15 Aralık 2008 Pazartesi

Kürek!




"Pozisyonumu almış bekliyorum. Önümde hakemler var, arkamda bitirmem gereken 2000 metrelik parkur. Tüm duyularım keskinleşti, kalbimin atışlarını duyabiliyorum. Ekibim ile birim, aynı şeyleri hissediyoruz. Ve işte, "Dikkat!" sesini duyuyorum. Sağındaki, solundaki ekiplere bakma, parkurun ortasında dur. İlk kürek önemli, bütün ekibin ilk küreği aynı olursa gerisi gelecek. Ve "Çık!".."

Küreği gerçekten seviyor muyum? Seviyorsam neden seviyorum? Ne var ki kürekte sevilecek?

Bu soruları geçmişte kendime oldukça fazla sordum. İlk yanıtım, çünkü orada dostlarım var, oldu. Aynı motivasyonla birşey için uzun süre birlikte uğraşan insanlar, birbirleri ile bir bağ kurarlar. Aralarında bir kardeşlik algısı oluşur. Birbirlerinden nefret etseler bile bu değişmez. Çok güçlü birşey bu bence.

Sonra, ekibim küreği bıraktı. Artık ilk yanıtımı kullanamazdım, çünkü Kerem, gidişi benim için birşey ifade edecek tek kişi artık orada değildi, ama ben hala oradaydım.

"İlk otuz kürek çıkabildiğin kadar çık tempoyu. Diğer ekipleri önüne almaya çalış. Temporu bozma, yoksa ekip dağılır. Laktik asit kollarım ve bacaklarıma hücum ediyor şu an. Birazdan acı iyice artacak. Kendini kasıpta düzgün nefes almayı unutma. Kriz daha erken gelir yoksa. Şimdi tempoyu yarış temposuna düşür yavaş yavaş. Yanındaki ekipleri kolla. Ekipte bir problem olup olmadığını hissetmeye çalış. 500 metreye yaklaşırken ciğerlerim, kollarım ve bacaklarım, 2000 metreyi tamamlamamın imkansız olduğunu haykırıyor. Beynimin beni kandırdığını biliyorum. Birazdan vücudum anaerobik solunumdan aerobik solunuma geçecek ve biraz rahatlayacağım."

İkinci yanıtım, aradığım şeyin başarı olduğuydu. Hiçbir zaman ders çalışan biri olmadım. Bölümümü sevmiyorum demem pek doğru sayılmaz. Ama o kadar da bayılmıyorum; beni, çalışmamı sağlayacak kadar motive etmediği kesin. Ya da başka herhangi birşey için pek fazla tutku sahibi olduğumu hatırlamıyorum. Ama, kürekte başarılı olmayı gerçekten istiyordum, relatif olarak başarılıydım da. Yeterince değil; ama olsun, zamanla olabilirdim.

"Parkurun orta noktasına yaklaşırken acı sürekli artıyor. Çektiğim her küreği tek tek sayıyorum. Zaman yok, sadece acı var. Krizin geliyor. Atak yapıyoruz, kriz gelince atak yapmak lazım çünk ü. Yanımızdaki ekipleri kontrol ediyorum. Ritmimizi bozarsak geride kalırız, tam bir uyum içinde olmamız gerekiyor."

Geçen yıl..
Geçen yıl belimi sakatladım, antreman yapamayacak kadar kötüydü belim. Kız arkadaşım intihara teşebbüs etti, babam çok fazla çalıştığı için fenalaştı, benim ona yardım etmem gerekiyordu. Aynı zamanda kız arkadaşımın yanında olmam gerekiyordu. Antreman da yapamıyordum.
Dersleri saymıyorum bile ehe.
Küreği bırakmadım yine de, "ara verdim" sadece.

"1000 ile 1500 metre arası en önemli kısım. Burayı sağlam geçen yarışı alır. Acı o kadar fazla olur ki insan kendini atak yapmaya zorlayamaz artık. İşte burada kimin kendini daha fazla zorlamaya iradesinin yeteceği önemli, kimin kafasının daha sağlam olduğu. Benim ve ekibimin kafası sağlam. Ve işte kuvveti ve tempoyu artırıyoruz, tekne suda daha hızlı akmaya, rüzgar yüzümüze daha hızlı vurmaya başlıyor. Hız hissi muhteşem, bu his için yarışıyoruz."

Ve şimdi..
Bel sakatlığım iyileşmedi, bu yüzden de başarıya ulaşma şansım oldukça azaldı. Takımda benim jenerasyonumda küreğe başlamış herkes küreği bıraktı. Takımda sevdiğim kimse kalmadı denebilir. Ama hala kürek çekiyorum.
Güçlü bir kürek aldığımda sudan gelen sesleri duymayı seviyorum. Tekne hızlanınca hissettiğim rüzgarı seviyorum. Tek kürek çekerken yamuk durmayı, kolumun yüksekliğini hiç değiştirmemeyi, kürek sonunda vücudum ve kolumla abanmayı seviyorum. Çifte küreğin mükemmel beraberlik hissini ve hızını seviyorum. Göle geldiğimizde su dümdüzse mutlu oluyorum. Teknede öne gidip-gelmeyi bile seviyorum. Sürekli aynı hareketi mükemmel bir şekilde yapmaya çalışmayı seviyorum, bu meditasyon gibi birşey. Sorumluluk hissini ve bir amaç için uğraşmayı seviyorum. Sadece, kendim yapmak istediğim birşey olduğu için de seviyorum küreği. Henüz, istediğim ölçüde bir başarıya ulaşmadım, ulaşamayacağım belki hiç. Ama denemeye devam edeceğim en azından. Zaten Stevie Amca da "Yolculukta önemli olan varılan yer değil, yolculuğun kendisi." demiş.

"Son metrelere yaklaşırken tempoyu daha da artırıyoruz. Yarış bittikten sonra bayılsak, kussak ya da ağlasak da olur, ama şimdi kalan bütün gücümüzle tekneyi hızlandırmaya uğraşıyoruz. Bu sefer olacak."

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Benim senin hissettiklerini tam olarak anlamam mumkun degil eski ekip arkadasim ama yine de kendi payima bende de cok seyler yuklu kurege ve orda gecen zamana..

Kisisel gelisimim ve hayata bakisim konusunda kesinlikle bir kilometre tasi olarak gordugum bir surecti kurek.

Biraktiktan sonra donmeyi istemedim, size ozenmedim diyemem. Birlikte yorulmanin, terlemenin, gulmenin ve aglamanin yarattigi aidiyeti cok ozluyorum. Her ne kadar geri donme cesaretini ve azmini kendim de gormedimse de boyle "eksik" ve yarim birakmanin vicdan sizlamasini her saim hissedecegime eminim.

Gercekten guzel zamanlardi, guzel hislerdi..

Kurege emek veren tanidikalrim icinde bunu en saf ve en icinden gelerek yapanin sen oldugunu dusunuyorum. Bircok basari aldin ama hic kuskusuz cok daha iyilerini hak ediyordun Bugracim..

Tekrar baslar misin bilmiyorum ama yine de basari her zaman madalya veya derece degildir senin daha iyi bildigin gibi. Benle ve bensiz gecirdigin zamanin anilari ve yarattigi gulumseme de ileride donup baktiginda "yine de basarmisim" demeye yeter bence..

alakasiz bisii dedi ki...

yazıyı okurken bi kitap geldi aklıma; julio cortazàr'ın seksek.
orda bir bölümde, hikayenin kahramanı evi terkeden kız arkadaşının arkasında unuttuğu veya bıraktığı (emin değil) kitabı okuyor. ama yazılış şekli ilginç. ilk satır o kitapta yazılanlar, bir alt satırı kitabı okurken kahramanın aklından geçen düşünceler. 3. satır yine kitap, 4. satır adamın düşünceleri. 5. satır kitabı anlatıyor, 6. satır adamın hissettiklerini.
neyse, bana bunu hatırlattı