beğenmedim açıkçası.] O da şöyleydi:
“Türk halkının 1950 yılında, çeyrek yüzyıllık bir siyasal iktidarı niçin değiştirdiğini anlamak için bence İnce Memed 4’ü, bu, resmi tarihin dışında yazılmış romanı okumak yeter.”
Fethi Naci, Bir Romancı: Yaşar Kemal


Yazıyı buraya kopye ederken bile sinirlendim. Fethi Naci’nin kim olduğunu bilmiyorum doğrusu. Bu benim cahilliğimdir belki. Ama bu beyefendinin dediklerine cehalet bile diyemiyorum. Şaka gibi ya. Evet, Demokrat Parti gelmiştir ve milleti irtica bahanesiyle masum dindar insanlarımıza zulmeden adı Halk Partisi sanı dinsiz partisi olan ahlaksızlardan kurtarmıştır . Bak, orası doğru işte.

DP, Ağaların köylüler üzerindeki iktidarına son vermiştir di mi? İktidar nüfuzunu maddiyata çevirmek isteyenleri bertaraf etmiş, politikayla ticareti karıştırmamıştır.

Aa, yoksa tam tersi mi olmuştu lan? Hatırlayamadım şimdi. Her neyse..

Hele Atatürk de sağ değilken Halk Partisi’nin irticacılar ve ağalar partisine yenilmesinden başka bir ihtimal söz konusu değildi zaten. Atatürk sağ iken bile irticacıların teşkilatlanmasına olanak verilecek bir seçimde CHP’nin kazanması oldukça şüpheli idi. İlk cumhuriyetin en sağlam vakitlerinde bile, çoğu kişi cumhuriyet rejiminin hayatını Atatürk’ün ömrüyle bir tutuyordu.

Cumhuriyet döneminin en büyük şanssızlıklarından ilki Atatürk vizyonunda, zihniyetinde bir başka kimse bulunmamasıydı. Hatta cumhuriyet kurulmazdan evvel mecliste gerici olsun, ilerici olsun bir miktar entelektüel birikimi olan insan bulmak bile oldukça güçtü.

İkincisi ise kendisinin bir on yıl daha yaşamamış olmasıdır.

Mustafa Kemal tüm yoklukların ve muhalefetin arasında tek başına Kurtuluş Harbini kazanmış, çevresindeki insanların muhalefetleri ya da basiretsizliklerine karşın devrimleri yapmayı başarmıştır. Tam bağımsız bir ulus devlet yaratmayı başarmıştır.[O zamanlar tam bağımsızmış en azından.]
Falih Rıfkı Atay şöyle yazmış: “Onun partisine, tek parti adını verenler yanılmaktadırlar. Halk Partisi en koyu gericilikten en ileri fikre kadar bütün eğilimleri, itiraz edilemez bir prensipler disiplini içinde dizginlemeye çalışan bir karma parti idi. Bu karma-parti içinde bizler yabancı idik ve yadırganırdık.”

O mecliste halkın her kesiminden insan olmasa, tüm meclis tek bir ses olsaydı belki yapılmış olanlardan daha fazlası yapılırdı. Ama o zaman, irticacı ve menfaatçi takımının rejime karşı kini o kadar büyük ve aleni olurdu ki, iktidarı almayı başardıkları ilk anda(ki eninde sonunda olacaktı bu) şimdiki rejimi alttan alta oyma hareketlerinin aksine Cumhuriyet rejimi hiç varolmamışçasına yok edilirdi.

Sanırım günümüz kemalistliğinin en büyük başarısı, kendilerinin Mustafa Kemal’in trademark ideolojisi olduklarına insanları inandırmış olmalarıdır. Kemalizm için Atatürk bir simgeden başka birşey değildir. Kemalizm Atatürk zihniyetiyle uzaktan yakından alakalı olmadığı gibi, bazı yerlerde Atatürkçü düşünceyi kısıtlamıştır bile. O bir ideoloji adamı değil, aksiyon adamıydı. Baskın bir ideolojiye falan sahip değildi, aklın, bilimsel düşüncenin üstünlüğüne inanırdı.[Ki bu inanç günümüzde hiçbir politika odağının sahip olduğu bir şey değil] Ama, tabi ki neden-sonuç ilişkisi farklı yönde işleyemezdi. İrticaya karşı durmak isteyenlerin halkın da takip edebileceği bir simgeye ihtiyacı vardı.

Bugünkü rejim savaşının, Atatürk’e karşı eleştiri, sorgulama hatta hakaret trendinin aslında Mustafa Kemal’in şahsı ile zerre alakası yoktur. Karşıt ideolojiyi yıkmak için onun simgesini yıkmak gerektiğini bilenler bu simgeye saldırmaktadır. Ne yazık ki, kendisiyle alakası olmayan bu savaşta yıpratılan onun şahsı olmakta.

Uzun ve karışık bir yazı oldu sanırım. Ama sırf kendi keyfim için yazdığım ve başkalarının okuması şahsıma o kadar da büyük bir motivasyon kaynağı yaratmadığı için[Okumuşsanız ne mutlu tabi] çok fazla düzeltmeye ya da kısaltmaya kasmayacağım.

Son cümle yine Falih Rıfkı Atay’dan:
“Atatürk ‘bir Nehr-i muazzam gibi cuş etti, fakat çorak yerde akıp gitti.’ “

8 yorum:

kaan dedi ki...

hocam güzel eleştiriler var, ama mesela sıfırdan bir meclis kuruldu demişsin.çok yanlış.meclis(meclisi mebusan) ve partiler zaten vardı.zaten ittihatçıların darbesinden sonra padişah imza makamına dönüştü.paradigmanın iflası'ndan yaptığın alıntı da çok sönük.eğer kitabı okuduysan "kurtuluş savaşı"nın bir milli mücadele olmadığından bahseder.çünkü resmi tarihin 1919'dan başlattığı savaşın öncesi var.yani 1.emperyalist paylaşım savaşı.o zaman 2. savaş'ta almanya, fransa'yı işgal edince, fransa bir "anti emperyalist kurtuluş savaşı" vermiştir mi diyeceğiz?milli mücadele için cezayir'e, endonezya'ya vb. bakmak gerekir.tabi bir de kürt sorununa.yine diktatördür demişsin; ama bunu kabul etmez ulusalcılar, kemalistler, vb...son olarak şu yazıyı da okumanı tavsiye ediyorum:

http://www.ozguruniversite.org/baskaya_siyasi_kultur.php

kaan dedi ki...

yav şu dp ve chp karşılaştırman da biraz komik.dp, serbest fırka yada akp fikret hoca'nın da dediği gibi taşeron partilerdir.adnan menderes meclise chp'den giren bir toprak ağasıdır.devletin izniyle dp kurulmuştur.yani chp süper-über ilerici de dp gerici filan değil.ikisi de aynı.

Buğra dedi ki...

Sıfırdan bir parti kuruldu demişim. Neresi çok yanlış anlamadım. Partiler vardı, tamam da kurulan parti yoktu. İlk kurulan mecliste doğru dürüst ittihatçı falan yokmuş ki. Ayrıca padişahın imza makamına dönüşmesi biraz küçümseyici bir yaklaşım. 1. Dünya Savaşı öncesi için doğru olabilir, ama 1. Dünya Savaşı'ndan sonra İttihatçıların hiçbir yaptırım hakkı kalmamıştı.

Çok fazla bir yorum yapmak istemiyorum aslında. Ama Osmanlı ile Türkiye farklı şeylerdir. Osmanlı'da Türk milliyetçiliği diye birşey katiyen yoktu. Ekonomide Türklerin zerre söz hakkı yoktu. Diğer ülkelerin izni olmadan tren rayı döşememiz ya da fabrika kurabilmemiz söz konusu değildi. Yazdığım gibi Türk milleti vatansız kalma ve asimile olmanın eşiğindeydi. Kurtuluş savaşı işte. Koyıyım resmi tarihe üf.

DP ile CHP aynıdır yorumuna ise hiçbir şey söyleyemiyorum. Nutkum tutuluyor.

Peki..

kaan dedi ki...

"Yazdığım gibi Türk milleti vatansız kalma ve asimile olmanın eşiğindeydi"

valla şu yorumunu okuyunca beyin yıkayan resmi tarihimizin başarısıyla gurur duymak gerek!ne diyelim "vatan sağolsun".neyzen tevfik'in şiirindeki gibi "o olmasaydı yine anandan çıkardın ama babanı bilemezdin".yazık

Unknown dedi ki...

Buğracım öncelikle verdiğin emek gözlerimi yaşarttı gerçekten tebrik ederim.

Gerek derinliği gerek biçimi ile gzel bir yazı olmuş uzunluğunu takma bence.

Yorumlarınızı da ilgiyle okudum ama Kaan'ın önerdiği kitabı ben de okumaya bşalamadan bir yorum yapmak istemyiorum çünkü yeni bir boyut getiremeyeceğim tartışmaya malesef.

Tarih gibi somutluğa dayanan bir bilimin bu kadar muğlaklaştırılması ve küçümsenmesi beni rahatsız ediyor ancak bunu belirtmeliyim. Resmi tarih kavrımını ve değişik ideolojik taraflara ne anlam iafede ettiği tartışılmalıdır bir kere. Anti- resmi tarihçilik bir duruş olamayacağı gibi her tartışma da buna indirgenemez ki Kaan.

Sanırım bu resmi tarih tartışmasının bu kadar baskın olmasında Türkiye-Osmanlı dönemini ele alan kapsamlı bir Marksist (sınıf çatışmalarını temel alan) tarih analizinin bulunmamasının da payı büyüktür.

Buğra dedi ki...

"valla şu yorumunu okuyunca beyin yıkayan resmi tarihimizin başarısıyla gurur duymak gerek!ne diyelim "vatan sağolsun".neyzen tevfik'in şiirindeki gibi "o olmasaydı yine anandan çıkardın ama babanı bilemezdin".yazık"

Abi ben okuduğum şeylerden küçük de olsa böyle bir ihtimal olabileceğini çıkardım. Söylediğim ihtimal gerçekleşmese bile bugünkü Türkiye'nin tüm batısını kaybetmemiz oldukça yüksek bir ihtimaldi, ya da birtakım diğer bölgeleri vs. Belli bölgelerde Türklerin asimile olması da.

Ben senin Fransa-Osmanlı benzetmeni aşağılamadım, teşbihte hata olmaz mantığı ile.[Ki aslında pek çok yönden aşağılanabilir bir karşılaştırma bence.] "Babanı bilemezdin." zihniyetine dayalı hiçbir argümanım yok.

Fikirlerinde sabit olan biri değilim. Söylediğim gibi bir ihtimalin neden bulunamayacağını açıkla bana, bir Türk gencinin daha zehirlenmiş dimağsını temizlemiş ol o zaman.

Buğra dedi ki...

Kerem, teşekkür ederim kuzum güzel sözlerin için.

Sosyal bilimlerin hiçbiri somutluğa dayanmaz abi, yalan hep =)

kaan dedi ki...

sözüm ona asimile olacak bir halkın başka bir halkı asimile etmeye girişmesi(dersim katliamı) ne kadar ironik değil mi?ermeni katliamına hiç girmiyorum bile.