8 Şubat 2009 Pazar

Her şeyi özelleştirsek ne kadar harika olur di mi?


Hakikaten çok harika olur. Hiçbir sıkıntımız kalmaz. Özellikle eğitimi kesinlikle özelleştirmek lazım. Dersaneler ne kadar fevkalade çalışıyor değil mi, devlet okulları öyle değil hiç, Allah Allah niye ki? Hmm, tabi ya, çünkü özelleştirilmemişler.

"Hiç gördünüz mü? Özel dershanede öğretmeninden dayak yiyen öğrenci. Ya da özel okulda. Hiç duydunuz mu? Özel üniversitede farklı ideolojik gruplara mensup, çatışma yaratan öğrenciler. Ya da sopalarla eylem yapan öğrenciler."

Bloglarda gezerken gördüğüm bir yazıdan alıntı bu. Benden 20 yaş kadar büyük bir gümrük müşaviri yardımcısıymış bu bey, devlet memuru yani. Kişilere cevap vermek değil amacım, sıkıntım bu zihniyetle ilgili. Dünyanın problemlerinin sebebini hala sol uygulamalarda arayan, kapitalizmi ne kadar geliştirirsek o kadar şahane olacağını düşünen zihniyet.

"Özel üniversitede eğitim almak için ayda bilmem kaç bin dolar ödeyen hiçbir öğrenci, asıl sorumluluğu olan derslerini bir kenara iterek memleketi kurtarmaya kalkacak kadar salak değildir. Ancak devlet üniversitesinde bedava eğitim alan (okul harcı akla gelmesin, onun da kredisini alıp geri ödeyen yoktur) öğrenci kendini nimetten sayıp, ya yeni yetme bir devrimci ya da Malkoçoğlu rolüne soyunabilir. Çünkü eğitim imkanları için bedel ödememiştir, devletin bu imkanlarından bedelsiz faydalanmıştır."

Beyimizin tuzu ne kadar kuru, ne kadar habersiz dünya dinamiklerinden. Öğrencileri devlete tehdit olarak gören memur zihniyeti ile devletin yok edilmesi gerektiğini düşünen liberal zihniyet bir arada. Üzerine, piramidin tepesindekilerin, altlarındakiler için devrimcilik, Malkoçoğluculuk[o ne demek lan eheuh] yapmama sebebinin paranın değerini bilmeleri olduğunu iddia ediyor. Hmm, mantıklı aslında; onlara da paraları yeterli gelmiyormuş, tüm okulun Bugatti Veyron'lara binebileceği bir gün düşlüyorlarmış. O değil de, Malkoçoğlu rolü demiş müşavir yardımcısı bey; ama bizim sol fraksiyonlarımız çeşit çeşit odaklardan yedikleri dayaklarla ancak Bizans askeri olabilir.[Solcuların dövüş sporları federasyonu içinde kadrolaşması gerekliliği var bir de, ama farklı bir zamanın konusu bu.]

Kabul edilen bir gerçektir ki, kapitalizm yalnızca kar edebileceği alanlarda hüküm sürer, karın bittiği yerde sınırını çizmiştir. Sonrasında sefalet ve açlık vardır. Aslında sağlam çalışan bir sistemdir, kendi içindeki fazlalıkları yok eder, bir denge durumuna gelir her seferinde. Ama bu yeterli mi?

"Büyük yığınların yoksulluğu üstüne kurulmuş bir azınlığın mutluluğu sağlayabileceği günler geçmiştir. O zamanlar geçmişte kaldı. İnsanlar katlanamaz artık buna." Sahi, katlanabilir miyiz buna gerçekten?

Parası olmayanın hiçbir şey yapamayacağı bir dünya düşleyen, o dünyayı legalize etmeye çalışan(yok burs varmış, verimlilikmiş, ekonomik gelişimmiş vs.) insanların varlığından utanç duyuyorum. Atatürk'ün devletçilik ilkesinin yerini sermayeciliğin almasına karşı durulmalı! Devletin; paralı parasız tüm yurttaşlarına eğitim-sağlık hizmeti verme görevi, tüm vatandaşların da gururunu kaybetmeden, onurlu bir yaşam sürdürebilme hakkı vardır.

9 yorum:

Unknown dedi ki...

Oldukça sığ bir yazıymış gerkçekten.

Ne bir liberal temeli ve ne de sınıfsal. Arkadaş okulu sadece gidip gelinen, gülüp eğlenilen bir bina olarak algılıyor sanırım. Okul öncesinde, sonrasında ve sırasında neler olduğuyla da pek ilgilenmemiş.

Bence bu bey büyük olasılıkla onun üniversite çağına denk gelen 78'lerde biraz zor günler geçirmiş olabilir. Böyle birşeyin yarası varmış gibi geldi bana.

kaan dedi ki...

yav bir kere parası olmayanın okuma ihtimali yok ki.öss'yi kazanmak için dersaneye gitmeyeniniz var mı?alınan kredilerin ödenmediğini kim görmüş.ödemezsen icralık olursun, haciz gelir.aslında özelleştirmeler ve kamulaştırmalar hep birilerinin çıkarlarına hizmet eder.kasıtlı olarak bir kit zarar ettirilir, verimsizleştirilir sonra da satılır.eğer özelleşen o kit, kârlılık sağlayamazsa bu sefer de devlet el koyar ve kamulaştırır.olay bundan ibaret.kitler satılırken zarar etti diye satılıyor fakat zarar eden bir şeye kapitalist neden talip olsun ki?hem kitler kâr etsin diye kurulmaz.öğrencilerin durumu ve üniversite hakkındaki yazım umarım fikirlerine derman olur.
http://kaankarabacak.blogspot.com/2008/11/niversite-mi-evrenkent-mi-kantinkent-mi.html

Buğra dedi ki...

Haklılık payın var tabi, hepimiz gittik dersaneye.[Gerçi siz gitmemişsiniz sanırım, 2. çoğul şahıs kullanıp kendinizi "bizden" soyutladığınıza göre:)] Ama ülkemizdeki üniversitelerde sözgelimi ABD'deki gibi bir paralı sistem kurulursa o zaman maddi sebeplerle üniversiteye gidemeyen kişi sayısında takdir edersin ki muazzam bir artış olacaktır, ben gidemezdim örneğin.

Atarlanıp yazıyı yazmama sebep olan makalenin, sinirlenmeme değmeyecek kadar içi boş fikirlerden oluştuğunu şu an görüyorum, o yönden hatalı davranmış sayılabilirim. Ama fikirlerim üzerine genel olarak pek iddialı biri olmasam da, bu konudaki fikirlerimin pek dermana ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Yani bir tereddüdüm falan yok yazıda belirttiğim fikirler konusunda.

Yazını okudum ve duruma fazla acımasız ve manasızca öfkeli baktığını düşünüyorum. Ortaya çıkmış bir sonucu, bu sonucu oluşturmuş neden-sonuç zincirinden bağımsız olarak yargılamak anlamsız bir uğraş olur. Evet, belki üniversiteler için dediklerinin hepsi doğru. Ama sistemi oluşturan ortak akılda herhangi bir değişim olmadığı sürece sistemin herhangi bir şekilde değişmesi gibi bir ihtimal olmadığı gibi sistemin kurumlarının işleyişinde veya zihniyetinde de herhangi bir değişim olması beklenemez. Geçim sıkıntısı kavramı var olduğu sürece, insanların sadece bilim aşkı için üniversiteye gittiği bir dünya pek mümkün değil. Ama üniversiteler günümüzde tüm olumsuz yönlerine rağmen, bilginin ve bilimin merkezidir. Bu yüzden, üniversiteleri aşağılamanın pek anlamlı olmadığını düşünüyorum.

İktisadın tanımının da sınırsız ihtiyaçlar bağlamında açıklanması hakkında da bir şeyler söylemek isterim.Sosyal bilimler, bilimsel yöntemin gereği olan kontrollü deneylerle test edilemediğinden, senin de söylediğin gibi konvansiyonel bilim tanımı içerisine girmezler zaten. Bilim ise "İhtiyaçlarımız neden sınırsızdır?" sorusuyla uğraşmaz, uğraşamaz. "İhtiyaçlar sınırsız değildir." hipotezi kanıtlanabilirse(ya da en azından güçlü destekler bulursa), bu durum bilimin alanına girer. Eğer bilim bu sorularla da uğraşsaydı, hiçbir çözüm bulmayıp sadece yeni sorular üreterek kendi kendini yok ederdi. Bu soruların hepsi ile felsefe ilgilenir ve tüm bilimler de felsefenin alt kümesidir aslında.

Son olarak üniversitelerin parasız olması gerektiğinin düşünülmesini neden aptalca buluyorsun ki?

kaan dedi ki...

sosyal bilimler tamamen ideolojik manipülasyon aracıdır.yazımda da belirttiğim gibi fen bilimlerinde bunu gerçekleştirmek zordur; ama bugün baktığımızda bilim, teknoloji denen şey tamamen kapitalizmin hizmetinde.tıp harikalar yaratıyor ama hâlâ koleradan, veremden hatta açlıktan insanlar ölüyor.işte bilimin sefaleti budur.yav elini vicdanına koy.senin ihtiyaçların sınırlı mı sınırsız mı?şahsen benim ihtiyacım bir elimin beş parmağını geçmez.nedir onlar; beslenme, barınma, ulaşım, sağlık hizmeti ve asgari kültürel faaliyet.işte sana ihtiyaçlarımı sıraladım.kapitalizmi eleştiriyorsun fakat çelişik ve ironik bir biçimde ihtiyaçların sınırsız olduğunu da savunuyorsun(ya da ben yanlış anladım).üniversiteler paralı olsa bile öğrenci kitlesinin sınıf profili pek değişmez.evet belki küçük burjuva çoğunluğunda kısmen aşınma olabilir ama ben pek bir şeyin değişeceğini sanmıyorum.zira üniversiteler parasız da değil ki.ödedidiğimiz harçları hangi dar gelirli aile karşılayabilir?her neyse bu arada ben de dersaneye gittim.ankara'nın çoğu dersanesini dolaştım hem de.

Buğra dedi ki...

Bilim ve teknolojinin kapitalizmin hizmetinde olduğu fikrine ben de katılıyorum. Ama bu bilimsel yöntemin değerini kaybetmesine sebep olacak birşey değil. Bilim, toplumsal ideoloji ve sistemlerden bağımsızdır, kendi içinde tamamen tutarlıdır, akılcılık dışında bir dogması yoktur. "sosyal bilimler tamamen ideolojik manipülasyon aracıdır." sözü de bir yönden doğru olsa da diğer bir yönden yanlış; bu önermenin tamamen doğru olduğunu düşünmek için sosyal bilimlerin bilimsel yöntemi tamamen dışladığını iddia etmek gerekir ki, bu haksızlık olur bence[diyorum kısıtlı bilgimle]

İhtiyaçların sınırsız olduğunu falan savunmuyorum. Sadece ihtiyaçların sınırlı olduğunun kabul edilebilmesi için "elini vicdanına koy."dan daha bilimsel bir yöntem uygulanması ve bunun kanıtlanabilmesi gerektiğini söylüyorum. Belki de "ihtiyaç" kelimesi burada problem yaratıyor, istek kelimesi olsun onun yerinde. Sınırsız isteklerin saçmalık olduğunu iddia edebilmen için insanların yüzeysel olmadığını ve insanların topluluğa karşı olan sorumluluklarını bencilliklerinin önünde tutabileceğini kanıtlaman gerekiyor[eğer bilimsel düşünceyle hareket ediyorsan]. Kanıtlayamazsın demiyorum, ama kanıtlayamadığın sürece bilim ihtiyaçların sınırlı olmasıyla ilgilenmez. Çünkü daha önce de dediğim gibi her konu için milyonlarca hipotez atabilirsin ortaya ve kanıtlayamadığın sürece hiçbir manası olmaz bunların.

kyk'dan kredi alınıyorsa harçlar o kadar da büyük bir yük yaratmıyor aslında. Ayrıca şunu da söylemek isterim ki, dünyaya olumlu bir değişim getirmesi en muhtemel olan toplum sınıfı, o sözünü ettiğin, düşünen, sorgulayan, ama aynı zamanda geçim sıkıntısı çeken ve dolayısıyla dünyadaki sorunlardan nasibini alan kitle ile empati kurabilen küçük burjuvalar bana kalırsa.

kaan dedi ki...

yav iyi de ihtiyaçların sınırsız olduğunu iktisat "bilimi" nasıl kanıtlamış anlayamadım.var mı öyle bir kanun?eminim sen insanın "homoeconomicus" olduğunu veya rasyonel olduğunu da "bilimsel" olarak görüyorsundur.insanlar yüzeysel ve bencil diyorsun -ki bunun sınırsız ihtiyaçla ilgisi ne anlayamadım- fakat bu insanın rasyonel davrandığının inkarıdır da.cebinde beş kuruşu olmayan ama sigara içmeye veya maça gitmeye parası olan adam ne kadar "homoeconomicustur"?sadece iktisada giriş kitabında "ihtiyaçlar sınırsızdır" diyor diye bunu bilimsel mi kabul edeceğiz?o zaman elini vicdanına koymadan söyle ihtiyaçların sınırlı mı sınırsız mı?eğer kapitalist ideolojik saldırı tarafından düşüncelerin iğdiş edilmişse elbette porşeye, ferrariye, villaya, koka kolaya vb. ihtiyacın olacaktır.kaldı ki bunun bile bir sınırı vardır.sanıyorum sen de iktisat da okuyorsun ve olaya biraz duygusal yaklaşıyorsun.bak ben 4. sınıftayım.üniversitelerin hali o kadar sefil ki eminim bunu sen de görüyorsundur.4. sınıfa gelmiş bir öğrenci hâlâ piyasayı tam rekabette sanıyor ve say yasasının geçerli olduğunu düşünüyor.hatta daha da vahimi türkiye'nin sosyalist olduğunu düşünenler bile var.zaten öğrenci kitlesinin büyük bir bölümü "kantin" için orada.fakülteye gir kimse yok, kantine in herkes orada.kyk'den aldığın krediyi geri ödemeyecek misin peki?ayrıca senin bel bağladığın küçük burjuvanın hiç devrimci fonksiyonu yoktur.işçi sınıfının önündeki en büyük engeldir.çünkü küçük burjuva daima proleter yanını görmek istemez ve kendini burjuva olarak görür.mesela işçiler grev yapar, iş yavaşlatır; bizim küçük burjuva ise onlara söver.

Buğra dedi ki...

Duygusal yaklaşmıyorum, sadece ne kadar doğru gibi görünse de bilimsel yöntemin "sezgilerle" uğraşmadığını, somut kanıtlarla uğraştığını söylüyorum. Üniversite bilimle uğraşan kurumdur, sezgilerle uğraşamaz.[Sezgi diye bahsettiğim fikirlerinin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda bir fikir belirtmiyorum dikkat edersen] Benim fikrimce, insanların sınırlı ihtiyaçları olduğunu iddia edebilmek için insanların topluluk bilincini bireysel ihtiyaçlarından öne koyabiliyor olduğunu iddia edebilmek gerekiyor. Bu ulaşılamayacak bir hedef değil, ama başarılmış bir hedef de sayılmaz. Bir de kimyacıyım ben aslında.

Buğra dedi ki...

Ülkemizdeki üniversitelerin durumu konusunda söylediklerinde büyük bir haklılık payın olduğunu düşündüğümü belirteyim.

Unknown dedi ki...

Tartışmanızı çok ilgiyle okuduğumu söylerek başlamak istiyorum.

Ortalama olarak ikinizin ortasında bir yerde duruyorum diyebilirim.

Öncelikle kapitalizin(daha doğrusu sermayenin) varolmak için sürekli büyümek zorunda olduğunu, büyürken ortaya çıkan en sistematik sorunu olan aşırı üretim-eksik talep sorununu çözmek için de pazarlama-reklam-ve hatta onların da ötesine geçerek direk insan hayatlarına manipulasyon (modenizm-post-modernizm) yollarını kullandığı sanırım oldukça bilinen bir gerçek. Bu noktada bence de insan istekleri kesinlikle sınırlıdır ancak insanın zayıf ve manipule edilmeye açık bir bünyesi olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Çok küçük okşamalarla insanlar ihtiyaçlarını tamamen unutarak, sistemin istediği şekilde sürekli yeni istekler ortaya çıkarırlar. O yüzden istek kavramını tartışırken ihtiyaç ve istek arasındaki ayrımı iyi yapmak gerektiğini düşünüyorum. Sosyalizmin en temel taşlarından biri insanlarda isteklerine göre değil ihtiyaçları kadar tüketimi desteklemesidir; ki ben de bu görüşe katılıyorum.

Üniversitelerdeki öğrencilerin entellektüel seviyesi ve duruşlarını tartışıcaksak eğer mutlaka ve mutlaka 12 Eylül'ü de tartışmalıyız ki bu da ayrı bir yazının konusu olmalıdır bence.